MEZOPOTAMYA BULVARINA MESUT YILMAZ’IN ADI!?

Sevgili okurlar..

Hiç kuşkusuz ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir “hukuk devleti” kimliğine sahiptir… Ki öyledir de..

Nitekim Anayasanın dibacesinde de yazılıdır…

Ama ne var ki iş fiiliyata gelince, arıza söz konusu…

Yani sahadaki uygulama hali hiç de “hukuki” bir görüntü vermiyor…

“Hukukun üstünlüğü” zafiyete düşüyor…

Bunun ana nedeni; kirli ve çıkarcı siyasetin galebe çalmasıdır…

Vücut bulduğu zeminlerde ne yazık ki devletin hukuksal vasfı göz ardı ediliyor…

Olaylar keyfiyete binaen tersyüz oluyor…

Toplumun üzerine Demokles’in Kılıcı gibi keyfiyeti içeren “hukuksuzluk” galebe çalıyor…

Hele ki Güneydoğu Anadolu coğrafyasında, özelde Diyarbakır’ımızda tarihe yönelik olup bitenlere baktığınızda, nice “hukuk adına” hukuksuzlukların yapıldığını biliyoruz..

Devlet kademesinde, makam ve mevki sahipleri bir yerlere geldiklerinde görüyoruz ki “burunlarından kıl aldırmıyorlar..”

Allah’a değil, devlete değil, topluma değil, kendilerine binaen nüfuz edici hal ve hareketlerde bulunuyorlar..

Rastgele, “akla ziyan” işler yapıyorlar…

Yaptıkları iş ve işlemlere bakıldığında ise ne hukuka, ne demokrasiye, ne özgürlüklere ve ne de milli irade kimliğine yakışmadığını görüyoruz…

Kerameti kendinden menkul bazı şahsiyetler, mülki amirliklere amir olarak atandıkları zaman, “ne oldum” delisine dönüyorlar…

“Dünyayı ben yaratmışım” edasıyla hareket ediyorlar..

Ki buna da kısm-i yönde, “bürokratik oligarşi” diyoruz…

Yaşananlar toplumun dikkatinden kaçmadığı gibi devletin ciddiyetinden ve işleyişinden de kaçmıyor…

Hele hele Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yüksek ferasetinden ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun Devlet ciddiyetinden ve hassasiyetinden, hiç kaçmaz!

Bir mülki idare amiri, ister Vali olsun, ister Kaymakam olsun, ister kayyım olsun, her ne olursa olsun, bulunduğu makam ve mevkinin işleyişi “hukuk devleti” kimliğiyle kaimdir…

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bir hukuk devleti olduğu hiçbir zaman unutulmamalıdır..

Aksi takdirde makam ve mevkisini, görev ilkelerini istismar ederek kötüye kullanma anlayışına yönelirse, işte o zaman kimse ona rıza göstermez, gösteremez de!

Velev ki ağzıyla kuş tutan olsa bile..

***

Sevgili okurlar…

Takriben iki yıllık süreç içerisinde Diyarbakır’da kayyımlık ve valilik görevini yürüten Vali Münir Karaloğlu’nun elle tutulur, gözle görülür “vahim derecedeki” yanlış uygulamaları söz konusu olduğu gibi; her şey de aşikâr!

Hem de resmiyet içeren sıfatları altında; bunlar yapıldı?!.

Son iki yazımda da belirttiğim gibi Diyarbakır’ımızda, bölgemizde hasbelkader AK Partinin siyasi saflarında yer almış bazı sıfatlarla çok yakınlık göstererek, “politize bir duruşla” hareket etti.

Katıldığı bazı toplantılar, organize edilen bazı şenlikler, özellikle halkın sevmediği o sıfatları göstermelik olarak makam arabasına bindirip bazı düğünlere gitmeleri, pür dikkat çekici bulundu…

Oysaki o tür insanlar, sadece görüntü olarak halka karşı kendini devlet adamlarının yanında göstermek üzere poz verirler…

Ki halkın üzerine büyüklük taslasınlar…

Aynı siyaset kimliğine sahip, ama Diyarbakır’da hiç sevilmeyen, hasbelkader milletvekili sıfatını almış kişilerin “taleplerini” yerine getirmesi…

Onların güdümüne girme halleri, toplum nezdinde ayrı bir vahamet gördü…

Özellikle, Ahmet Güneştekinin Diyarbakır’da tertiplediği “hafıza odası sergisi..”

Sergide 12 Eylül’de Diyarbakır cezaevinde yaşananlarla ilgili resimler, figürler ve görüntülere yer verilmesi…

Keçi Burcunda da o tarihte ölenlerin tabutlarının sergilenmesi..

Tüm bunlar, aleni bir şekilde yaşandı?!

Karaloğlu sergiyi ilk benimseyen isim idi..

Organizasyonda, Belediye’yi temsilen yetkililer bile görev aldı.

Ne zaman ki sergiye İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile AK Parti muhalifi isimler katılım gösterince!

Yaşananlara hükümet tepki gösterince; “direksiyon” çevrildi…

O güne kadar, sergiye ev sahipliği yapan Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Mehmet Kaya ile olan “içtikleri su ayrı gitmez” ilişkisi bozuldu…

Zıt kutuplarda yürümeye başladılar…

Ne gariptir ki aynı toplantıya iştirak eden ve aynı o sergiye katılan, hatta organizasyona katkı sunulmasını dahi isteyen Diyarbakır eski milletvekili İhsan Arslan’a herhangi bir tavır koymamakla beraber en sıcak bir şekilde dostluğunu sürdürdü…

Bu tutum düşündürücü olsa gerek!

Bir de Erbil Valisi Omid Xoşnav’ın Mart’ta 1’inci Mezopotamya Turizm ve Gastronomi Fuarı’na katılmak üzere geldiği Diyarbakır’da Vali Karaloğlu’na hediye ettiği “Kürdistan Albümü” de apayrı bir tartışma yarattı!

Bunlar Valinin sicil defterine eksi birer not olarak düştü…

İhalelere girmiyorum..

Özel yaptığı işler de dahil..

Kurumdaki yumruklaşmalar, kavgalar, adliyeye intikal eden “yolsuzluk ve usulsüzlük” dosyaları…

En son, Genel Sekreter Yardımcısı ile bir belediye çalışanının, daire başkanına “özel hayatıyla ilgili şantajda” bulundukları için, tutuklanma hadisesi…

Tüm bu saydıklarımıza bir halka daha eklersek…

O da Sayın Valinin aşırı derecede bölgecilik ve ırkçılık yapmasıdır…

Eski Başbakanlardan Rizeli Mesut Yılmaz’ın ismini Mezopotamya Bulvarını Batı Çevre yoluna bağlayan 3 kilometrelik caddeye vermesi hadisesi…

Bu da bize göre apayrı bir garabet teşkil etmiştir.

Diyarbakır kamuoyunun dikkatini çok çekmiştir.

Mesut Yılmaz her ne kadar hasbelkader bir dönem Başbakanlık yapmışsa da Diyarbakır halkına ne gibi bir iyiliği olmuş, nasıl bir yakınlık göstermiş ki bölgenin en işlek caddelerinden birine, “Mesut Yılmaz” adını veriyor?!…

Vaziyet, şayan-ı dikkattir.

Resimde görüldüğü gibi…

Sormazlar mı?

Sayın Valim..!

Mesut Yılmaz, Turgut Özal’dan sonra hasbelkader ANAP’ın başına geçmiş, Başbakanlık yapmış ise de merhum Özal’ın misyonunu hiçbir zaman taşımamıştır…

Yaşamadığı gibi var olan ilkelerini de tarumar etmiştir…

Aynı zamanda müthiş bir din düşmanlığıyla tanınan ve bilinen bir zat…

Yemek sofralarından şarap ve viski şişelerinin eksilmemesiyle beraber, inanmayan bir devlet adamı olarak ismi tarihe geçmiştir…

İmam Hatip Okullarının ikinci bölümlerinin kapatılması Mesut Yılmaz’ın talimatı ve eliyle oldu…

Nitekim bu mevzuuyla alakalı tarihe geçmiş bir cümlesi var.

“Ben İmam Hatip Okullarını kapatıyorum, ısrarlıyım, velev ki siyasi hayatıma mal olsa bile…”

Bunu söyleyen oydu..

Kamuoyu bunu unutur mu, unutmaz..

Onun için de sorar.

Sayın Valim!

Siz, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin valisisiniz…

Siz, AK Partinin ve AK Partinin siyaset adamlarının yanında sık sık görünmeniz ve aynı zamanda devlet valisi olmaktan daha fazlasıyla “siyasi bir kimlikle” valilik görevini yürütmeniz, tezattır…

Sizi o makama atayan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dır…

Sizin göreviniz “güveni, istikrarı ve şeffaflığı” önemsemektir..

Ki siz, dindar bir aileye mensup olduğunuzu ifade ediyorsunuz..

Çevreye de böyle bir görüntü veriyorsunuz…

Hal bu iken Diyarbakır’ın en işlek caddelerinden olan Mezopotamya Bulvarı Caddesinin uzantısını, “Mesut Yılmaz Caddesi” olarak resmiyete geçirmeniz neyle izah edilir?

Ya da ne amaç taşıyor?

Mesut Yılmaz’ın Diyarbakır halkı ile uzaktan yakından herhangi bir sıcak ilişkisi olmamakla beraber, Başbakanlığı döneminde dahi elle tutulur gözle görülür bir yatırım da söz konusu değil…

Niye Diyarbakır’ın önemli caddelerinden birine Mesut Yılmaz ismi levhalandırılıyor?

Yani isim noktasında onu Diyarbakır’da “ölümsüz” kılıyorsunuz?

Güzel bir söz..

“Ne ekersen onu biçersin..”

Demek ki, Valilik ve kayyımlık döneminde “ekilenlerin” karşılığı, yani biçilen “bu işi yapamadınız” noktasında, el çektirme, görevden alma oldu?

Tabi, Karaloğlu’nun akıbetinin Diyarbakır’ın diğer iki kayyımının da vücut bulması, apayrı bir sorgulama gerektiriyor!..

Nedendir acaba?

En derin saygı ve sevgilerimle.