MEVCUT DÜZEN, İNSANLIK DÜZENİ MİDİR?! (IV)

Sevgili okurlar…

Sohbet serimiz devam ediyor… Bugün de aynı minval üzerine, ülkenin ve toplumun temel sorunlarına mercek tutacağız! Gerek sohbet başlığımız, gerekse muhtevası itibariyle, büyük önem taşımaktadır… Ki siz okurlardan da yoğun istek, talep ve beklenti oluşturduğu için bir süre daha aynı rotada hasbıhalde bulunacağız…

***

Yıllardır ifade ediyoruz ve diyoruz ki; “mevcut düzen” adil değil! Ne ilahi hükümlere sahip, ne de insani ve vicdani noktada şeffaf bir hukuku benimsemiyor? Ülkenin bekası, milletin selameti açısından, iş ve işleme sahip değil... Bilakis tersi istikamette, antidemokratik, çağdışı, tekçi ve vesayet üreten anlayışı benimseyen bir düzen… Ruhunda Kemalizm var, Laisizm var, despotizm var, ceberut ve jakobenlik anlayışı var?

***

Nitekim bu anlayışa sahip olan düzen tüm müştemilatıyla yüz yıldan bu yanadır, ülkeye ve millete “sosyal, ekonomik, kültürel” zenginlik açısından, bir şey verebilmiş değildir. Zerre-i miskal katkı sunmadığı gibi ilerleme açısından da bir arpa boyu kadar yol alınabilmiş değil.. Sürekli kendiyle çelişen, çatışan, iç buhran geçiren travma yaratıcı, olmuştur... Görünen o ki; bu sistem var olduğu sürece de “ülke ve milletin” bir yere varamayacağı aşikârdır. Kimse de bunu inkâr edemez.

***

Kaldı ki bu düzenin ısrarla savunucusu olanlar dahi son yıllarda, itiraf ederek “bu düzen, bizim düzenimiz değil. Ne yerlidir, ne millidir” deyip, eleştiri ve şikâyetlerini dile getiriyorlar… Bu da demektir ki; insanların getirmiş olduğu vaz-i kanunlar, yasalar, hukuki mevkuteler insan temel hak ve özgürlüğüne cevap vermiyor? 85 milyon insan bir bütünlük içerisinde, bu düzenden şikâyetçidir. 

***

Ne olursa olsun bu düzenle ne ekonomi ilerler, ne teknoloji ilerler, ne ahlak ilerler. Hiçbir şey ilerlemez.  Ki herkesin ortak görüşü de “bu düzen böyle devam ettikçe, ülke ve millet olarak travmatik milli ve yerli hadiselerle yüz yüze gelmeye devam edeceğiz?”

***

Kemalizm düzeni, hiçbir zaman memlekete yarar getirmemiştir, getiremiyor. Zira yüz yıldan beri bu düzende kan var, gözyaşı var, vurgun var, rüşvet var, talan var, terör var, var da var. Her şey vardır.  Devlet olarak, millet olarak bunu yok etme kabiliyetine haiz değildir. Olmadığına göre bu düzeni değiştirmek gerekiyor.

***

O zaman yapılması gereken nedir diye sorsanız? Elbette ki denenmiş denenmez! Denir ya zararın neresinden dönersen kardır… Zararlı yoldan dönmemiz gerekir... Bu milletin yüzde 99’u inanmış bir millet olma hasebiyle, bunu kurtarabilecek tek yol İslam’ın yoludur, inancın yoludur, Kur’an’ın yoludur. Yani; Sünnet-i Seniyye’dir.

***

Selametli yol, sağlıklı yol, sıhhatli yol, cadde-i kübra-yı İslamiyedir..  İslam’ın en büyük caddesi olan İslam hakikatleridir. Bu milletin bu yolda gitmesi lazım. Eğer ki bu yola meyil edilmezse, düzeni bunun hamuruyla yoğurmazsanız, ustadın ifadesiyle “sittin sene” aynı dert aynı çile, aynı sorunlar “katmer katmer” artarak büyür…

***

Ne diyoruz? Milli iradeyi temsil eden bir Meclis var... Bir taraftan hükümeti seçiyoruz, bir taraftan da mebusları seçiyoruz... Meclis’te yasalar çıkarılıyor... Peki, çıkarılan yasaların hangisi sadra şifa verici olmuştur… Gelen giden iktidarlar, muhalefetler, milletin beklentilerinin hiçbirine cevap verebilmişler midir? Hayır...  Ki vermeye de niyetleri yoktur.

***

Demem o ki.. İslam hakikatlerine sarılmak lazım.. Kur’an hakikatlerine sarılmak lazım.

İşte Selçuklular.. 

Abbasilerin gittiği yolda yürüdüler..

Ki Osmanlı da…

Ta Viyana kıyılarına kadar at koşturdular…

Bu, aşikârdır ve tarih sayfalarına geçmiştir.

Bunların hepsi “La ilahe illallah” gölgesinde gerçekleşmiştir.

Bugün al bayrağımızın ay yıldızı da buna şahittir.

***

Peki, ne oluyor da bize o yolları terk etmişiz?

Aba ecdadımızı tanımıyor durumdayız.

Yeni yeni bazı uyduruk yasalarla “köstebek misali” üzerimize toprak atıyoruz…

Bu itibarla 85 milyon insanın istek ve arzuları nettir diyorum…

Milli İradeyi temsil ettiğini beyan eden TBMM’ne düşen gerçek görev buna sahip çıkmasıdır…

Çünkü Milli irade demek, milli inanç demektir…

O da Kur’an’a bağlılık demektir.

Sünnet-i Seniyye’nin hakikatlerine bağlılık demektir.

Şunun bunun, Avrupa’dan ithal edilen batıl kanunlara, sistemlere bağlı değildir…

Beşeri sistemlerle memleket yönetilemez ve bu yolda yürütülemez.

İlla ki ilahi hükümler olmalı…

Orta yerde gerçekler vardır. Tarihten ibret almak gerekiyor.

***

İnandığımız, bağlı bulunduğumuz Kur’an-ı Kerim vardır.. O Kur’an ki 1400 sene evvel Hz. Muhammed (S.A.V)’in kalbi üzerine vahiy olarak gelmiştir... O günden bugüne, ona inanan ülkeler ve milletler, her daim zaferler üstüne zaferler kazanmıştır…

Kur’an’a sırtını çeviren bir toplum ne Müslüman sayılabilir, ne de kendi siyasetinde başarılar elde edebilir.

***

İslam dünyasının aklını başına alması lazım, Kur’an’a sımsıkı sarılması lazım.

Âl-i İmrân suresinin 103. Ayetinin mealini okumamız ve okutmamız lazım.

“Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.”

En derin saygı ve sevgilerimle.