Görüş Bildir

TERÖRLE MÜCADELE KAPSAMINDA DEVLETİN BÜYÜK İMTİHANLARI!? (IV)

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü yazımda da sizinle hasbıhal ederken, devletin büyük imtihanlarla karşı karşıya olduğunu ifade etmeye çalışmıştım.

Elbette devlet soyut bir kavramdır.

Somutlaştırılmış güçleri kastediyoruz biz.

İşte en büyük önemli güç de burada; Cumhurbaşkanlığıdır...

TBMM’dir..

Ve diğer resmi kurumlardır...

Yani devletin tüm kurum ve kuruluşları buradaki ana güçtür!…

Yasama, Yürütme ve Yargı...

Yekvücut olarak, milletiyle birlikte büyük imtihanlarla karşı karşıyadır.

En çok karşılaşılan imtihanlar, hukuk ve adalet alanıyla ilgilidir...

Devlet eliyle hukuku ve adaleti temsil eden makam, mevki, merci ve uygulayıcılar; burada ana aktördür!…

Gerçekten İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerine riayet edildiği takdirde, bugünkü deyimle demokratik yöntemlerle hakkı hak olarak tanıyan bir devlet anlayışı hükümdar olur...

Pek tabi ki, Batılı da batıl olarak görüp, yasaklar...

İşte bu hakikat gerçekleştiği zaman, o devlet imtihandan geçmiş olur...

Alacağı geçerli not, yüzde yüz olur!

Daha aşağısı da olmaz...

Ancak imtihanı geçme noktasında bir irade ortaya konulmadığı zaman, ülkenin dört bir yanı; virane olur...

Kargaşa, şiddet, terör, mezalim, hak ve hukuk tanımazlık, denir ya alır başını gider...

İstikrar ve güven kalmaz...

Hal böyle olunca da o devlet “imtihanı” geçemez, sınıfta kalır..

Pek tabi ki, millet de “mecrasından” çıkmış olur...

Enva-i sorumsuzluklar peyda olur...

***

Hiç kuşkusuz ki...

Bizi yaratan yüce kudret olan Allah’ın tarif ettiği, gösterdiği yüce adalet ve hukukun biçimini tanımak demek, insanlığın tümünü tanımak demektir.

Allah’ın hukukunu tanıyamayan hiçbir hukuk sisteminin varlığı söz konusu değildir, olamaz da!.

Devletler de o hukuka inanmıyorsa, peşinen yenik düşmüştür..

Beşeriyetin getirdiği hukuklar ithal malıdır..

Çünkü milli değildir..

Akıbeti, bozuk ve kişi rantına odaklıdır!...

Yönetimler ve yöneticiler, Allah’ın hukukunu tanıdıktan sonra, hiçbir şekilde gerçeklerden kaçamazlar...

İnkâra meyil vermezler..

Her ne şartla olursa olsun; gerçekleri yaşar ve ikmale getirirler...

***

Sevgili okurlar..

Hep ifade ediyorum...

Devletlerin, milli irade paralelinde adım atması gerekir...

O zaman o devlet, sınavını vermiş demektir.

Millet neye inanıyorsa devletin de onun takipçisi ve uygulayıcısı olması gerekir...

Millet, hangi temel hak ve özgürlüklerin gerçekleşmesini istiyorsa, devletin de o gerçeğin peşine düşüp o hukuku koruma altına alması ve icraata dönüştürmesi gerekir..

Devletin üç ana erki var...

Yasama, Yürütme ve Yargı...

Bunlar, bir devletin olmazsa olmazıdır...

Temel ayaklardır..

İşte buna da milli irade temsiliyeti deniliyor..

Milli iradeyi tanımayan bir hukuk sistemi; olamaz!

Çünkü o sistem, insanlara “değer” vermez ve tanımazdır!...

***

Hâsılı kelam...

Hukuk devletinden bahsediyoruz..

Hak, hukuk, adalet diyoruz..

Demokrasi diyoruz..

İnsan Hakları diyoruz..

Özgürlük, eşitlik, inanç ve fikir serbestiyeti...

Yani diyoruz da diyoruz...

Ama bugün dahi bunları diyoruz...

Ki 21. yüz yılın içerisindeyiz...

Demek ki, bugün bile bunlardan dem vurup, ıstıraptan söz ediyorsak, “şöyle bir geçmişe odaklanmamız” gerekmez mi?

Bizi bizden eden etkenler nelerdir diye!?...

***

Tarihten örnek getirerek sormak istiyorum!...

Şöyle ki...

I.Dünya Savaşından sonra nice Lord Curzon’lar türedi...

Nice, Moiz Kohen’ler peyda oldu... (Munis Tekinalp)

Ve daha nice, kökü dışarıda olan genellikle Selanik Yahudi dönmelerinin temsilcisi bulunan kişiler...

Bunlar, bu ülkenin kılcal damarlarına kadar nüfuz ettiler...

Devleti ele geçirdiler..

Bir yıkım, bir felaket yaşattılar bu ülkeye ve millete!...

Hal böyle olunca, siz milli hukuktan, milli değerlerden, milli kültürden, medeniyetten bahsedebilir misiniz?..

Ya da onu yaşatabilir misiniz?..

Ne mümkün?..

Dedik ya; devlet çok büyük imtihanlardan geçiyor.

Bakınız, sevgili dostlar.

İki gün önce ABD’nin yeni başkanı Joe Biden, yemin merasiminden önce devlet adamı olarak, yani devletini temsil ederken daha Başkanlık koltuğuna oturmadan önce kiliseye gitti...

Orada ayin yaptı..

Sonra da Beyaz Saray’a geçti..

Ve burada, büyük salonda yemin merasimini gerçekleştirdi..

Kendisine aile yadigârı olarak intikal eden İncil’e el basarak, Başkanlık yeminini etti...

Yani, İncil üzerine yemini gerçekleştirdi..

Ki ondan önceki ABD’nin diğer Başkanları da “yeminlerini” İncil üzerine yapıp geldiler..

Elbette ki gerçek olan İncil kutsaldır..

Çünkü Allah’ın kelamıdır.

Ama tahrifata uğramadan evvel…

Yani hahamların, papazların kelimelere el atmadıkları İncil..

Ne yazık ki, İncil’i de tahrif ettiler..

Batı dünyası, haçlı zihniyet o İncil’i de İncil’likten çıkardı..

Ancak buna rağmen, o devletler her ne kadar laikse de mutlaka inançları paralelinde hareket ediyorlar..

İnandıkları dine göre...

Kiliseye gidiyorlar, ayin yapıyorlar ve sonra da haçtan oluşan bir İncil’e el basıyorlar.

Evet, bu Hıristiyanlık dünyasının görünen gerçek yüzü…

İçinde ne var ne yok onu bilemiyoruz.

Devlet politikası neyi teşmil ediyor bilemiyoruz.

Gavur; muharref İncil’e el bastığı gibi sadakatini, maslahatını, güzelliğini milletine kanıtlamak için bunları yapıyor.

İnanıyor, inanmıyor bilemeyiz o ayrı.

Ama inanıyor gibi göstermek de elbette ki bir tavırdır, bir olgunluktur.

Resimde görüldüğü gibi…

* * *

Gel gelelim bize...

Ne yazık ki, bir türlü milletin iradesi olan yüce İslam dinine inanıp sarılma hevesinde olamadı bizim devletimiz!...

Bırakın dine sarılma hevesini, yüz yıldan beri semtinden bile geçmiyor..

Bakınız, 18 yıldan beri iktidarda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bulunuyor...

Allah razı olsun diyeceğiz..

Çünkü Yüce İslam dinine inanıp zaman zaman güzel çıkışlar yapıyor...

Ve yüz yıllık tabuları yıkıyor...

Milli iradeyi “iktidar” yapma noktasında mücadele ediyor..

Ancak, bize göre yeterli değildir.

Şöyle ki...

TBMM’mizdeki yemin, hala da anayasanın 81. Maddesinin ibaresine göre yapılıyor...

Yani, ne Allah’ın kelamı var, ne Peygamber kelamı var, ne de kutsal bir kelamın varlığı söz konusu değil...

Ama yemin olarak kabulleniyorlar.

Bize göre bu milleti kandırma şeklidir.

Zira milletçe Kur’ana bağlı bulunuyoruz ve Kur’an da bize bağlıdır.

Ama ne yapalım?

Bir türlü bu imtihanları devlete kazandıramıyoruz!...

Joe Biden, haç şeklini taşıyan kutudaki muharref İncil’e el basıyorsa, biz de Kur’ana bağlıyız deyip semtinden dahi geçmiyorsak biraz düşünmek gerekmez mi?

Biz niye Kur’ana el basmıyoruz.

Ki gerçek yemin de odur.

Ama Kur’ana inanmıyoruz ki.

İnanmış olsaydık, hal-i durumumuz bu mu olurdu?..

Ancak ne var ki Kur’ana inanan bir Cumhurbaşkanımız var, o da çok büyük zorluklarla karşı karşıyadır.

Ne çileler çekiyor?

Ayasofya’yı yeniden ibadete açan bu devlet adamı, satılmış güdümlü medya tarafından yadırganıyor.

Kur’an İncil’den daha çağdaştır...,

Ve daha insanı öne çıkaran bir gerçektir!?..

Evrenseldir.

Hakikatler silsilesini barındırmaktadır...

Bakınız, yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in “Bakara” suresinin 217. Ayeti mealen bize şöyle sesleniyor;

“Sana haram ayı (saldırmazlık örfünün geçerli olduğu ayı) ve onda savaşma hakkında soru yöneltiyorlar.

De ki: “O ayda savaşmak büyük günahtır. (İnsanları) Allah yolundan çevirmek, Allah'ı inkâr etmek, Mescid-i Haram'ın ziyaretine mâni olmak ve halkını oradan çıkarmak ise Allah katında daha büyük günahtır.”

Zulüm ve baskı, adam öldürmekten daha beterdir.

İnkârcıların güçleri yetse sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşa devam ederler.

Sizden her kim dininden döner de kâfir olarak ölürse onların yaptığı ameller dünyada da ahirette de boşa gitmiştir.

Ve onlar cehennem halkıdır. Onlar orada ebedi kalacaklardır.”

Bugünkü sohbetimiz bundan ibarettir.

Kur’an-ı Kerim, bize bir ders kitabı olarak değil de mucizeler silsilesi olarak gelen bir gerçektir.

Yani ayetin son bölümünü özetlemek gerekirse, dininden çıkan, dinini reddeden, küfürlü ve inkârcı bir ölümden kendini kurtaramaz.

En derin saygı ve sevgilerimle.

Hayırlı cumalar...


Bu Makale 1318 kere okunmuştur.