İSRAİL’E “DUR” DEMEK TÜM İNSANLIĞIN NAMUS BORCUDUR!?

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği üzre İsrail Yahudileri acımasızca Gazze’ye kesintisiz olarak saldırı düzenliyor.

Başta çocuklar dahil olmak üzere masum insanları katlediyorlar..

Ocakları söndürüyor.

Aileleri yok ediyorlar...

Binaları yakıp, yıkıyorlar...

Ne yazık ki dünya her zamanki gibi buna karşı büyük bir suskunluk içerisinde bulunuyor...

Ve mevcut görünen bu dünya utanmadan, pervasızca kendini muasır medeniyet seviyesine ulaşmış bir dünya olarak görüyor.

Demokrasiyi, çağdaşlığı, medeniyeti hiç kimseye bırakmayan medeni(!) dünya, büyük bir “sahtekârlık” örneği sergileyerek; İslam’a ve Müslümanlara karşı nasıl da “iyi yüzlü” davranıyor...

Hele bir de Amerika var ya!..

Vampir gibi...

Amerika’nın Siyonist başkanı Joe Biden’a bakar mısınız?...

Tarihin sahtekârı...

Çünkü maskesi düştü...

Öyle ya Demokratik bir dünyayla tanışmak üzere yola çıktığını söylüyordu...

Nitekim “Seçimleri” bu sloganla kazandı..

Ama şimdi, “kep düştü, kel göründü” misali Biden “Yahudi Lobisinin” kuklası!...

İsrail’in para gücü..

Yahudilerin diasporası onun arka bahçesi!...

İşte bu Siyonist insan, İslam düşmanıdır.

Özellikle Türkiye’yi de İsrail’in hedefine çekmek istiyor...

Onun içindir ki Erdoğan’a hasım!..

Ortaya koyduğu politika ve Ortadoğu’daki stratejisi, bunu bariz bir şekilde ortaya koymaktadır...

Ki dünyanın da gözünden kaçmıyor..

Önceki gün Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, Biden’ın “iki yüzlü siyasetini” ve İsrail’in “terörist yüzünü” açıkça haykırarak ifade etti...

Erdoğan, partisinin 81 il teşkilatıyla video konferansla bayramlaşırken, dünya ülkelerine çağrıda bulunarak, şöyle dedi;

“İsrail’in Filistin şehirlerinde ve Kudüs’te sergilediği saldırganlığa karşı çıkmak insanlığın tamamının namus borcudur...”

Bu tespitlere ve çağrılara katılmamak mümkün değil.

İnanan herkes A’dan Z’ye kadar buna katılmak zorundadır.

Lakin, lafızda kalmamak kaydıyla.

Bize göre fiili harekât çok önemli.

Yani fiili harekât derken orduların ordinat güçlerini harekete geçirip İsrail’e saldırmak ve İsrail’i sıcak savaşla yok etme hareketi değil.

Özellikle İslam dünyası ve özellikle Türkiye’nin yapacağı ilk iş, başta ABD’yle tüm diplomasisini kesecek...

Yani;

“Ey Joe Biden!

Sen mademki açıkça taraf tutuyorsun ve İsrail’i kışkırtıyorsun.

Hükmen ve fiilen güç veriyorsun.

O zaman, biz de sizinle diplomasimizi kesiyoruz..

Sizin Türkiye’deki üslerinizi kapatıyoruz..

Askerlerini bu bölgelerden çekiyorsun...”

İşte bunların denilmesi gereken bir fiil uygulanması lazım...

İkincisi İsrail’e seslenilecek...

Ve denilecek ki;

“Ey İsrail!

Ey Yahudiler!

Sizinle var olan tüm diplomasimizi kesiyoruz..

Büyükelçiliğimizi kapatıyoruz.

Sizin de Ankara’daki büyükelçiliğinizi “istenmeyen” adam ilan ediyoruz..

Büyükelçini ülkemden çek..

Sizinle olan tüm ticari ilişkilerimizi kesiyoruz.

Mallarınızı boykot ediyoruz.

Ve seni “terörist bir örgüt” olarak ilan ediyorum...”

Bu iki hamle, “tez elden” fiili olarak gerçekleştirilmelidir...

Bir başlangıç olmalı...

Yoksa uzaktan bağırıp, çağırmakla..

Sloganlar atmakla..

Yürüyüşler yapmakla..

Şu bunu dedi, bu şunu dedi diyerek, “bir arpa boyu” yol alınmayacağı gibi, tarihte bunun örnekleri çok...

Ve kimse de İsrail’le başa çıkamaz.

Çünkü İsrail, Siyonist olarak Amerika ve diğer haçlı Siyonist güçlerle iş birliği içinde faaliyet yürütüyor...

İyi polis, kötü polis rolünde!...

Bunu kimse inkâr edemez.

Hele ki içimizdeki Siyonistlerin varlığı da tartışılmazdır...

Özellikle bazı medya grupları ve anamuhalefet partisi.

İsrail de, ABD de “Siyonist lobisi de” onlarla işbirliği içerisinde, içten içe Türkiye’nin kuyusunu kazıyorlar...

Bu hakikati kimse inkâr edemez..

Eğer ki inkâr edersek, kendi kendimizi inkâr etmiş oluruz.

Bırakın bugünkü İsrail’le ilişkimizi.

1908’lerde, 1909’larda İttihat Terakki Partisinin kuruluşunun temel dayanak noktası Siyonizm’dir...

Ki Siyonist devşirmeler bu partinin kökeninde yer aldılar...

Sultan Abdülhamid’i tahttan indirip, uzun ömürlü cihanşümul bir devlet olan Osmanlıyı ortadan kaldırma projesi de bunun sonucudur!…

1924’te Hilafetin ilgasıyla ve cumhuriyetin kuruluşunda kurulan CHP’nin kadrolarıyla, başta İsmet İnönü olmak üzere işbirliği yaparak, İstiklal savaşındaki milli mücadele savaşını veren kahraman ordu ve halk “hasım” görüldü...

İtilaf devletlerinin projeleri kapsamında, Türk milletinin başına nice çoraplar örüldü...

Mondros, Sevr ve Lozan anlaşmalarıyla “bir ümmet” yok edildi...

Devlet eliyle, itilaf devletlerinin istekleri bir bir gerçekleştirildi.

İçteki Yahudi devşirmelerin himayesiyle projeler hayat buldu...

Yani Moiz Kohen’lerin.

Emanuel Karasu’ların.

Doktor Hertz’lerin.

Halide Edip Adıvar gibi sözde edebiyatçıların vs. vs.

Daha nice Selanik Yahudi devşirmelerin, kılık kıyafet değiştirerek, hatta isim değiştirerek o gün gerçekleştirdikleri projeler, bugüne kadar devam ede  gelmektedir...

Mevcut darbeci anayasa, açıkça bunları himaye etmektedir...

Ve bu devşirmeler, itilaf devletinin emellerine, beklentilerine, tarihsel intikam alma duygularına hep “zemin hazırlayıcı” olmuştur...

Projelerini de, darbeci anayasanın gözetimi altında yürütmektedirler...

Bize göre ve öyle inanıyoruz ki tüm kamu vicdanının görüşleri de bu yöndedir.

Temel beklenti, 1918’lerden bugüne kadar yapılan tüm anlaşmaların üzerine çizgi çekilmesi gerekiyor...

Yakın tarihimiz yeniden  muhalefetiyle, iktidarıyla büyük bir işbirliği içerisinde, “irdelenmesi” gerekiyor...

Milli bir ittifakla Cumhurbaşkanının gözetimi altında yakın tarihimizle “yüzleşilmesi” gerekiyor...

Bu ülke, bu millet 1,5 asırdan beridir nasıl arkadan vurulmuş, kimler ihanette bulunmuş, kahraman diye anılan kimlerin nasıl birer hain olduğu, sahada kazanılanın masada kimler tarafından nasıl da kaybettirildiği, gün gibi açığa çıkarılması gerekiyor...

Eğer ki bu yapılabilinirse, Türkiye’nin yarını kadar, İslam dünyasının geleceği de “güven” altına alınmış olunur?

Aksi takdirde, herşey havanda su dövmeden öteye gitmez...

Sonuç itibariyle, İsrail “terör örgütü” olarak, Filistin halkını “Soykırıma” uğratıyor...

Ve giderek de hedefine ulaşmaktadır...

Endişemiz o dur ki Filistin milletinin yok ediliş hali, sözde medeni dünyanın gözü önünde gerçekleşme durumudur...

Gerçekçi olmak lazım...

Şahsen bugünkü İslam dünyasının, o mübarek İslam kelimesini taşımaktan başka herhangi bir mana değeri veya uygulama şekline sahip olduğuna inanmıyorum!...

Varsa da, Türkiye’de vardır.

Her ne kadar, 1923’te kurulan Siyonist itilaf devletinin imzalarından çıkan bu projeler, devleti ve milleti birbirinden uzaklaştırmışsa da...

Gelen giden muhafazakâr iktidarlar milli irade duygularını siyasete alet edip, sonuçsuz ve verimsiz politikalar ürettilerse de...

Muhalefet “devlet ile milleti” birbirine hasım edici, siyasi güden olmuşsa da...

İllaki “devrimci, sekülar ve Kemalist bir anlayışın hâkimiyetiyle Türkiye’nin yaşamına devam etmesi gerekir” düşüncesi dikte edilmişse de...

Yine de bu millet “milli değerlerinden, inancından, tarihinden, ecdadından” uzaklaşmamıştır...

İman nokta-i nazarında, kalbinde hep var etmiştir..

Netice itibariyle, somut ve fiili eylemlere geçilmesi gerekiyor...

Sayın Cumhurbaşkanının tüm dünyaya seslenip;

“İSRAİL’E DUR DEMEK İNSANLIĞIN NAMUS BORCUDUR..” demesi, soruna çözüm getirmede kâfi gelmez.

İlla ki, fiiliyata dönüştürülmesi gerekiyor...

Fiiliyata dönüştürülme şekli de başta ABD’nin İncirlik ve Diyarbakır üslerinin kapatılması gerekiyor...

ABD’nin ve İsrail’in büyükelçilerinin geri gönderilmesi gerekiyor.. Büyükelçiliklerimizin geri çekilmesi gerekiyor...

İsrail’in yüzde 95’e varan Türkiye’den temin ettiği gıda ürünlerine “ambargo” koymamız gerekiyor...

İhracatı durduracağız...

Yoksa gıda ihracatını iptal etmeden, sadece bağırmakla çağırmakla, yürümekle, İsrail’in bayraklarını yakmakla bir şey elde edilemez ve kâfi de değildir.

İnandırıcı da olamaz.

Hele hele 15 Mayıs 2021 tarihli Hürriyet Gazetesinin baş temsilcisi Sedat Ergin’in, Yahudi asıllı Selanik devşirmesi olan Sami Kohen’i köşesine alarak anlata anlata bitirmemesi apayrı bir garabettir bize göre.

Türkiye’de özellikle medyada kimin elinin kimin cebinde olduğunu da açıkça gösteriyor.

Sedat Ergin’in “Bir gazeteciden çok fazlası Türk basınında bir müessese: Sami Kohen” başlıklı yazısı şöyle;

"1940’ların başında başlayan ve hala devam eden müthiş bir gazetecilik serüveni…

İşte Sami Kohen…

Onun gazetecilikle tanışması babasının 1938’de ‘La Boz de Türkiye’ (Türkiye’nin Sesi) dergisini devralmasına dayanıyor.

Türkiye’deki ilk iç haberler sayfasına imzayı da o attı.

Tarihe geçen manşetlere de Milliyet’te devam eden 67 yıllık mesaisi ise dünyada benzersiz bir iktidar çizgisidir.”

Bunları söyleyen Sedat Ergin…

Ve Hürriyet’te mükemmel bir şekilde cirit atıyor.

Kendisinin kimliği nedir, ne değildir, araştırılması bizi değil kamuoyunu ilgilendiriyor?...

En derin saygı ve sevgilerimle.