MEŞRUTİYET, CUMHURİYET VE DEMOKRASİ!? (II)

Evet, sevgili okurlar.

Dün aynı başlık altında sizinle yapmış olduğumuz sohbetimizi, bugün biraz daha detaylandırmak istiyorum..

Özellikle, mevzu ettiğimiz konuların kapsamını biraz daha genişleterek, hasbıhal etmeyi planladık...

Bilindiği üzre görülen lüzum üzerine (?!) “Meşrutiyet devri” kapatıldı...

Yönetim sistemi; “Cumhuriyet” olarak değiştirildi..

Ki “Cumhuriyet” bir asır gibi bir süreçtir devam ede gelmektedir...

Devlet bu minvalde yönetilmektedir...

***

Hazin olan şudur ki..

Cumhuriyet’in kuruluşunun ilk yıllarından itibaren..

CHP; masonik ve despot anlayışıyla altı oklu bir zihniyetin hâkimiyetiyle, hep hükümran olmuştur.

Ama halkla devlet bir türlü birbiriyle imtizaç etmemiştir...

Hep kavgalı olmuştur...

Kan revan içinde devlet yönetilmiştir.

Hapisler, sürgünler, maddi cezalar ve ağır vergiler...

Hepsi, “birer boyunduruk” olarak halkın boynuna asılmıştır..

Halk istemeye istemeye boyun eğmiştir.

25 yıllık bir süreç...

Yani bir çeyrek asırlık zaman dilimi; bu böyle devam etmiştir.

Halk, artık İsmet İnönü’nün mezalimine dayanmadığı için nihayet “Demokrat Parti” kuruldu...

Aslında birkaç uygulama dışında tek parti zihniyeti onlarda da kendini var etmeye çalıştı...

CHP olarak değil bu kez Demokrat Parti olarak tarihteki “yerlerini” almışlardı...

10 yıllık kavgalı bir süreçten sonra nihayetinde bir Başbakan, iki tane Bakan kanlı bir darbeyle idam edilerek; “ o devir” kapatıldı...

Ama artık “Cumhuriyet = Demokrasi” kavramları anayasaya geçirilmiş, bir de ilaveten sekülarizm, laikçilik kaydedilmişti...

İttihat Terakki Partisinin karanlık macerasından tutun da cumhuriyet dönemindeki tek parti zihniyetine kadar...

Ki tek parti zihniyetinden tutun da Demokrat Parti’nin dönemindeki kanlı darbeye kadar…

Sonrasında demokratik parlamenter sistemine geçilmiş ise de sadece lafızda kalmıştır.

Yüz yıllık zaman dilimi içerisinde bu üç kavram sadece kelime olarak kullanılmıştır.

Ama dün de söylediğimiz gibi içi boş kavramlar olarak!.

Niye mi?

Zira arkamıza dönüp geçmişe yönelik zaman dilimini günü gününe sıralarsak, zaten demokrasi diye bir şeyin olmadığı, kendini ifşa eder...

Halkın, cumhurun anladığı, inandığı cumhuriyet anlamı yok?

Örf, adet, gelenek, görenek, inanç tamamıyla sıfırlandı.

Bu dönemde medreseler kapandı.

Minareler yıkıldı.

Camiler kapatıldı.

“Tevhid-i Tedrisat” adı altında laikçilik anlayışıyla gençliği tümüyle İslamiyet’ten uzaklaştırma çabası gösterildi.

Kan, terör, gözyaşları vs. vs.

Bir de tüm bunlar yetmiyormuş gibi ağır vergi baskınıyla, cezalarla süreç doldurulmuş bir hal yaşandı Türkiye’de.

Ki yaşanmaya da devam ediyor.

Devletin birçok kurum ve kuruluşundaki uygulamalara baktığınızda, hiçbiri milli değildir.

Devletin önemli makamlarını ihraz edenlerin despotça hüküm sürmek istedikleri müşahede edilmektedir.

Yani CHP iktidarda olmamasına rağmen aynı anlayış devam ediyor.

Elbette ki tümünü kastetmiyorum.

Gördüğümüz kadarıyla anlattıklarımız, tespitlerimize dayanmaktadır.

Hiç kuşkusuz ki, çok değerli bürokratlarımız, valilerimiz, kaymakamlarımız, belediye başkanlarımız var..

Bunu kimse inkâr edemez, etmeyiz de.

Ama kamu vicdanı adına konuşmuş olursak…

Devletin milli bir devlet olma halini; gerçekten adil, bugünkü deyimle demokrat ve cumhuriyetin faziletlerine uygun bir yönetimin varlığını kamuoyu ciddi bir şekilde aramaktadır...

Yoksa rastgele “Ben iktidar oldum, filan yere dayanarak işgal ettiğim koltuk beni ilelebet yaşatır, kime ne yaparsam yanıma kar kalır. Çünkü arkam çok güçlüdür, devletin zirvesi beni destekliyor” anlayışı olunca, eskiden olduğu gibi aynı tarih tekerrür edebilir diye düşünüyoruz.

Çünkü gerçekten bugün Diyarbakır’ımızı göz önünde tutarsak, devletin birçok kamu kurum ve kuruluşlarının uyguladıkları uygulama şekli, uzaktan yakın demokrasiye, hukuka, adalete uygun değildir.

Bakınız dünkü SÖZ Gazetesi, çok çarpıcı bir haberi sürmanşetine taşımıştı.

Haberi aynen paylaşalım.

“PRİM İÇİN KAÇAK KUMPASI”

Sürmanşetten verilen haber aynen şöyle devam ediyor;

“SP’den çarpıcı iddia: DEDAŞ personeli prim için kaçak kumpası kuruyor.

Resim olduğu gibi gösteriyor.

Resmin ortasında “TOMA’yla DEDAŞ” yazıyor.

DEDAŞ ekipleri mahalleye zırhlı araç ve TOMA’larla birlikte girdi.”

Devamı tabii ki var ama biz burada özetliyoruz.

Keza trafiğe bakıyoruz.

Nerdeyse polis istemeye istemeye vatandaşa ceza yazmakta zorlanıyor.

Yani sanki birileri “vatandaşa illa ceza yazın” emrini vermiş gibi...

Öyle ki “Gözünün üzerinde kaşın var” bahanesiyle, vatandaş büyük zorluklarla karşı karşıya gelmektedir..

Hele hele Valilik emri doğrultusunda son çıkan bir uygulamada; “Nakliye araçlarına kontrol kameralarının takılması ve bu kameraların da illaki bir firmadan alınmış olması gerekir” diye belirtilmesi gerçekten çok çarpıcı bir hal olarak görülüyor.

Ve bu millet güvenerek bugünkü bu iktidar partisine Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yüzü suyu hürmetine oy vermiştir.

Ama her gün biraz daha halkı bu partiden soğutma ve uzaklaştırma tezgâhlarının kurulmakta olduğunu artık birileri görmelidir..

Ki alenice bu yapılıyor artık..

* * *

Hele şu iş mahkemelerine de göz atalım.

Demokratik bir hukuk devletinin anlayışı içerisinde adeta adalet, hukuk tersyüz edilip, istihdam yaratan iş çevreleri “öcü” olarak gösteriliyor...

Kıytırık rastgele iki tane yalancı şahitle “itibar” suikastı yapılıyor...

Hele hele özellikle husumetli tanıklar ön plana alınıp aynı mahkemelerin gayretli uygulamalarıyla (?!) gerçeğe dayalı devletin resmi evrakları dosyada mevcut oldukları halde, bazı hâkimlerin, yargıçların bunları görmezlikten gelerek o resmi delil çürütülmeye çalışılıyor olmaları da; ayrı bir muamma!.

Ve buna da “işçi hakkı” tanımı getiriliyor...

Böylesine uygulama şekli zımnen de olsa açıkça da olsa iş çevrelerini yıpratmaya çalışıyor.

Daha da ilerisi, iş çevrelerine hükmi hırsızlık ve vicdansızlık gibi haller uygulatılıyor.

Böylesine bayatlamış bir İş Kanunu ile iş mahkemelerinin bu uygulamaları yapmakta olduğu açıktır.

Biz ne dersek diyelim.

Gerçek olan dosyalardır.

Dosyalar konuşuyor.

Dosyalardaki tespitler konuşuyor.

İşte buna da “hukuk devleti” adı deniliyor.

Başta söyledik ya;

İşte “Meşrutiyet, Cumhuriyet ve Demokrasi”

Bu üç kavram içi boşaltılmış birer kavram olarak kullanılıyor ve ne yazık ki yüz on yıldan beri bu milletin başını ağrıtmaktadır ve ağrıtmaya da devam edecek gibi!.

“Bu hal artık muhal

Ya yeni hal ya izmihlal” denmelidir.

Allah korusun yeni bir hal olmazsa, yani Türkiye yeni bir değişime girmezse, her an için büyük badirelerle karşı karşıya kalması bize göre kaçınılmazdır.

Yalnız bu mudur peki?

Bunlar sıradan şeyler.

Belediyelere bakıyorsun öyledir, bazı kayyımların keyfiyetlerine bakıyorsun öyledir.

Nerdeyse tüm resmiyette devlet hantallaşmış.

İllaki rant, illaki çıkar.

Hele hele kişisel çıkarın ön planda tutuluyor olması, zaten apayrı bir haldir diyoruz!...

En derin saygı ve sevgilerimle.