Görüş Bildir

SEKÜLER KAPİTALİZM’DE LİBERAL SİYASET!? (III)

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği üzre cumhuriyetimizin kuruluşundan günümüze dek devam eden toplumsal kargaşa, kavga, terör odakları, hem devleti, hem milleti inanılmaz bir şekilde sarsmıştır, yormuştur ve yormaya da devam etmektedir...

Zira bizim inancımız ve bilimsel olarak da düşüncemiz şudur.

Devletler, mutlak surette adaletin temel unsuruyla kaim olurlar..

İstikametini ve istiklalini koruyabilme şansını ancak “Adaleti” tesis ettiklerinde, yakalayabilirler...

Deniliyor ya; demokrasilerde mutlak hâkimiyet milli iradenindir.

Milli irade demek, inanan bir toplumun inancı paralelinde Allah’ın getirmiş olduğu hükümlere, emir ve yasaklara harfiyen uymasıdır...

Çünkü milli istikamet, milli istikrar eşittir milli adalettir...

Adalet olduğu zaman, zalim bir devlet olsa dahi zulmünü değiştirir.

Velev ki Müslüman da olsa zulmünü değiştirir...

İbresini, adalete çevirir ve istikametini dosdoğru belirler...

Aksi takdirde hiçbir devlet, milletini adil olmayan bir sistemle, idare edemez...

Mutlak surette “adalet mülkün temelidir” ilkesine uyması ve uygulaması gerekir...

İnanç da adaletin temelidir...

Lakin inançsız bir adalet de adalet sayılamaz.

Olsa olsa şekli olur.

Ki o da aldatmacadan ibaret olur.

İmam İbn-i Teymiye...

Allah ebediyen razı olsun.

Bakınız ne diyor?..

“Devletlerin, insanların sosyal dengelerini koruma şekli ve istikameti, adaletin varlığıyla gerçekleşebilir.”

Devlet bünyesinde az çok elde olmayan yanlışlıklar söz konusu olsa dahi, devlet hiçbir zaman hukukun bünyesinde zulmü yaşatamaz.

Hukuk adını kullanarak zulüm yapma, rant temini etme veya gerçekleri görmezlikten gelme şekli olursa, kesinlikle o devlet uzun ömürlü olamaz.

Temel esas şudur ki yine İbn-i Teymiye şöyle diyor;

“Kâfir bir devlet olsa dahi, hükümlerini kendi toplumu içinde adaletin, hukukun üstünlüğüne inanarak devam ederse, o uzun ömürlü olur.

Ama Müslüman bir devlet, ne kadar Müslüman olursa olsun, devletin temel felsefesinde inanca aykırı mezalim söz konusu ise o devlet uzun ömürlü olamaz.”

Yine İbn-i Teymiye şöyle devam ediyor;

“Dünyanın ömrü adalet ile olabilir.

O adalet yer yer küfür sistemlerinde olsa dahi, uzun ömür yaşayabilir.

Ama zulüm İslam’ın adıyla yapılsa dahi o devlet, uzun ömürlü olamaz.

Orijinal metni aynen şöyledir;

“Ed-dünya tedumu meal adli ve’l kûfri”

“Dünya adalet terazisiyle küfür terazisi arasında devam edebilir.”

“Vela tedumu meaz-zulmi ve’l İslam”

“İslam ile zulüm bir arada bulunduğu zaman o uzun ömürlü olamaz.”

Zira İslam adını kullanarak zulüm yapma şekli, devletleri ve milletleri uzun ömürlü yapmaz!...

Adalet, tüm varlıkların temel nizamıdır.

Eğer dünya adaletle, adalet gerçekleriyle ayakta duruyorsa, zulüm devam etmez.

 

***

 

Bakınız, sevgili okurlar.

Cumhuriyetimizin kuruluşundan günümüze dek devletin temeline, hem de anayasaların ve yasaların temel felsefesine yerleştirilen bazı kavramlar var ki, tümüyle birbirine zıttır, çelişkilidir ve kavgalıdır.

Zira bilime, tecrübeye dayalı değildir.

Bilimsel kariyerlerin deneyiminden geçmediği için, barış yerine kavga, inanç yerine küfür, sulh yerine ceberuti ve jakobenlik hali yaşatılıyor.

Mesela 1924’teki Anayasada geçen ifadeler ve Türk Dil Kurumuna yerleşen kelimeler üzerindeki anlaşmazlıklar.

Bunları burada incelersek, şimdiye kadar yazdıklarımız ve bundan sonra da yazacaklarımızın birer kanıtlayıcı delilleridir.

Bu tarihi gerçekler bizi onaylar.

Evet, ilk kargaşanın temel dayanak noktası ve başlangıcı şöyledir.

“Türk Milliyetçiliği ve Atatürk Milliyetçiliği Kavgası”

“Din ve Laiklik Kavgası”

“Temel Hak ve Özgürlükler Kavgası”

“Sendikacılık ve Sendikal Haklar Kavgası”

“Din ve Vicdan Hürriyeti Kavgası”

“Başkanlık Sistemi ve Parlamenterizm Kavgası”

“Sosyal Adalet, Sosyal Demokrasi ve Sosyalizm Kavgası”

Bu kavgalar paralelinde en önem taşıyan gerçek;

Milletin içinden din fonksiyonunun kaldırılmasıdır..

Bu kavgalar, yalnız milletin içinde değil.

Tam tersine millet sokaklarda yürürken, giyim kuşamlarından tutun da konuşma biçimlerine kadar, aile vaziyetlerine kadar, polis takibi altına alınması, bize göre her şeyin başı buradan kaynaklanıyor...

Kavgaların çıkış noktası burası...

* * *

Siz değerli dostlarımıza şöyle tarihi bir vakayı paylaşmak istiyorum...

Bu gerçek vakıa, görüldüğü lüzum üzerine Osmanlı’dan Arapçaya çevrilmiş...

Orijinal metnin kupürünü de sizinle paylaşmak istiyoruz.

Çok önemli bir kupürdür ve tarihi bir gerçeği ifade ediyor..

Sultan III. Muradın döneminde devletin bünyesine yerleştirilmiş, dönemin Valileri olarak görev yapan bazı resmi insanlar.

O zamanın usulüne göre her Vali Paşalık unvanına sahipti.

Nereye Vali olarak atanmışlarsa beraberlerinde kan döken, insanların malını elinden alan, insanları haksız yere ya sürgün edip ya da cezaevlerine sokan, aşırı derecede baskıcı bir rejimi topluma dayatmışlar...

O esnada Deli İbrahim Paşa adını taşıyan bir Vali, Diyarbakır’a atanır.

Tabi Osmanlı, o zaman eyaletlerine pek hâkim değildi..

Otorite boşluğu vardı...

Bu İbrahim Paşa, aynı zamanda Valilik unvanını taşıyor.

Çok zulüm yapıyordu..

Ve “ben ne yaptıysam yanımda kar kalıyor” diye düşünüyordu.

Adalet sıfıra inmişti.

Mal, mülk, ırz, namus heba oluyordu.

Buna rağmen adaleti temsil eden dönemin Diyarbakır Kadısı (yargı mekanizmasını elinde tutan hâkim) bu sorumsuzluğa da göz yumuyordu.

Zira bu Valiyi Diyarbakır’a gönderen Sultan III. Murad.

Sultan III. Murad’ın hanımı da Diyarbakır Kadısının kız kardeşiydi.

Bu itibarla Padişah’ın gönderdiği Vali İbrahim Paşa’ya da söz geçiremiyordu...

Daha doğrusu hatıra binaen sorgulayamıyordu.

Vali Paşa da istediği şekilde at koşturuyordu...

Halka eziyet ediyor..

Diyarbakır insanı her gün biraz daha ona karşı büyük bir infial içerisinde bulunuyordu...

Çok insanlar işkence, zulüm, cefa görüyordu.

Eninde sonunda Diyarbakır’ın meşhur kalesi olan İçkaleye sığınıyor ve orada Diyarbakır içinde ona karşı çıkanları kurşun yağmuruna tutuyor.

 

***

 

Sözün kısası.

Cumhuriyet dönemindeki kavramlar arasındaki kargaşa yaratan anlaşmazlık yukarıda söylediğimiz gibi din nedir, laiklik nedir, bu her iki kelimeye bilimsel olarak açılım gelmemiştir.

Yapılmamıştır.

Sonrasında da kavga çıkmıştır.

Türk Milliyetçiliği ve Atatürk Milliyetçiliği nedir belirsizliği kavgası.

Daha vs. vs.

Tüm bunlar devletin bünyesine yerleşmemiş veya yerleştirilmemiş gerçek adalet terazisi ve hükümran olmayan hukuk.

Ne yazık ki günümüzde de nerdeyse aynı haller zaman zaman yaşanıyor.

En derin saygı ve sevgilerimle.

 

 

 


Bu Makale 2550 kere okunmuştur.