MEVCUT DÜZENİN KAYNAĞI NEREDEN GELİYOR VE NEDİR?! (VII)

Sevgili okurlar.

Bugün, sohbet serimizin yedinci faslını icra edeceğiz! Ne yazık ki önem arz edici toplumsal halimizi ortaya koyan sohbet başlığımıza, samimi ve ihlaslı bir yanıt alabilmiş değiliz. Tabi bu yanıtı, ülkenin idaresinde söz sahibi olan iktidar başta olmak üzere, milli iradeyi temsilen meclise giden tüm siyasi partiler ve liderleri, mebuslar da dâhil, henüz bir yanıt alabilmiş değiliz... Ki bu yönde bir yanıt vereceklerini de sanmıyorum! Eğer ki cevap verebilme cesaretini göstermiş olsalardı, Türkiye’nin hal-i pür melali böylesi bir perişanlığa mahkûm edilmezdi! 1,5 asırdır aynı rotada gidiyoruz!

***

Hâsılı, biz yine dilimizin döndüğü, havsalamızın aldığı kadarıyla, cevap vermeye çalışacağız… Ve diyorum ki bu mevcut düzen, dün olduğu gibi bugün de ne yerlidir, ne millidir, ne de tarihsel bir mirasa sahiptir... Halk deyimiyle “neidüğü belli olmayan bir kaynaktan” üremiştir, batıya endekslidir, ruhu da batıldır… Çünkü maceraperest masonik kafalar tarafından bu millete dikte edilmiş, dezenformasyonla, algı üretimi yaratarak, kabul ettirilmeye çalışılmıştır! Ve buna da, öylesine bir güvence sağlamışlar ki getirip, kırmızı kaplı Anayasa kitabının dibacesine yerleştirmişlerdir…

***

Bakınız, tüm mevcudiyetiyle, ülkenin ve milletin tarihsel kimliğiyle, inancıyla, kültürüyle, medeniyetiyle aba ecdadının bıraktığı mirasla zerre-i miskal imtizaç sağlamadığı gibi, bilakis hasım beller bir anlayışın savunucusu ve kollayıcısı olmuştur... Gün gelmiş, milletin bin yıllık tarihine, geçmişine, dinine, diline, inanç kültürüne karşı savaş açmıştır… Nitekim tarih sayfaları şahit... Camiler mi, medreseler mi, Kur’an kursları mı, nicelerinin kapılarına kilit vuruldu? Âlimler, ulumalar, mollalar “sakıncalı” görülerek, kimi idam edildi, kimi zindanlara atıldı, kimini de sürgünlere mahkûm etti…

***

Yine gün gelmiş, bin yıllık kardeşlik bağıyla bağlı olan millete “tekçi vesayetçi, ırkçı, şoven” anlayışı dikte ederek, “dil ve ırk” inkârıyla, halkları birbirine düşman etmiştir... Gün gelmiş; “milliyetçiliği, muhafazakârlığı” hasım görmüştür. Demem o ki; mevcut sistem sürekli toplumsal bir kutuplaşmanın ateşini körükleyerek, şiddetin, terörün, kan ve gözyaşının adeta üreme zeminine su taşımıştır… Her 10 yılda bir darbeler, her beş yılda bir muhtıralar... Ve sürekli milli iradeyi askıya alıp, demokrasiye ab-ı hayat tanımamıştır…

***

Yani akla ziyan bir mekanizmayı işletiyor mevcut düzen! Ülkenin ve milletin beyni, aklı, bunu kaldırmazken, ne yazık ki memleket yıllardan beri böyle yönetile gelmektedir... Ve sürekli kan kaybettirmiştir, kazanımı hiç olmamıştır... 1,5 asırdır aynı sistemin çarkı içerisindeyiz… Peki, kalkınmanın neresindeyiz? Teknolojinin neresindeyiz? Çağdaşlığın neresindeyiz? Var mı elde bir veri, ya da ulusal ve uluslararası arenada bir söz sahipliğimiz? Yok…

***

Sadece aldatmaca kavramlarla toplumu uyuşturma cihetine gidilmiştir... Garip olan da bunu ustaca yapabilmişlerdir. CHP’nin eski projeleri, gelen giden iktidarlar tarafından Türkiye insanına yıllar yılıdır, yutturulmaya çalışılmıştır… Her ne kadar, CHP yüz yıldan beri iktidar yüzü görmemişse de, tek başına ülkeyi yönetme noktasında iktidar olmamışsa da, gelen giden sağ partiler hep onların nam-ı hesabına onların projelerini uygulamaya gelmişlerdir?

***

Dün sorduğumuz gibi bugün de soruyoruz? Mademki ciddi ve samimiler, o zaman bunu değiştirerek yeni bir proje, yeni bir plan oluşturmaları gerekir. Bu da yeni anayasayla mümkündür. Nitekim Cumhurbaşkanı da zaten ısrarla “yeni anayasa” vurgusu yapıyor. Eski anayasa ne tarihimize, ne kültürümüze uymuyor. Uymayan bir anayasayı nasıl milletimize kabul ettirmişler? Bu soruya da kimse cevap veremiyor?

***

Cumhurbaşkanı, bu anayasanın değiştirilmesi gerektiğini ısrarla vurguluyor... Ve de meclisteki tüm partilere de çağrıda bulunuyor.  Demek ki sorumluluk meclistedir… Ki 600 milletvekili o meclisteki koltukları ihraz ettiklerine göre, bunun da riskine katılmaları gerekir. Ama gel gör ki, sanırsınız “sağırlarmış” gibi kimseden ses çıkmıyor... Cumhurbaşkanı söyleyip durmasına rağmen, muhalefet partilerinin hiçbirinde “evet” çıkmadığı gibi, ses veren de yok…

***

Hal böyle olunca, sormak lazım?  Ey seçilmiş vekiller! Sizler ki “milli iradenin” birer temsilcisi olarak, meclise gittiniz... Ve seçim meydanlarında da hep bağırıp, çağırdınız “Yeni Anayasa, Sivil Anayasa, Sıfır bir Anayasa?” Eee, nedir bu kaçak güreşme? O zaman sizin, Meclis’te ne işiniz var? Niye oradasınız?

***

Siz darbeci, vesayetçi bir Anayasayla Türkiye’nin yönetilmesini içinize sindiriyor musunuz? Siz, bunun devamından yana mısınız? Siz, “dün dündü, bugün bugündür” diyenlerseniz, bilesiniz ki vahim bir yanlışın içerisindesiniz? Yaptığınız, aldatmacadan ibarettir. Siz, yeni darbelerin, yeni darbe kanunlarının getirilmesini mi istiyorsunuz?

***

Eğer ki yok diyorsanız; o zaman Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çağrısına kulak vermeniz gerekir! Teklifini can kulağıyla dinleyip cevap vermeniz gerekiyor… Siz ki Milletin alın terinden dökülen vergileriyle maaşınızı alıyorsunuz… O maaşın, ettiğiniz yeminin, seçim öncesi verdiğiniz vaatlerin arkasında durun! Milletin vekili olma vasfıyla, vekâlete samimi olun… Üstlendiğiniz görevin vebali büyük ve ağırdır…

***

Netice itibariyle demem o ki Cumhurbaşkanı ne diyorsa haklıdır ve onun dediklerine de kulak verilmesi gerekir... İster muhalefet olsun, ister iktidar olsun, tüm partilerin tüm milletvekillerinin, samimiyet karinesi içerisinde bu sese, uzatılan ele, vaat edilen toplumsal mutabakat için, sorumluluk almaları gerekir...

***

Cumhurbaşkanı yanlış bir şey teklif etmiyor diye düşünüyoruz. Yanlış adam değil ki yanlış şeyler teklif etsin. Cumhurbaşkanı, çok büyük bir anlayışa sahip bir ilim adamıdır, aynı zamanda bir din adamıdır.  Ondan iyilikten başka herhangi bir kötülük gelebilecek düşüncesinde kimse olmasın. Millet de böyle düşünüyor…

***

Eğer ki Meclis tarihsel bir misyon üstlenmek istiyorsa, Cumhurbaşkanının tekliflerine tüm siyasi partiler ve milletvekilleri kulak vermesi lazım ve bir an evvel, bir masa etrafında buluşup, istişarelerde bulunsunlar... Herkesin uzlaşabileceği bir anayasa değişikliğine gidilsin…

***

Hep demişimdir… Anayasanın dibacesinde yer alan ilk üç madde ki dördüncü madde üç maddenin koruyucu maddesini teşkil ediyor... İşte bu maddelerin muhtevası ve taşıdığı ruh, milli ve yerli değildir. En barizi, birinci maddede yer alan “laiklik” ve “Kemalizm” ifadeleri.

***

Eğer ki Türkiye bir İslam ülkesiyse… Ve Milletinin yüzde 90’ı Müslüman ise... O zaman, onun Anayasasının dibacesinde besmele okunması gerekir. Allah adının getirilmesi lazım. İşte o zaman milli ve yerli bir anayasa olabilir.  Aksi takdirde Meclis, ağzıyla kuş tutsa milletin artık zerre-i miskal güveni kalmaz... Çünkü vaatlerini yerine getirmiyor. Yerine getirmeyen meclis de milletin vebali altından kendini kurtaramaz ve kalkamaz. Huzur-u ilahide A’dan Z’ye kadar herkes büyük sorumluluk altındadır.

Bir an evvel tüm milletvekilleri akıllarını başlarına alsınlar ve Cumhurbaşkanının yetkileri altında bu anayasayı değiştirmeye çalışsınlar.

En derin saygı ve sevgilerimle.