SİYASETİN GERÇEK YÜZÜ VE ÇELİŞKİLER..? (III)

Sevgili okurlar...

Aynı başlık altında hasbıhalimizi sürdürüyoruz...

Bugün, daha geniş, kapsamlı bir biçimde olayları da güncelleştirerek, irdeleyeceğiz...

Medya grubumuz, kuruluş tarihi itibariyle günümüze dek hep “memleket meselelerini” ele almıştır,,,

Olup-biteni irdelemiştir...

Kanaat getirip sonuçlandırdıklarını da “tavizsiz” olarak kamuoyuyla paylaşmıştır.

Özellikle bölgemizin, özellikle de Diyarbakır’ımızın “kanayan” meselelerini, içerisinden çıkılamayan hadiseleri, toplumsal mutabakat noktasında kaleme almıştır...

Gerek haber noktasında, gerekse de yorumlarda; en hassas noktası, “doğruya doğru, yanlışa yanlış” demek olmuştur...

Bugün de aynı çizgideyiz...        

Ki yarın da..

Ve dilimizin döndüğü, kalemimizin de yazdığı kadarıyla; yazmaya devam edeceğiz..

Zira memleket meseleleri demek kangrenleşmiş, özellikle kokuşmuş siyaset platformunda “yer alan” hadiselerdir..

Ne yazık ki hal-i hazırdaki görüntüler dün olduğu gibi bugün de hiç de iç açıcı değildir..

Ki olacağa da benzemiyor..

Çünkü siyaset, “çok yüzlü” bir rotada yürüyor...

Çelişkili...

Yani vaziyet, gün gibi aşikârdır.

Ama gel gör ki “itibar” görüyor, prim alıyor..

Ve düşündürücü olan da “ahali” olup-bitene nasıl kanıyor?

İşte bunu anlamak zor...

***

Demem o ki bu millet, şanlı, şerefli, izzetli bir millet olma hasebiyle arkasına dönüp geçmişe yönelik tarihini, kültürünü, inancını, örf adetlerini irdeleyip elde ettikleri tüm tarihi gerçekleri birleştirip, yaşanan ve yaşatılanları irdelemelidir...

Aynı minvalde, siyaset masasının üstüne sermesi gerekir.

Hem iktidarı, hem muhalefeti sorgulamalıdır..

Ki siyaset de “kendine” çeki düzen versin..

***

Siyasete ve siyasilere de düşen, “samimi ihlâslı, şeffaf, doğru ve gerçekçi” bir politika, ortaya koymaktır...

Yani, iyiye iyi demelidir, kötüye de kötü demelidir...

Zigzag, çizmemelidir..

Kötüyü iyi göstererek, iyiyi de kötü göstererek veyahut çok kötüyü az kötü olarak gösterip, ortalık güllük gülistanlık gibiymiş gibi sunmamalı..

Böylesi bir hıyanet, ne kendisine ne de bu millete hiçbir şey kazandıramaz.

Ki bugüne kadar da kazandıramamıştır.

Lütfen artık, “ikiyüzlü” siyasete aldanmayalım.

Ve siyasiler de ikiyüzlü olmamalı..

***

Nitekim kimin hangi işlerle uğraştığını, devletin tüyü bitmemiş yetimlerin bütçesinden nasıl rantlar temin edildiğini, nelerin kimlere peşkeş edildiğini, bu milletin yüz yıllık siyaset hayatı içerisinde, deşifre etmiştir..

Ki etmeye de devam ediyor.

Biz de bu deşifrenin içinde yer alan bir medya grubuyuz...

Ülke ve millet için elzem olan hakikatlerdir..

Ve  hiç kimseden gerçekleri ve olayları saklamayıp, kendimizi de “dilsiz şeytan” durumuna sokma gibi bir niyetimiz de yok.

Allah korusun, biz ona tenezzül de etmeyiz.

Nitekim Abdurrahman Dilipak’ın Yeni Akit Gazetesindeki dünkü yazısına bakıldığında bizi teyit eden, güçlendiren çok ibretli ve imalı cümleleri okuyup alabilirsiniz.

Yazılanları, not defterlerinizin tarihine kaydedebilirsiniz.

Dilipak’ın “BİR İŞİN İÇİNDE HERKES VARSA” başlıklı dünkü yazısını pür dikkatle okumanızı tavsiye ediyoruz.

“Bakın kötüler kötüdür. İyi görünen kötüler daha da kötüdür.”

Sayın Dilipak Hocanın bu ifadesinden anlaşıldığı üzere siyaset alanında çok yalaka, yalaka olduğu kadar da çok rantiyeci ve rantiyeci olduğu kadar da çok korkak, ufak ve ince bir çıkarı uğruna tüm varlığını bir çırpıda feda edebilecek düşük insanların varlığı tartışılmazdır..

Dilipak Hoca diyor ki;

“Bakın kötüler kötüdür. İyi görünen kötüler daha da kötüdür. Onlardan kurtulmak için onlarla savaşmadan önce biz yakamızı kendi şeytanımızın elinden kurtaralım, kendimizi kurtaralım ki, Allah’ın yardımı bize ulaşsın ve bu zalimlerin elinden kurtulalım.”

Bu cümle çok anlamlı bir cümledir.

Siyaset dünyasına bakıldığında, iktidar partisinin etrafında çöreklenmiş ve aynı zamanda yalaka, riyakâr, hudbin ve hudfroş kimliklerle karşı karşıya kalınıyor...

Hûdabin insanlar çok nadir görülüyor, özellikle de mevcut siyaset dünyasında.

Bakınız, sevgili dostlar.

Dilipak, tarihten bazı örnekler getiriyor ve diyor ki;

“Sahi bir zamanlar medyada Karacan’lar, Simavi’ler vardı, ne oldu, şimdi neredeler, ne yapıyorlar. Uzan’lar, Ilıcak’lar nerede! Geldikleri gibi gidiyorlar. Sermaye de böyle. Bir zamanlar alkışlananlar düşünce yardımına gelen kimse olmuyor. Hani “Düşenin dostu olmaz” derler ya, işte o hesap, ayakta iken alkışlayanlar, elini öpenler, oturunca ya dağılır ya eleştirmeye başlarlar. Düşünce, çevrendeki o en fazla alkışlayanların bir kısmı Brütüs’e dönüşürler ve tekmeyi ilk vuran onlar olur.”

Evet, Sayın Dilipak’ın yazısından aldığımız bu satırlara biz de ilave edelim.

Allah aşkına bir bakalım.

27 Mayıs 1960 darbesinden sonra iktidara gelen Doğru Yol Partisi lideri Demirel’in Başbakanlığa seçilmesi ve kendi kafadarlarını devletin kilit noktasına ataması..

Siyasi hayatına bakarsak...

Kendisine dair atılan bir slogan vardı...

“7 defa gitti 6 defa geldi..”

Oy devşirme adına icra ettiği “siyasi şovları” hatırlarsak...

Ne diyordu..

“Benim iktidarımda herkes artık elini göğsüne vurarak ben Müslüman’ım diyebilecek..”

Ama gel gör ki “aksi” siyasetin kulvarında koşuyordu...

Hafızalarda bir aile fotoğrafı vardı...

Kendi derdi; “bu fotoğraf benim ailemdir.”..

Cavit Çağlar ve yeğeni Yahya Demirel’in yaptıkları işler, devletin en ücra köşesinden elde ettiği çıkarlar sonucu devleştiler.

Ama fazla uzun sürmedi.

Hiçbir şey kalmadı, olduğu gibi bitti.

Bugün esamileri okunmuyor...

* * *

Dün Kanal A’da gece yarısından sonra baktım ki merhum Turgut Özal’ın anıları anlatılıyor.

Fiili çalışmaları ve konuşmaları topluma aktarılıyor...

Kendi kendime düşündüm ve dedim ki:

Ey Özal..!

Sen rahmete gittin ama şüpheli bir ölümle gittin.

Gerek Başbakanlığın döneminde, gerekse Cumhurbaşkanlığın dönemindeki dostların, yandaşların, ihaleci iş adamlarının kaçta kaçı bugün ayaktadır?

Hiç kimse kalmadı.

Herkes derbeder olup gitti.

Ama Semra Hanım da bugün evinin bir köşesinde oturmuş, zaman geçiriyor.

İki oğlu ve bir de kızı Zeynep vardı…

Bizim duyumlarımıza göre sefilleri oynamasa dahi babasının emekli maaşıyla mı yetiniyorlar acaba?

Etrafındaki o dev ihaleleri alan şirketler ve holdingler ne oldu?

Gerçekten bir şey yok.

Hepsi “ke en lem yekûn.”

Ondan sonra Başbakan olarak partinin başına geçen Mesut Yılmaz...

Ailesiyle beraber ki o dönemlerde deniliyordu ki Mesut Yılmaz, dünya siyaset adamlarının içinde en zenginleri...

O dönemin medyasında, yorumlanıyordu...

Hâlbuki bakın bugün hiçbir şey ama hiçbir şey yok.

Çevre de yok.

Allah taksiratını affetsin rahmetlinin.

Sözün kısası.

Kimse dünyanın şaşalı haline, sahte gülümsemelerine aldanmasın.

Zira gök kubbesi altında dönen dünyaya çarkıfelek deniliyor.

Döndükçe dönüyor.

Mevsimleri tazeliyor.

Olayları güncelleştiriyor.

Kışı kış, baharı bahar, yazı yaz, sonbaharı da sonbahar olarak gösteriyor dört mevsim.

İnsanlar ve diğer etleri yiyen hayvanlar için bir sofra-i rahmani olarak, Allah’ın bitmez tükenmez bereket sofrasından faydalanılıyor.

Ama içine haram katıldığında, başkasının hakkı hukuku katıldığında, ağır yemin ediyoruz sonu yoktur.

Sonuç badiredir.

Bugün olmazsa yarındır.

Yedi sülaleye mal oluyor.

Ve sonuç itibariyle mezarda dahi insana rücu ediyor...

“Gel ifade ver” diyor.

Hani 28 Şubat’taki dev generaller, paşalar, yüksek rütbeli üniformalılar?

Hani o Genelkurmay Başkanları?

Bugün esamileri yoktur.

Zira zulüm ile abad olan hiç kimse iflah olamaz.

Sonu berbat olur.

Kısacası şairin dediği gibi;

“Pek feleke aldanma felek eski felektir

Felek’in meşreb-i nasazı dönektir”

Bu slogan mevcut dönekli siyaseti de kapsamına alıyor...

Zira Türkiye’deki siyaset dünyasından dönen feleğin dolabı içerisinde eriyip gitmeyen yok.

Tek kelimeyle dünya kimseye kalmaz.

Kimse dünyanın şaşalı varlığına aldanmasın.

Hele hele iktidarın bünyesinde devleti soyup sömüren bazı holdingler helalden kazanç almamışsa hiç güvenmesin...

En derin saygı ve sevgilerimle.