TARİKAT, ŞERİAT, HAKİKAT VE CEMAAT!?

Evet, sevgili okurlar.

Bugünkü sohbet köşemize başlık olarak kullandığımız ifadeler; tümüyle İslami terimlerdir..

Bin yıllık kültürümüzün birer temel taşı olarak bilinen bu kavramlar, ne yazık ki bazı çevreleri çok rahatsız etmiştir, etmektedir!.

Görünen o ki, kıyamete dek daha da rahatsız edecektir onları diye düşünüyoruz. 

Bu kavramların karşıtı ve bu kavramlarla zıtlaşan anlayışın kullandığı kavramlar ise Kemalizmdir, Sekülarizmdir, Laikçiliktir..

Bu üç fikriyatın, diline dolandırdığı bir de “irtica” deyimi var..

Kalpleri İslam’a ısınmayan bazı çevreler nerdeyse her platformda televizyon ekranlarında veya yazılı medyanın köşelerinde, kin kusarcasına bu kavramları nefretle dile getirip, karşılıyorlar...

Huylanıyorlar...

Deyim yerindeyse “kan” kusarak saldırıyorlar...

Kalpleri katılaşmış, ilahi nurdan yoksun, İslam’ın gölgesinden bile korkan bu tür laikçi çevreler, ne yaptıklarını bilemedikleri için, kirli ve yanlış düşüncelerin rotasında yürüyorlar..

Büyük şaşkınlık içerisindeler..

Ağızlarında bir şeyler geveliyorlarsa da, söylediklerini kendileri bile anlayamıyorlar..

Odaklandıkları tek bir hedef var...

Bu kavramlar üzerinden, illa ki İslam düşmanlığını yapmak..

Cemaat düşmanlığını..

Tevhit inancı düşmanlığını, körüklemek..

İslam, keferetül fecerelerin korkulu rüyasıdır..

Onlar için İslam ve İslami yapılar, birer korkutucu unsurlardır..

Ne yazık ki pusulasını şaşırmış, neidüğü belirsiz, kimliksiz nice keferetül fecereler, ülkemizde cirit atmaktadır..

Hele ki bunların bazılarının devletin önemli kilit noktalarında bulunmaları da tartışılmazdır..

Ki her şey aşikârdır.

Hiç kimse bunu inkâr edemez.

Medyamızda da var.

Sosyal medyada da var.

Bürokraside de var.

Var da var.

Ama yaptıkları, yapabildikleri bir şey de yok.

Sadece kin ve nefretlerini zaman zaman açığa vurarak kendilerini ele veriyorlar.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Evvelki gün, yani Pazar’ı Pazartesiye bağlayan gece…

Ulusal bir televizyon kanalında açık oturumda konuşan bazı zevatları izledim!…

Ki unvanları Profesör ise de Doçent ise de siyasetçi de olsa, parti lideri de olsa sadece ağızlarında bir şeyler geveleyip duruyorlar..

İnanın onlar da ne söylediklerinin farkında değiller.

“Ağzı olan konuşuyor” misali...

Birileri çıkmış diyor ki;

“Tarikatlar devletin bünyesine sızmış, devleti kullanıyorlar.

Devlet gittikçe cemaatleşiyor.

Ve çok büyük tehlike saçıyorlar.

İlla ki bu tarikatları, bu cemaatleri devletten uzaklaştırıp, devleti rahat bırakmak gerekiyor...”

Böylesine incileri yumurtluyorlar.

Başta söylediğim gibi kavramların telaffuz şeklini nasıl yanlış kullanıyorlarsa, bir o kadar da mana değerlerinden uzaklar..

Tarikat nedir sorsan bilmez.

Şeriat nedir sorsan bilmez.

Cemaat nedir sorsan bilmez.

Hakikat nedir sorsan bilmez.

Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim diyor ki;

“Kalpleri var, mühürlenmiştir.

Ağızları var, konuşamıyorlar.

Gözleri var, göremiyorlar.

Kulakları var, gerçekleri duymuyorlar.

Onlar birer en’am, hayvan türünden olan insanlardır...”

İşte bunlar, böylesi yaratıklardır..

Doğrusu bunlara, bu benzetme az geliyor..

Nitekim Kur’an-ı kerim onları tarif ederken, şöyle devam ediyor;

“Belki onlar hayvandan daha sapık, şuursuz, kendini bilmez birer yaratıklardır.

Yolları hayvanların yolundan daha beterdir.”

Bu tür satılmış unsurların Türkiye’deki varlığı; ülkeyi ve milleti her daim “kaosa” sürüklemiştir..

Ama terör ve anarşinin birer davetçisi olduklarının farkındadırlar.

Bilemiyoruz..,

Otorite fark etmemiş olacak ki; şuursuzca, pervasızca, ahlak yoksunu bir şekilde bunlar, konuşma imkânı ve ortamı buluyorlar..

Üstat ne diyor...

Konuşan hakikat olmalıdır.

Konuşma, şuurlu beyinlerden akmalıdır.

Yoksa rastgele her konuşan illa ki batılı konuşur.

Hakikati konuşmaz..

Aslında tarikat, yüce İslam dininin hulasat’ül hulasası olan “İhlas” ve “Sadakat” yolunda giden mürşitlerin birliğidir..

İrşat yoluna gidip yürüyen ve tevhit inancıyla Allah’ın birliğine inanan insanlar silsilesinin bir çatısıdır...

Büyük bir hulus-i kalple insanları doğru yola çağıran, helali tanıtan, haramdan uzaklaşmayı tavsiye edendir tarikat!...

Oysaki tarikat, şeriat, hakikat ve cemaat toplumun bir zenginliğidir.

Aba ecdattan kalan bir mirastır.

Ki Allah huzurunda yaptıkları işlerden pişman olup tevbe edenlere de mürit denilir..

Yani, bir mürşidin elinde tevbe edendir, mürit!...

O şeyhin adına da mürşit deniliyor.

Ve o yolun adı da tarikattır.

İslam geleneği olarak bin yıllık geçmişimize dayanmakta olup, insanlar arasında kardeşçe bir taahhütnamedir.

El ele vermektir.

İnsanları birbiriyle pekiştirmektir.

Ve böylece ülke çapında toplumsal bir barışı sağlamaktır.

Kardeşliğe insanları götüren temel yoldur.

O kadar geniş bir yoldur ki Mevlana Celaleddin-i Rumî, tarikatı büyük bir okyanusa benzetirken “Şeriat da onun kurtarıcı gemisidir” demektedir..

Gerçeğe sarılıp sahil-i selamete giren insanlara da cevher denir.

Yani kıymetli, değerli mücevherat denir.

Farsça orijinal ibaresi aynen şöyledir;

“Tarikat çû deryayê ez ap’uri

Şeriat sefinê hakikat çudur”

Yani;

“Tarikat derin bir okyanussa ki öyledir

Şeriat da o okyanusun kurtarıcısı olarak bilinen bir gemidir.”

Geminin içindeki yürüyen elbette ki okyanusun dibine dalıp çıkanlara da hakikatçiler denir ve okyanustan kıymetli cevherler çıkarıp insanlara verenlerdir.

Yine bazı büyük Tasavvuf erbaplarının tespitleri paralelinde Bediüzzaman Said-i Nursî Hazretleri, tarikatı şöyle tanımlıyor.

“Der-tarikê Nakşıbendî lazım amet çâr-i terk”

“Nakşıbendî tarikatına mensup olan kimseler için dört şeyi terk etmek gerekir.

1)        Terk-i dünya (Dünya menfaatini terk etmek.)

2)        Terk-i ukbâ (Hatta ahiret düşüncesini terk etmek.)

3)        Terk-i hest-i (Varlığını da terk etmek, hiçe saymak.)

4)        Terk-i terk (Bu terk edilenleri de terk etmek.)

İşte bakınız, sevgili dostlar.

Tarikatın ana ruhu budur.

Ama ne yapacaksın?

Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze dek sözde devletin bünyesine sızdırılmış olan tarikatçıları devletten uzaklaştırmak, cemaatçileri devletin bünyesinden arındırmak, din ile devlet işlerini birbirinden uzak tutmak gibi soysuz bir düşünceyle yola çıkan insanlık mefkûresinden uzak böylesine yaratıklara bir diyeceğimiz yoktur.

Zira devlet demek millet demektir.

Milletin inancı ne paralelde ise sen o inancı devletten uzak tuttuğun zaman, o devlet hiçbir zaman o milletin devleti olamaz.

Olsa olsa emperyalist haçlılara hizmet eden CHP anlayışıyla yola çıkan, laikçi, Kemalist batıl bir ruha sahip olanların anlayışının üstünlüğü olur?..

Biz de diyoruz ki, onlar kendilerini devletten uzaklaştırsınlar, nereye giderlerse gitsinler

Tek kelimeyle;

“İ’la cehennem-e zumerâ” diyeceğiz.

“Cehennemin dibine kadar.”

Bunlar değil midir ki devletimizi, cumhuriyetimizi, demokrasimizi, batıl ve yanlış kirli bilgilerle donatıp, bugüne kadar devlet büyüklerini batı emperyalizminin birer uşak ve köleleri haline getirenler...

Bu yazı serimiz devam edecektir.

En derin saygı ve sevgilerimle.