SEKÜLER KAPİTALİZM’DE LİBERAL SİYASET!?

Evet, sevgili okurlar.

Malumunuz üzre, günümüz Türkiye’sinin içine düşmüş olduğu girdap boğucudur ..

Vaziyet, çok tehlikeli bir hal-i durumu gösteriyor...

Nereye elinizi atarsanız atın, tabiri caizse elinizde kalıyor...

Vahim bir olumsuzluklar zinciri söz konusu!...

Peki, suçlu kim?

İktidarlar başı çekse de asıl suçlu Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze dek kendini idame eden seküler anlayıştır...

Girdap, liberal kapitalizmin sonucuyla oluştu...

Çünkü her şey maddeye, yani maddiyata dayanıyor...

Bayatlamış, kokuşmuş, insan temel hak ve özgürlüğüne aykırı jakoben bir siyaset anlayışı, Türkiye’yi esir almış durumda..

Ki bu hal nerede olursa olsun, hangi ülkede bulunursa bulunsun, o ülke “karanlığa” gömülmüştür..

Yarınları aydınlık değil..

Hükümette hangi siyasi düşünce ve fikir olursa olsun; sonuç değişmez..

Lâkin hâkimiyet iktidarın elinde değildir...

Denir ya, iktidardır ama muktedir değil...

Nitekim Türkiye’nin siyasi tarihine baktığımızda, hep böyle olmamış mıdır?..

Nice iktidarlar geldi, ama hiç bir şekilde “milli iradeyi” temsilde muktedir olamadı..

İllaki batıla dayalı bir anlayışın güdümünde oldu...

Yanlış ceberuti bir anlayışla yola çıkan iktidarlar da sonuç itibariyle, “sadra şifa verici” bir adımları olmadı...

Zira millet olarak arkamıza dönüp baktığımızda nerdeyse 90-100 yıldan beri gelen-giden, “hep tekçi” anlayışın boyunduruğu altında olmuştur..

Özellikle muhafazakâr geçinen partiler...

Milletin dinini, İslamiyet’ini, inancını kullanarak muhafazakâr olarak halkın oyuyla iktidarı elde ettiler..

Ama ne yazık ki “muktedir” olamadıkları gibi hepsi CHP’nin tek parti şeflik ve dipçik anlayışını birer uygulayıcı oldular..

Bir türlü, CHP’nin inşa ettiği tabuları delip geçemediler....

Tam tersine o anlayış güçlendirilmiştir..

Her ne kadar, zaman  zaman yapılan çıkışlarla millete teselli vermişler ise de işin ortasında veyahut sonunda, “kep düştü, kel göründü” misali, kendilerini ele veriyorlar..

Hani Demirel’in Doğru Yol’u ve Demirel?

Hani Turgut Özal’ın ANAP’ı ve Turgut Özal?

Hani Mesut Yılmaz?

Hatta Erbakan Hocaya kadar…

Anlayış, gidişat, halkın oyları ve inanan muhafazakâr milletin büyük gücü, ne yazık ki hep tek taraflı anlayışın mengenesinde yontularak, yok edildi...

Bugün o siyasiler ve partilerin esamisi okunuyor mu?..

Ya da varlar mı?

Maalesef, toplum oldukça dejenere olmuş?..

Nasıl bir rotada meçhul, kıble derseniz kendinden bihaber, nereye gittiğini bilmiyor..?

Bir meçhuliyet var..

Devlet, kamu kurum ve kuruluşlarındaki vurdumduymazlık, hantal çalışma şekli, vatandaşa “bugün git yarın gel, öbür gün gel” gibi savsaklamalar, “rutin” hale geldi...

Sıradanlaştı...

20 yıldan beri iktidarda olan AK Parti, bu milletin ümidi olarak yola çıktıysa da fakat ne yazık ki o da milletin beklentilerini tam manasıyla verebilmiş değil...

AK Parti hal-i durumunu irdelemelidir..

Şunu da burada dillendirmeden geçmek istemiyorum..

“Hastalıklı göz, engelli gözden iyidir” anlayışıyla yola çıkarsak, AK Parti ve devletin başında Başkan Recep Tayyip Erdoğan olmasaydı, bugün Türkiye’deki inanç şekli, Müslümanların yaşam özgürlüğünün varlığı söz konusu bile olmazdı.

Bunu da hiç kimse inkâr edemez.

Peki bu yeterli mi?

Bize göre, yeterli değil.

Zira kangrenleşmiş, kokuşmuş, her zaman patlamaya hazır olan bir yara var...

Bu yara, kan ve irinle dolu..

Yaranın patlaması söz konusu iken, neşter vurulması lazım iken, ne hazindir ki, merhemle tedavi etmeye çalışılıyor..

Ki bu da abesle iştigaldir diye düşünüyoruz.

Bu millet, bu partiden, özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan köklü bir çözüm istiyor.

Başlık olarak kullandığımız “SEKÜLER KAPİTALİZM’DE LİBERAL SİYASET"in anlayış hâkimiyeti tüm hızıyla devam ediyorsa, milletin beklentileri de suya düşmüş oluyor.

“Seküler kapitalizm ve liberal siyaset”, bu dört kelime birbirinin tefsiri durumundadır.

Biri diğerini açıklıyor olması çok önemlidir.

Seküler kapitalizm; yani toplumu günlük hayat akışlarından, helal çalışmadan, inancından, İslam’ından uzaklaştırarak, İslam’ın ana çizgilerinin üzerine çizgi çekerek her şeyi mubah görerek, toplumu tam manasıyla mana değerinden uzaklaştırıp, maddeperestlik haline getirmesiyle o toplum, o devlet, o milli irade peşinen diyoruz ki kendini bitirmiş demektir.

Liberal siyaset; sermayeye dayalı bir siyaset, hiçbir zaman şaibelerden, rüşvetten, kirli anlayışlardan kendini uzak tutamaz, arındıramaz.

* * *

Yıllar yılı AK Partinin bünyesinde yaşayan bir Sedat Peker’in hali pür melaline bakın.

Nasıl devleti, devlet adamlarını kirli iftira hegemonyası altına almış, oldukça devleti sarsıyor olma haline bir cevap bulamıyoruz.

Ey Sedat Peker, sen yıllar yılı aynı iktidarın himayesinde ve gölgesinde yaşadın, aldığını aldın, verdiğini verdin?

Dostluk kurdun, senden bir ses seda çıkmadı.

Neyse.

O bizim meçhulümüz tabi.

Ama bugün Süleyman Soylu’nun, Mehmet Ağar’ın, bilmem Binali Yıldırım’ın vs. tüm iktidar partisinin geçmişe yönelik yanlış uygulamalarını deşifre ediyorsan, kamuoyu nezdinde sen geç kalmışsın.

“Niye geç kaldın?” sorusuna da cevap veremezsin.

İktidarın yıllara dayalı nimetlerinden imkânlarından faydalanırken sesin çıkmıyordu.

Şimdi nasıl oluyor da yaftalar düzenleyerek İçişleri Bakanı değerli insan Süleyman Soylu’ya ağza alınmayan kelimeleri yakıştırıyorsun?..

Eğer Sedat Peker bu işleri biriktirerek bugüne bırakmışsa ve bunları yazabiliyor, çizebiliyorsa, bize göre yine suçlu, kokuşmuş, liberal, kapitalist ve sekülarist bir sistemin varlığından dolayıdır.

Yani anlaşılan budur ki bu sistem, yani seküler kapitalist liberal kupkuru bir demokrasiden ibaret olan bu kavramlar topluma bir şey vermemiştir, veremez de.

Vermesini beklemek de abesle iştigaldir.

Netice itibariyle bu durum iktidar partisinin her gün biraz daha ibresini aşağıya çeker.

Yükseltemez.

Ancak tek çare mevcut anayasayı kökünden değiştirip, yepyeni bir anayasayı çıkarması lazım...

Seküler Kemalist bir anlayıştan uzak olmalı?..

Yani CHP’nin tuttuğu o dalı koparıp yepyeni filizlenmiş meyveli bir ağaç olarak yeni Anayasayı dikmenin zamanı gelmiş de geçiyor bile.

Mevcut sistemin bünyesinde yaşanmakta olan liberalizm, kapitalizm, sekülarizm anlayışları devleti ve tüm kamu kurum ve kuruluşlarını yıpratmış durumdadır.

Yasama, Yürütme ve Yargı erklerinin haline göz atarsak; çok şeyler ortaya çıkacaktır.

Mevcut olan sistemin üç sacayağında dönen dolaplar, antidemokratik uygulamalar, halkı hukuksuzca yöneten bir anlayışı ikmale getiriyor!...

Hukuk ilkelerinden uzak, sadece ideolojik ve "nasıl çoğunlukla oy alabilirim?” düşüncesiyle yola çıkan iktidarların yaptıkları her şey apaçık ortaya çıkar...

İnanıyoruz ki bırakın Sedat Peker’in şahıslara karşı yaptığı yaftaları, aslında rejimin bünyesindeki çok büyük kirlenmelerin varlığına da şahit oluruz..

Ki kimse, bu kirlenmeyi inkâr edemez.

Toplumsal günlük hayat akışındaki uygunsuzluk, fesat ve fitne unsurları diz boyu.

Fuhuş, uyuşturucu, masum insanların akıtılan kanı had safhada…

Peki, buna çare nedir?

Çaresi yok mu?

Var.. O çare de, Meclisin, “Halkın milli iradesini” temsil eden, milletvekilleridir...

Öyle ya, mevcut yasama erki olan TBMM’deki 600 kişiye, milletvekili deniliyor...

Peki, ne yapıyorlar?

Yürütme olan yerel idareler?..

Valilikler, Güvenlik Teşkilatları...

Bunların günlük çalışma biçimleri ne yazık ki bir arpa boyu kadar millete inandırıcı bir çalışma aktifliği içerisinde değiller...

Hele hele Yargı, tam bir muamma!?..

Yargının bünyesindeki İş Mahkemeleri ve İş Kanunlarının gölgesinde vücut bulan tek taraflı, bağımsızlığını ve yanlılığını yitiren hukuk anlayışının uygulamaları, akla ziyan...

Enva-i hukuksuzluklarla, milletçe karşı karşıya kalmaktayız.

Bunları hep görüyoruz.

Uygulamaları da, biçimlendirmeleri de.

Hele ki aynı kurumun bünyesinde liberal bir para kazanma hâkimiyetinin anlayışı çok büyük tehlike arz etmektedir...

Adliyenin kapısından tutun da cezaevinin ortasına kadar, nerden tutarsan elinde kalır.

Rant, haksız yere kazanç, başkasının cebinden hileli yollarla para çekme, adeta bir sektör haline gelmiştir...

Hem de adalet ve hukuk savunucusu olan baroların bünyesindeki bazı avukatların oluşturduğu; bir şeytan üçgeni.

Tabiatıyla biz burada tüm adalet mensuplarını veyahut tüm baro mensuplarını kastetmiyoruz.

Mesleğini sektör haline getiren bir lobiyi kastediyoruz.

Bazı rantiyeci, kayıt dışı para kazanan avukatlar!...

Devlete zerre kadar kazancının vergisini vermeyen bir lobiyle karşı karşıya bulunuyor, devlet!...

Aynı paralelde yürüyen bir bilirkişi sektörüyle de karşı karşıya bulunuyoruz...

Aynı paralelde zuladan haksız yere zenginleşme anlayışıyla yola çıkan, kendine “işçi hakları” adını kullanan da ayrı bir organizasyon!.

Bu üçlü girişim adliyeyi sarsıyor.

Hukuku sarsıyor.

Devleti, hükümeti ve sermaye çevrelerini gerçekten sarsıyor.

Bu üçlü ittifakın adına şeytan üçgeni diyoruz.

Bu şeytan üçgenine artık dur denilmelidir.

Devleti, devletin hâkimlerini, mahkemelerini, sahte, uyduruk, akla hayale gelmeyen senaryolarla ikna yollarını kullanarak, yanıltan kirli bir organizasyon!

Buna artık bakanlığın, HSK'nın, devletin, hükümetin el atmaları gerekir.

En derin saygı ve sevgilerimle.