MEVCUT DÜZEN, DÜZENSİZLİKTİR!?

El hak, doğru ifade ve tespite ne denilebilir ki? Hakikat orta yerde... Bu düzensizlik, bugüne özgü değil, 1,5 asırdır devam ede gelmektedir… Ama gelinen aşama itibariyle; artık “mızrak çuvala sığmaz” konumdadır... Düzensizlik, kangrene dönüştü... Ne düzen, ne millet, ne devlet ve ne de siyaset kurumu vaki olan düzensizlik girdabı içerisinde, toplumsal bir travma yaşıyor?…

***

Bugün yaşamın tüm kulvarları, hayatın her aşaması mevcut düzen içerisinde, çekilmezlik içeriyor... Buhran üzerine buhranla boğuşuluyor! Çarşı, pazar, evde, işte insanlar “burunlarından solar haldeler; birbirini katlediyorlar... Huzur, güven, istikrar, iktisadi bir barış, mutlu ve ümit verici hava solunmuyor... Sürekli kin, garez, şiddet, terör, kan ve gözyaşı hâkim... Toplum, büyük bir ahlaki çürümüşlükle cebelleşiyor...

***

Mevcut durumun, mefhumu muhalifi sistemin işleyiş ruhundan gelmektedir! Ki o ruh da ne yerlidir ve ne de millidir? Bakınız yüz yıldan beridir “cumhuriyetçilik” deniliyor, ama ne arkasında, ne önünde, ne de ruhunda “cumhur” yok… Çünkü Cumhur’u dışlayan bir “Cumhuriyetçilik” var... Ki Laiklik ha keza... Din ile Devlet işlerinin birbirinden ayrılması deniliyor, ama gel gör ki hiç de işleyiş ruhunda öyle bir durum yok… Çünkü “laiklik, dinsizlik olarak, dayatılıyor?”

***

İşte bu iki kavram nedeniyle; bu ülkenin, bu coğrafyanın ve bu milletin bin yıllık tarihi, aba ecdadı, medeniyeti, kültürü ve tabi ki inancını hep “dışlamıştır, tozlu raflara mahkûm” ettiği gibi, inkar ve asimilasyonu dayatmıştır… 10 yılda bir darbeler, 5 yılda bir muhtıralar ihdas ederek, “milletle” çatışa gelmiştir… Ve bu çatışmalar, sürekli Türkiye’ye “yenilikler değil, bilakis gerilemeler yaşatmıştır?”

***

Sanayi mi, teknoloji mi, ekonomide zenginlik mi, yeraltı ve yer üstü kaynaklarını gün ışığına çıkarmak mı, çağın nimetlerinden faydalanma mı, ülkenin ve milletin gelir seviyesini yükseltme mi? Hiçbiri zerre-i miskal ne bu düzen tarafından ne de bu düzeni kendine otoriter yapı olarak kullanan siyasi mekanizmanın, umurunda olmamıştır? Gelen gideni aratır misali; keyfiyet içerisinde olunmuştur?

***

İşte tüm bunların toplumun üzerine kâbus olarak çökmesindeki ana etken; düzenin toplumda “maneviyatı” tamamen köreltmesinden kaynaklıdır... Şefkat, merhamet, insani ve vicdani, imanlı bir şuur yok… Varsa yoksa “maddiyat...” Devleti ve toplumu dehşetli bir şekilde zehirleyen “maddiyat” düşkünlüğü, her yönüyle ahlaki dengesizliği işler hale getirmiştir... Yolsuzluk, usulsüzlük, rüşvet, adam kayırma, ihale peşkeşi!.. Denir ya, hepsi yıllara dayalı düzensizliğin getirmiş olduğu rende, gırtlağa dayanmıştır...

***

Yazılı ve görsel medyanın manşet ve üçüncü sayfalarına konu olan haberlere baktığınızda, dehşete kapılmamak elde değil… Aileler per perişan, şiddet o biçim… Tavuk keser gibi, aile içerisinde kadın kocayı, koca kadını, evlat babayı, anne evladını katlediyor… Trafikte, yolda insanlar bir korna sesine bile tahammül etmeyerek, kıtır kıtır insanları kesiyorlar? Uyuşturucu deseniz ha keza! Her gün tonlarca esrar, yüzlerce kilo eroin, milyonlarca hap ele geçiriliyor... Ama buna rağmen, kullanımı artarak devam ediyor…

***

Velhasıl kelam! Diyeceğim o ki bu korkunç gidişatı sürekli körükleyen düzensizliğe karşı yepyeni bir düzenin ikmale getirilmesi gerekiyor... O da ülke yönetimini dizayn edecek olan, sivil, terü taze, milletin milli ve yerli ruhunu, yaşamını, inancını bünyesinde tutacak bir Anayasa’nın yapılması gerekiyor… Tek kurtuluş reçetesi budur diyorum... Ki günlerdir başlıklar değişse de dile getirdiğim tüm mevzuların özünde bu hakikatin haykırışı vardır…

***

Ne diyoruz, milleti ümitsizliğe, güvensizliğe, karamsarlığa sürüklemeye kimsenin hakkı yoktur… Olamaz da… Bugün kırsaldaki çobandan tutun da şehirdeki en elit insana kadar, fabrikatöründen, işçisine, memurundan esnafına kadar, bürokratı da dahil olmak üzere herkes, kendisine özgü bir çabanın içerisinde... Zekasını kullanıyor, menfaat teminine gidiyor… Peki, sistemin ve düzenin ona kazandırdığı bir şey var mı; “mevcut hal-i durumla, sürekli ümitsizliği ve güvensizliği” aşılıyor?…

***

 

“Zararın neresinden dönersen kârdır” gerçeğiyle hareket etmemiz gerekir! Sil baştan, Selçuklunun, Osmanlının ruhunu yeşertmek gerekir… Onların inanç noktasındaki yönetimsel anlayışını diriltmek lazım… Bireyden aileye, aileden topluma, toplumdan devlet idaresine kadar; iman meşalesi olan Kur’an’ın nurlu yolunda, Peygamber Efendimizin de rehberliğinde yol almalıyız... Eğitim ve öğretimimizden tutun da aile terbiyesine kadar, bin yıllık medeniyetimizle bütünleştirmeliyiz... Gelenek, görenek, örf ve âdetimiz tümü, yeniden toplumda yer edinmeli…

***

Çünkü tüm değerlerimizi, tarihimizi, medeniyetimizi, bir gece “harf devrimi” adı verilen suikastla, “inkâr ve asimilasyona” tabi tutuldu… Ve toplum bir gecede, “cehalete” itildi… Yıllardır söylenip duruyoruz, bunun sorumlusu kim, vebal kimin boynunda? Ve neden halen aynı istikamette gidiliyor?

***

Netice itibariyle o günkü o kültür, o tarih, bugünkü bu kültür ve bu tarih, topluma ne kazandırdı ne kaybettirdi? Bir ilerleme oldu mu, huzur, güven, istikrar sağlandı mı? Kalıcı bir barış temin edildi mi? Sanayide, teknolojide, bilimde bir ilerleme kaydedildi mi? Kültür ve ahlak, insani ve vicdani bütünlük, sağlanabildi mi? Ne gezer? Hepsi, tufan misali…

***

Ama ne hazindir ki tüm bu girift yüzyıla ülkeyi ve milleti mahkûm edenler bugün bile “kurtarıcı” sıfatıyla anılıyorlar… Kimi kahraman, kimi bilmem ne diye unvan takılıyor? Ama hiç de öyle değil... Çünkü, ülke ve millet “yalan söyleyen tarihle” hep aldatıla gelmiştir... İşte bundan dolayı da diyorum ki “yalan söyleyen tarihle değil, gerçekleri ifşa eden tarihle bütünleşelim…”

***

Ve bu hakikatler manzumesini araştırıp, gün ışığına çıkaralım! İşte suçlu bu diyebilelim ki geleceğe umutla bakabilelim... Yeter artık, Milleti kıblesinden saptırmayın… Milli kültürü ve milli ahlakı yeniden bu topluma aşılamamız gerekir…

***

Bu milletin hakkının ve hukukunun geri verilmesi lazım. Bunu da sivil toplumsal mutabakatı sağlayan, iman şuuruyla yoğrulmuş, Kur’an nurundan fışkıran, milli ve yerli fikriyatın yer aldığı bir Anayasayla mümkün kılabiliriz... Aksi takdirde; mevcut düzenin oluşturduğu düzensizlik girdabından hiç ama hiç kurtulamayız... Sürekli debelenip dururuz… Bizden hakikati haykırmak, icra makamı mevcut hükümet ve milletin iradesini temsilen meclise giden, 600 milletvekilidir!..

Vebal onların boynunda...

En derin saygı ve sevgilerimle.

Hayırlı Cumalar…