Görüş Bildir

TÜRKİYE’DE NELER OLUYOR..?! (IV)

Evet sevgili okurlar!

“Türkiye’de Neler Oluyor?” başlıklı yazı serimizin dördüncü günündeyiz...

Üç günlük yazı serimiz içerisinde, İçişleri, Adalet ve Aile Bakanlığını konu ettik...

Bakanlık ve bakanlığa bağlı kurumlarda olup biten, halkın da serzenişlerde bulunduğu olumsuzlukları birer nebzecikte olsa, irdeledik...

“Devede kulak bile olmayan” mevzuları kısmi olarak ele alıp, Bakanlara “ithafen” deyip, açık mektup mahiyetiyle, buradan sizlerin de katılımıyla, dile getirip aktardık..

Tabi ki, buradan aktardıklarımız salt bize özgü görüş ve eleştiriler değil... Yüksek derecede, bizi okuyan sez değerli okurlardan, ve tabi ki vatandaşlarımızdan gelen istek ve talepler doğrultusunda, “kamuoyu adına” deyip, ”eleştiri oklarını” ilgili ve yetkili zevat’a yöneltiyoruz...

Her zaman söylediğimiz gibi; gerçekten bazı Bakanlıkların bünyesinde olup bitenlerin ekseriyetiyle, hiç de Türkiye’nin hayrına değildir.

Bakınız dün bir vatandaşımız beni aradı...

Dedi ki:

“Mehmet Ali bey lütfen bizim bu taleplerimizi kaleme alın, yazın, sesimiz olun...

Biz artık istihdam sağlayamaz hale geldik. İşçi çalıştırma, iş imkanlarını oluşturma gücünü giderek, tüketiyoruz..

Maaş ödeyemez hale geldik.. Bir çok iş adamı; “iflas” bayrağını çekmiş durumda..

Yani bir dokun, bin ah işit misali..

Eeee, olmasın mı?..

Kaç yazım oldu ben bile hatırlayamıyorum.. Şu İş Mahkemelerindeki “davaları” kendilerine “rant sektörü” haline getiren, sözde “savunma erki” görünümündeki bazı hukukçuların hal-i vaziyeti, isyan ettiriyor..

Mal bulmuş mağribi gibi, hukukun, adaletin, demokrasinin “cübbesi” altında, tabiri caizse “kuzu postundaki” kurtlar olarak, Adliyelerde, Hukuk Mahkemelerinde, İş Mahkemelerinde “cirit” atmaktadırlar...

İş takibi yapıyorlar...

Savunma erki “libasi” altında ve giydiği cübbenin gücüyle,  haksız yere “kazançlar” elde ediyor..

Mahkemeleri, bazı iş mahkemelerini yanıltarak, yalancı şahitlerle, yalancı tanıklarla kanıtlanmış delilleri çürütmeye, yok etmeye çalışarak, “kazancına kazanç” katıyor...

Ama kime dersin?...

Ne baro, ne mesleki etik ilkeleri ve ne de “ey sen vergini neden vermiyorsun” diye, sorgulayan Vergi Dairesi kurumu?..

Kim kime, dum duma!...

Beri yanda, trafikte yaşanan keşmekeşlik ve kaos durumu!..

Yollar kan gölü haline gelmiş..

Kazalar, ölümler, yaralamaların haddi hesabı yok..

Ne yazık ki, “trafik kazalarını” önlemekle görevli polis ekipleri, bu ucubeleri azaltmak üzere, halkı trafik kurallarına uymaları yönünde uyarması gerekirken, bunla meşgul olması lazım iken, başka mecralarda faaliyet gösteriyorlar..

İş çevrelerinin yoldan geçen kamyonlarının tonajlarını takip edip, acımasızca ceza kesmeyle meşgul oluyorlar..

En sıradan bir kamyona tonajdan dolayı 14 bin lira ceza yazılıyor...

Dile kolay 14 bin lira...

Bunun, 4 bin lirası şoföre, 10 bin lirası da işverene!..

Ne hazindir ki, “ceza hükmünde de” yaman bir çelişki var?

İlginçi, biri 14 bin lira kesiyor, bir başka polis ekibi ise, 7 bin lira kesiyor?..

Gerçekten bunca çelişki, bunca keyfilik, bunca zorbalık acaba dünyanın hangi ülkesinde, yaşanıyor ve uygulanmaktadır?

Doğrusu o bizi çok düşündürüyor.

***

Sevgili okurlar..

Gelirsek, Bakanlar serimize!.. İçişleri, Adalet ve Aile Bakanlığından sonra, bugün de Milli Eğitim’e “mercek” tutuyoruz..

Bakanlığın, bünyesinde olup biten bazı olumsuzlukları özetleyerek, Bakan Ziya Selçuk’a “ithafen” diyerek, buradan aktarmak istiyorum!..

Öncelikle şunu ifade edeyim...

Milletin alın terinden dökülen vergilerle bütçesi oluşturulan Milli Eğitim Bakanlığı, “hiç bir şekilde” milli bir kimlikte değil..

Ne müfredat uygulamaları, ne de gerçek manada öğretim şekli “milli olmadığı” gibi, milletin taşıdığı ruh paralelinde de değildir...

Materyalist, inançsızlık, paganizm, sosyalizm fikriyatına sahip...

Tek kelimeyle inançlı milletimizin, ümmetimizin körpe dimağlı gençlerine gerçek eğitim verilmediği gibi nerdeyse kasıtlı olarak gaflet içerisinde bocalayıp duran bir gençliğin yetiştirilmesine “öncülük” ediyor...

Ders kitaplarının içeriğine bir bakın, akla ziyan içerikler var...

Açıktır, alenidir ve eldeki somut deliller, “bu kadarı da pes” dedirtiyor..

Buna der demez kamuoyu adına; “Hop hop beyler bu milli eğitim camiası ne yapıyor ve nereye gidiyor?” sorusunu sormaktan kendimizi alamıyoruz.

Öbür yandan çocukları okullara götürüp getiren servis araçlarının ihaleleri bir türlü kendini rüşvet, adam kayırma şaibesinden kurtaramıyor.

***

Evet, sevgili okurlar..

Bugünkü bu sohbetimizi burada özetlemek kaydıyla kısa kesiyoruz ve siz değeri okurlarımızı deneyimli kalem sahibi Abdurrahman Dilipak hocanın dünkü yazısıyla baş başa bırakıyorum.

Lütfen hepimiz beraber Dilipakın bu yazısını pür dikkatle okuyalım, düşünerek üzerinde duralım...

Dilipak Hoca’nın “Size bir fıkra anlatayım” başlıklı yazısı aynen şöyle:

“Size bir fıkra anlatayım: Papaz bakmış kilisenin mahzeninden pahalı yıllanmış şaraplar her hafta bir-iki eksiliyor. Papaz zangoçtan şüphelenir. Çağırır zangocu durumu anlatır. Zangoç, “Söylediklerinizin hiç birini duyamadım efendim. Buraya gelmiyor sesiniz” der. Papaz kızar; “ne demek sesin gelmiyor” diye çıkışır. “Gelin efendim burada durun, ben sizin yerinize geçeyim göreceksiniz” der. Yer değiştirirler. Papaz zangoça “konuş bakalım” der. Zangoç, “Efendim kilise girişindeki yardım sandığındaki paraların çalındığı söyleniyor, bu konuda ne dersiniz” der. Papaz, “Hayret gerçekten buradan ses duyulmuyor” der.

Sarımsak yerseniz sarımsak yiyenin ağız kokusunu duymazsınız.

Laf ile aleme binlerce nizamat verip, kendi hanemizde olup bitenlerden habersiz olursak, inandırıcılığı kalmaz söylediklerimizin. Zira “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz”..

***

Kendi gözündeki merteği çıkarmadan başkasının gözünde çöp arayanların insafına kalmamalı insanlık. Bir kişiyi eleştirmeden önce kendi nefsimizi arındırmamız gerek.

Kendimizi aklamanın yolu, başkalarının pisliklerini ortaya dökmek değildir. Kendini arıtmadan başkalarının günahlarının arkasına saklananların üstüne pislik yağar. Dünya çamur deryasına dönüşür. Batılın tasviri zaman içinde saf zihinleri idlal eder.

 “Dehşet dengesi” diye bir şey var. “Kim daha kötü” tartışılmaya başlandığında seçim kötüler arasında olacak demektir. O zaman sormak gerek kim daha iyi? Ama eğer at izi it izine karışmışsa fark fark edilemez hale gelmişse o zaman o toplumun vay haline.

Her devrin adamları, her zaman bir yolunu bulur ve gemilerini yürütürler. Bunlar, kendilerini gizlemek için toplumun itibar ettiği her şeyi kullanırlar. Cesur göründüklerine bakmayın, korkaktırlar. Cesaret gösterisi yapıyorlar. Tavus kuşu gibi tüylerini kabartıyorlar.

Siyaset Brütüs’lerle doludur. Siz ayaktayken elinizi öpenler, oturursanız saldırırlar, düşerseniz vururlar. Onlar kaz gelecek yerden tavuk esirgemedikleri için cömert zannedilirler.

***

Bize hep put diye Lat, Menat, Uzza öğretildi. Tamam da, onun bizim hayatımızdaki karşılığı neymiş? Para, koltuk, kadın da put olabiliyormuş meğerse. Biz onları değiştirmek isterken, onlar çevremizi kuşatıp, algımızı değiştiriyorlar. Kendileri değişmiyor, bizi dönüştürüyorlar. Başımızda başörtüsü, suratımızda sakal, 5 yıldızlı Hac ve Umreler, şekil olarak her şey fazlası ile var! Her büyük vurgun ve büyük günahından sonra umre ziyareti yapan birinden söz etti bir işadamı geçen gün. Çaldıklarının bir kısmını da “Hayır” yapıyormuş. Vay o Hacca, Umreye giden, namaz kılan ve hayır yapanın haline. Vay o Hakkı batıla karıştırıp halkı ve Hakk’ı kandırmaya çalışan adamın haline! Evindeki çerçeveletip duvara astığı Kâbe örtüsü ya da manasını öğrenme zahmetine bile katlanmadığı pahalı hat levhası onu kurtaramayacak! Onlar sadece bu dünyanın bir süsüdür. O kadar!

***

Hani “el emin” olacaktık, “Urvetül vuska” olacaktık, “Veresetül enbiya” olacaktık, “Yaşayan Kur’an” olacaktık!?. Güzel değil kötü örnek oluyoruz artık. İnsanlar bize bakıp dinden soğuyor. Birileri artık başlarını açsalar, yamyam birtakım insanlar dinden söz etmeseler, aslında daha iyi ederler sanki. Zaten bazıları başlarını açmaya başladı.

Kızılı moru yeşile boyayınca bizim olmuyor. Şarabı üç yudumda, besmele çekerek içerseniz helal olmaz. Hakkı ile elde edilmeyen makam da, servet de saadet sağlamaz.

***

Adamın biri birine namaz kıl diyormuş öteki de ona sen de zekat ver diyormuş. Yoldan geçen dönmüş bakmış, “Namaz oruç sende yok, hac zekat da ötekinde yok. Bir kelime-i şehadet kaldı onun da manasını bilmezsiniz tartışmayın varın gidin işinize” demiş.

İş geldi, Amentüden ibaret bir dine. O da %55’de kalıyor. İnandık diyen de neye inandığının farkında değil. Temel kitabından habersiz, Resulünün hayatından ve sözünden habersiz bir topluluk var. Bilmiyorlar. Bilmediklerini de bilmiyorlar. Çalıkuşu romanı kadar bile hayatlarında Kutsal kitabın etkisi yok. Okumamış çünkü. Kendisine din diye anlatılan hikayelerden ve ezberlenen ibarelerden ibaret bir din söz konusu. Onun için FETÖ, Kalkancılar başarılı oluyorlar. Hani bilmediğimiz şeyin peşine düşmeyecektik!.

Ya hu, sıradan insanlardan söz etmiyorum. Üniversite talebeleri, mezunları, yüksek lisans ve doktora yapan, siyaset, bürokrasi ve iş dünyasındaki, Media’daki STK’lardaki makam sahibi kişilerden söz ediyorum.

***

Mektepte okutulan din büyük ölçüde basmakalıp ibarelerden ibaret, ya da alameti farikaları yok edilmiş, birçok inanç sisteminde varolan ahlaki değerleri yüzeysel olarak anlatan bir din.

Bakın dini kaybederseniz, devlet filan kalmaz. Zaten aileyi kaybetmek üzereyiz. Yönetim kendini yenilememekte kararlı. Biz kendimizi değiştirmeden Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecek.

***

Fıkra ile başladık, fıkra ile noktalayalım. Sapık bir mezhebin mensupları, hocalarının önderliğinde sırat köprüsüne gelmişler. Hocaları “işte şimdi bize vaad edilen cennetin kapısındayız. Hep beraber dünyadaki gibi birlikte gözümüzü kapayacak ve yolumuza devam edeceğiz. Kıldan ince kılıçtan keskin bu yol bugün size otoyol kadar genişletildi. Koşun.” Herkes gözünü kapamış koşmaya başlamış. Ve tabii cehenneme yuvarlanmışlar. Ağlayanlar bağıranlar. Bakmışlar, hocaları aralarında. Bizi aldattın demişler. Evet ama, sizden galu bela’daki intikamımı aldım. Ama peki dünyada bize anlattıkların, gösterdiklerin neydi?. Şeytan cevap vermiş: O reklamlardı!

Akıl sahipleri Şeytanın hilelerine karşı uyarılmadılar mı? Onun yeryüzünde bir cennet ve ebedi bir saadet hayatı yalanlarına ne çabuk kandılar. Allah onlara akıl ve kitap vermedi mi. Peygamber göndermedi mi ve “Din büyüklerinizi İlah ve Rab edinmeyin” demedi mi? “Şeytan sizi Allah’la aldatmasın” demedi mi! Ne oldu! Vakit geç olmadan aklımızı başımıza alalım. Bu gidiş iyi değil.

Selâm ve dua ile.


Bu Makale 1807 kere okunmuştur.