MEFRAKUT-TARİK (YOL AYRIMI)!?

Sevgili okurlar…

Şu hakikati artık, net ve samimi bir şekilde haykırmamız gerekir!

Mevcut hal, özellikle İslam dünyasının yaşadığı travmatik hadiseler zincirinin temelinde yatan en büyük kısır döngü “ırkçılık ve kavmiyetçiliktir?” Ki bu durum, Müslümanların hızla “güç kaybına” neden olduğu gibi yaşadıkları coğrafya içerisinde, “bölünüp, parçalanmaktadırlar?”

***

Oysaki İslam’da ırkçılık yoktur... Ve İslam bunu bin 400 yıl önce “ayaklarının” altına almıştır... İster Arap ol, İster Türk ol, İster Kürt ol, istersen bilmem hangi ırktan olursan ol; eğer ki “kelime-i şehadet” getiriyorsan sen Müslümansın... Ümmet şiarında Müslüman Müslümanın kardeşidir... Kardeş kardeşi, öldürmez, fitne ve hasedin içerisine girmez. Bir olur, diri olur, güçlü olur… Ümmet olarak, yer küresine hâkim olur?

***

Bakınız, Kur’an-ı Kerim “Hucurât” suresinin 10. Ayetinde net olarak bize şöyle sesleniyor... Diyor ki;

“Müminler ancak kardeştirler.”

Hucurât Suresi 13. Ayeti de mealen şöyle buyuruyor;

“Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır.”

***

İşte Kur’an bize bunu emrediyor, öğretiyor. Madem Kur’an bu emri veriyor... Öyle ise İslam dünyasındaki “bu tefrika” nedir? Müslümanlar neden kendi içlerinde “ayırımcılığa” giriyorlar ve neden birbirlerine silahları doğrultuyorlar? Ve neden; ümmet olabilme adına, İslam’ın ve Müslüman’ın Kur’an-ı Kerim’de emrettiği gibi “kardeşlik” ruhuyla bütünleşip, “küfür dünyasına” karşı çıkmıyor…

 ***

Sevgili okurlar…

Kangrenleşen ve giderek İslam dünyasını “hasta adamdan” daha beter, yatağa mahkûm eden süreci, sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel tüm yönleriyle; masaya yatırmalıyız… Düşünmeliyiz ve ortaya çıkan sorulara yanıt bulmamız gerekir... “İslam dünyası” neden gerçek kavramından, ruhundan, değerlerinden ve kutsallarından bu kadar uzak kaldı ve kalıyor?

***

Arap’ı da, Acem’i de, Türk’ü de, Kürt’ü de, Pakistanlısı da, İranlısı da, Suriyelisi, Mısırlısı vs… Her kim olursa olsun, hangi ırka mensup olursa olsun, mezhebi ne olursa olsun, ülkesi de hangisi olursa olsun, eğer ki Kur’an’a iman etmişse, Allahû Ekber diyorsa, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V)’i rehber olarak görüyorsa, o birdir, ümmetidir ve diridir..

***

Irklar da, coğrafya da, diller de, renkler de ayrı olsa bile, iman ve inanç birdir... Hiçbir şekilde ayrı değildir… Eğer gerçekten İslamiyet’le samimiyetimiz varsa o samimiyeti “ümmet” olarak göstermemiz gerekir. Samimi değilsek o zaman ırkçılığa, kavmiyetçiliğe, bölgeciliğe başvuralım ki hal-i perişanlığımız beterin beteri olsun. Nitekim hal-i âlem bunu gösteriyor bize.

***

Yoksa “bir avuç Yahudi’nin hakkından gelemiyor Araplar” denilir miydi? Denilmezdi... Ama deniliyor... Ki bu da pısırıklığın, korkaklığın dik alasıdır. Bu dava Araplarla Yahudiler arasında bir dava değil. Bu dava Kur’an’la Yahudi’nin arasındaki davadır.  Madem Kur’an’ın davasıdır. Arap’ın, Acem’in, Türk’ün, Kürt’ün vs. hiç kimsenin tek başına olmadığı gibi, kimse kendini “ırk, renk, dil, coğrafya” üzerinden sıyırmasın.

***

Çünkü coğrafya, ırk, dil ve renk değişik olursa olsun intisab-ı Muhammediye (S.A.V) ise başka söze gerek yoktur… Bunu tam anlamıyla anlamamız gerekir. Eğer anlamıyorsak, Kur’an’la ilgimiz kalmamış demektir.

***

Bakınız Fetih suresinin 29. ayeti de şöyle buyuruyor;

“Muhammed, Allah’ın Resulüdür. Onunla beraber olanlar, inkârcılara karşı çetin, birbirlerine karşı da merhametlidirler. Onların, rükû ve secde hâlinde, Allah’tan lütuf ve hoşnutluk istediklerini görürsün. Onların secde eseri olan alametleri yüzlerindedir. İşte bu, onların Tevrat’ta ve İncil’de anlatılan durumlarıdır: Onlar filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ziraatçıların hoşuna giden bir ekin gibidirler. Allah, kendileri sebebiyle inkârcıları öfkelendirmek için onları böyle sağlam ve dirençli kılar. Allah, içlerinden iman edip Salih amel işleyenlere bir bağışlama ve büyük bir mükâfat vaat etmiştir.”

***

Kur’an bunları söylüyor. O zaman ya Kur’an’a inanıyoruz ya da inanmıyoruz... Kur’an’a inanıyorsak Müslümanız, değilsek, Müslüman değiliz. Eğer ki Müslümanız diyorsak, o zaman hakkını vermemiz gerekir. Tüm İslam dünyası birdir ve bir olmaya da mecburdur.

***

Bakınız, İsrail ve Filistin arasında yaşanan savaş, Arap’la Yahudi’nin savaşı değildir… Küfürle İslam’ın savaşıdır orada yaşananlar!  Mescid-i Aksa’yı Yahudi baskınlarından kurtarma savaşıdır. Onun için İslam dünyasının bununla birleşmesi lazım. 

***

Başta ifade ettim... Hucurât suresinin 10 ve 13. Ayetlerinin ruhunu bünyemizde taşımamız lazım... Onun yolunda yürümemiz lazım... Ki “Biz Müslüman’ız” diyebilelim.  Yoksa yalandan isim taşımakla ne Müslüman olunur ne de İslam’ın bayrağını dalgalandırabiliriz…

***

Bu kavram şerefli bir kavramdır ama ne yazık ki vergisi yok diye herkes bedavadan kullanıyor. İslam dünyası bugün bunu üstlenmemiştir ki sadece Araplarla Yahudilerin kavgasıymış gibi gösteriyor. Bu da pısırıklıktır ve tefrikadır. Bu savaş küfürle İslam’ın savaşıdır.

En derin saygı ve sevgilerimle.