Görüş Bildir

TARİH HEM TEKERRÜRDÜR, HEM İBRETTİR!?

Evet, sevgili okurlar.

Tarih hem tekerrürdür, hem de ders-i ibrettir!...

Tarihten ibret dersini almayanlar, geleceklerini kestiremezler...

Nitekim yaşanan ve yaşatılan hadiselerin “tekerrürleriyle” er ya da geç, yüzleşirler...

Olup-bitene katlanmak zorunda kalırlar...

İşte o zaman da “nedamet pişmanlık” fayda vermez.

Tarihi” bir ders-i ibret olarak algılaması gerekenlerin başında da “siyaset dünyası” gelmektedir...

Siyasetin rengi ne olursa olsun.

Fikri de düşüncesi de kimliği de etkin yapısı da fark etmez...

Konuştukları berrak, makyajlı ifadeler ne olursa olsun.

Milli iradenin” paralelinde gitmelidir...

Eğer değilse, çekirge bir sıçrar, iki sıçrar ama üçüncüsünde “yakayı” ele verir...

Bir ölçüde, “yalancının mumu yatsıya kadar yanar..”

Ahali, yanlış yöntemlere bir yere kadar inanır, ama sonra uyandığında, “o yalancı” için de iş işten geçmiş olur...

Çünkü uyandıktan sonra, kısa bir dönem diz döver..

 “Eyvah! Ben ne yaptım, niye aldandım” der...

Ama sonra, aldatanlara “sillesini” vurur...

Kötü laf söyler, eleştirir, sitem yapar, beddua eder, belki yeri gelince küfür bile eder...

Ancak iki taraf için de; “geçmişe mazi” derler...

Onun için, geçmişten ders çıkarmak lazım..

Tarih ders-i ibret vermek suretiyle bize diyor ki;

Ey Türkiye!

Uyan, yazıksın.

Bundan yüzyıl evvel Osmanlının son dönemini hatırla.

Yıldız sarayına giren, içten tahrip eden, yıkan o mel’un fareler kimlerdi?

Ne yapıyorlardı?

Gemiyi delik deşik ettiler.

Devletin gemisi öylesine su aldı ve yavaş yavaş batmaya yüz tuttu.

Battıktan sonra da herkes helak oldu...

Kimse kurtaramadı.

O kirli tahribatçı farelerin bir bölümü, padişaha karşı yalakalık yaparak güzel görünüm veriyordu...

Padişahın tüm sırrını öğrendiler...

Dış düşmanlara “sızdırdılar”...

İçteki piyonlar..

İşte bunların, kökeni ve asaleti belliydi..

Çünkü hepsi, Selanikli Yahudi dönmeleriydi.

Ama dost görünümlüydü...

İsimleri de Türkçe olarak değiştirilmişti.

Moiz Kohen’ler gibi.

Emanuel Karasu’lar gibi.

Yunus Nadi’ler gibi.

Daha sayabileceğimiz nice isimler var?...

Yıldız sarayının içine sızdırılan diğer hıyanet şebekelerinin dostluğu da (!?) hep ön planda tutuluyordu..

Bunların ana akımı da Jön Türklerden oluşmaktaydı...

Onlar da Namık Kemal, Ali Süavi ve Ziya Gökalp’lardı.

Bu isimler kavmiyetçilik ve ırkçılık taassubuyla yola çıkarak siyasi geleceklerini bu yolla temin etme hareketi içerisindeydiler.

El altından Selanik dönmeleriyle beraberdiler.

Bir ayakları da, Fransa’da kurulan Ermeni lobisine bağlı haçlı emperyalist güçlerdi.

Bu şeytan üçgeni Yıldız Sarayını içten içe yıktı.

Ve ne yazık ki 1908’de Meşrutiyet’i yürürlüğe sokarken, 1909’da uyduruk fetvayla Padişahı alaşağı ettiler...

Huzura Padişah’ın fermanını götüren şahıslar da, Padişah’a ve Yıldız Sarayına en yakın insanlardı...

İşte insan “tarihte vuku bulan” bu hadiseleri okuduğu zaman, bugünkü manzara ve olayları irdelediğinde, ne yazık ki aşağı yukarı aynı paralelliği arz ediyor gibi geliyor bize.

Nitekim 1950’de kurulan Demokrat Partiyi kuran Menderes ve Celal Bayar beş yıllık iktidarı çok güzel götürdü.

İkinci dönemi de aldılar.

Ama bakanlar içerisinde, Cumhurbaşkanına en yakın çok sayıda mason vardı.

Hatta Başbakana da yalakalık yapan çok liberal, demokrat olarak geçinen isimler vardı...

Aslında tamamıyla vesayetçilerin yani CHP’nin gizli adamları olup milletvekili seçilebilmek için Demokrat Partiyi kullanabilmişlerdir.

Ve hedeflerine ulaşabilmişlerdir.

Ama ikinci dönem sağlıklı geçmedi.

27 Mayıs darbesi gerçekleştirildi.

Nitekim Menderes ve iki arkadaşı idam edildi.

Bu işi tezgâhlayan her ne kadar İsmet İnönü ise de Cemal Gürsel gibi bazı masonik kafaların varlığı olmakla beraber partinin içinde de çok büyük masonlar yer alıyordu...

Menderes’i nasıl götürelim, yerine geçelim” anlayışına sahiptiler bunlar!.

Kader mi böyle diyelim, ne yapalım?

Turgut Özal’ın da aynı minval üzere haller yaşandı.

Nitekim bir sabah kahvaltı yaparken rihlet-i ebediyeye göç etti gitti.

Peki, faili meçhul bir ölüm müydü?

Tabii ki şaibeler çok...

Ki bir türlü işin içinden çıkılmadığı yıllardır görülüyor...

Failler kim?

* * *

Bakınız, sevgili dostlar.

Bugünkü AK Partinin içinde bulunan, dost görünüp de yalakalık yapan öylesine insanlar var ki bize göre bunlar partinin içinde görünmeyen birer “pimi çekilmiş” bomba gibiler...

Partiye karşı çok büyük kin besliyorlar..

Ki beslemektedir.

Bunlar, en büyük paya sahip olanlardır...

İki gün evvel Diyarbakır’a gelen, hem de HDP adına gelen İmamoğlu’nun gelişi bize göre hayra alamet değil...

Sergiye katılanlar arasında AK Parti zirvesine en yakın insanlardan birilerinin var olması da, dikkat çekici?

Sormazlar mı?

Sen bir yandan Cumhurbaşkanının tarihi bölünmez ve ayrılmaz bir parçası olarak gösteriyorsun kendini ve AK Partinin faziletinden kereminden faydalanıyorsun.

Dahası, akla hayale gelmeyen bir varlık içinde yaşamakta olduğunu bilmeyen yok.

Sen bundan 15-20 yıl önce aç ve çıplak iken bugün nerdeyse dünyayı pazarlayabilecek güce sahipsin.

Bunu sormak bize düşmez ama.

Kamuoyu bunu merak ediyor.

AK Partiye yakın olmakla beraber, hele hele şu Selahaddin-i Eyyubi Üniversitesinin kurucularından olma hali, apayrı düşündürücü bir gerçektir.

Bununla birlikte o Selahaddin-i Eyyubi Üniversitesinin sermayedarlarından birkaç kişi hariç, diğerlerine özellikle başrol oynayanlara hiçbir şey yapılmadı.

Ve iktidar da FETÖ, FETÖ deyip tutturuyor.

Bilemiyoruz bu manzara Türkiye’yi nereye götürecek?

Bize göre tarihten ders-i ibret alınırsa, bu tür yanlışlıkların üzerine gidilebilir.

Başarılı da olunabilir.

Ama eğer ibret alınmazsa, vallahi işimiz çok zor.

Dost olarak bizden acı gerçekleri hatırlatmaktır.

Keşke kendimizi dinletebilsek, ne güzel olur.

Ama heyhat!

Aynı o şeytan üçgeninin ne yazık ki Osmanlının son döneminde oynadıkları rol ne ise bugün iktidar partisinin bünyesinde de öyle düşünüyoruz ki böyle yanlış engellerin varlığını kimse inkâr edemez.

Ama dost görünüyorlar.

***

Evet, Sayın Dilipak Hocanın dünkü yazısından birkaç cümle sizinle paylaşarak yazımızı sonlandıracağız.

Böyle dönemlerde dostlar acı gerçekleri söylemezlerse gerçek dost değillerdir.

Evet, doğru söyleyeni 9 köyden kovarlar. Yine de biz doğru söyleyenlerden olalım, yaşasın 10. köy! Allah’ın rahmeti onlarla beraberdir.. “Hasbiler eleştirebilir. “Hesabiler olmayan kaftanınızın incilerine methiyeler dizebilir!

Çözülmenin sebebi olan yalaka tipler  “tatlı hayaller” ile dost göründüklerini rehavete sevk ederler, hatta “Kum fe enzir” emrine uyanlara karşı kışkırtırlar.

Aslında ilk ihanet edecek olanlar, o “kral’dan fazla kralcılar”dır. Brütüs’ler her zaman, her yerde vardır!

Bunlar sadece siyasette ya da bürokraside değil, STK, iş dünyası, cemaat yapılarında, her zaman, her ülkede, her toplulukta vardırlar. Onların çoğu ya cahil, ya gafil ya da müfsit karakterli, insin şeytanlaşmış şeklidirler. Aslında bunlardan etrafınızda ne kadar çok kişi varsa, Allah’ın yardımı onlara o kadar zor ulaşır. Rahmet melekleri onlardan uzaklaşır, çevrelerini gazap melekleri sarar.

Aradığımız Ömer diyordu ki, “Ben hata yaparsam ve yanımda duran biri benim yanlışımı bana söylemezse, benden uzak dursun, çünkü onda hayır yoktur. Eğer o söyler ve ben o söze itibar etmezsem; yine o kişi benden uzak dursun, çünkü bende hayır yoktur.”

En derin saygı ve sevgilerimle.


Bu Makale 3592 kere okunmuştur.