YALAN SÖYLEYEN TARİH UTANSIN!? (II)

Evet, sevgili okurlar.

“YALAN SÖYLEYEN TARİH UTANSIN” başlıklı yazımızın ikinci bölümünü bugün, sizinle paylaşıyoruz…

Doğrusu, yazmak istediğimiz, yani sizin gibi değerli okurlarımızla paylaşmak istediğimiz konuların seçimi gün gittikçe zorlaşıyor.

Çünkü, Türkiye her gün biraz daha fazlasıyla yörüngesini şaşırarak meçhule doğru itiliyor, itilmek isteniliyor?

Herkesin bildiği gibi, yani malumu ilan etme gibi bir durum olmasın, ama bu da bir gerçektir ki bu ülke bin seneden beri İslam bayraktarlığı yapa gelmiş bir ülkedir…

İslam’ın ana hakikatlerine inanmıştır…

Yıllar yılı Kur’an hizmetlerinden kendini, soyutlamamıştır ve uzaklaşmamıştır…

O büyük ecdatların evlatları olarak, İslam bayrağını hep dalgalandırmıştır…

Ama heyhat!

Ne var ki şu yüz-yüz elli yıldan beri, yani Tanzimat Fermanı’ndan günümüze kadar diyelim.

İçteki ve dıştaki "şer yapıların" oluşturdukları fitne-engiz senaryo üreticileri tarafından, bu millette "ümmet" olabilmeyi yasaklamıştır…

Ona görüngesini şaşırtmıştır…

Rotasını kaybettirmiştir…

Her gün biraz daha meçhule doğru sürüklemiştir…

Ki hala da sürüklemektedir…

Özellikle II. Meşrutiyet’in kuruluşundan önce içimize sızdırılan hatta yıldız sarayının içine "en tepe" noktaya kadar yerleştirilen, nice Selanik dönmelere ve sabetayistlerin varlığıyla, bu ülke ve bu millet; "batıl anlayışla" morfinleştirildi…

Devlet politikası hep yalan dolanlarla, kandırmacalarla, kurgulandı…

Yanlış tarihi, millete ve gelecek nesillere okutuldu…

Zihinler tamamen batıla ve batının "kültürüne ve medeniyetine" bağımlı hale getirildi…

Nitekim bugün, 7’den 70’ine kadar yaşamakta olan toplumun hayat akışları, büyük bir dejenerasyona uğramış durumda!.,

"Benliğini" kaybetmiştir..

Nesil halk deyimiyle; "serseri mayın" gibi!...

Allah’tan ümit kesilmez.

Ama bu haliyle bundan sonra düzeltilmesi de biraz güç gibi görünüyor.

Zira siyaset dili doğru bir istikameti göstermiyor..

Tabi, ben burada yalnızca mevcut iktidarı kastetmiyorum.

Muhalefet partileri de dahil olmak üzere 70-80 yıldan beri bu millet, siyasi alanda hep yanıltılmıştır ve kandırılmıştır.

Gerçekler, "millete" tersyüz edilerek aktarılmıştır…

Kur’an’da geçen ilahi gerçekler kasıtlı olarak adeta sindirilmiştir.

O ilahi nur söndürülmek istenilmiştir.

Özellikle Laisizm, Sekülerizm ve Kemalizm makyajlamasıyla toplum, "top yekûn" görünmesinden saptırılmıştır…

İslam’dan uzaklaştırılan bir toplum haline getirilmiştir.

Ne yazık ki, olup-bitenin farkında olunmasına rağmen; bir türlü kendimize çekidüzen de veremiyoruz.

Düşülen hale bir çare bulma çabaları da görünmüyor.

Hele hele şu “İstanbul Sözleşmesi…”

Neyin nesidir, nereden çıkmış, kim bize dayattı…?

Her şey; bir muamma!..

Garip olun şudur ki, AK Parti gibi muhafazakâr bir partinin bünyesinde tesettürlü geçinen ve söz sahibi olmak isteyen bir kısım hanımefendiler, "İstanbul Sözleşmesine" sahip çıkıyor…

Ve diyorlar ki;

“İSTANBUL SÖZLEŞMESİ UYGULANSIN”

Sormazlar mı bu ne hal?

Başınız örtülü, simanızda İslam ve iman görüntüsü var…

Ne var ki, “küfre rıza küfürdür” manasından çok uzak durmaktasınız.

İstanbul Sözleşmesi, A’dan Z’ye kadar batılılaşma ve Avrupa Birliği’nin gölgesinde yaşamanın gerçek yüzüdür.

Daha doğrusu, İslam dünyasını, batı dünyasına köle ettirmenin dik alasıdır.

***

Gelirsek, müesses nizama!.. Yani mevcut sistem.. Sormak istiyorum; bugüne kadar bu millete ne vermiştir?...

Bu soruya yanıt verilebilmesi için tek kelime kullanılabilir.

O da, kocaman bir “HİÇ” kelimesidir…

İşte ekonomiksel çöküntü..

Bakın Dolar nereye fırladı, Euro nereye fırladı?..

Peki, buna karşı ekonomimiz ne alemde?.. Yenik durumda!… Çare bulamıyoruz.

Millete acımasızca vergiler ve cezalar yüklemekle ülke bir yere gidemez.

Gelişmenin, oluşmanın, büyümenin ana unsuru, temel gerçeği milli sermaye ile devlet bütçesini güçlendirip elin gavurunun parasına meydan okumaktır…

Bunun yolu ise petrol ve maden gibi zengin yer altı kaynaklarımızı, gün yüzüne çıkarmamızdır..

Bütün gücümüzle ortaya çıkarıp, dışarıya ihraç etmemizdir…

Kısacası para birimimizi bu tür şeylerle güçlendirmeliyiz.

Özetlemek gerekirse;  "Ekonomiksel sıkıntı ne yazık ki zirvelere tırmanıyor?"..

Bu paralelde ahlaki çöküntü ve toplumsal çürümüşlük, nerdeyse ülkede her ailenin içine sızmış, sirayet etmiş durumda…

Kur’an ilminden uzak, Hz. Peygamber (S.A.V)’in ahlakından mahrum, diplomalı okumuş (!) bir potansiyel, gün geçtikçe artmaktadır…

Tümüyle de olmasa çoğunlukta zır cahil.

Cehaletin karanlık vadilerinde yürüyen böylesine bir potansiyel Türkiye’de söz sahibi ise hangi iktidar, hangi babayiğitle ortaya çıkıp “ben bunları değiştireceğim, yepyeni ilim ve irfanla donatılmış bir gençlik ve zengin bir kaynağa dayalı servet gerçekleştireceğim” diyebilir ki?

Bu saydıklarımız gerçekleşirse; ne ekonomiksel sıkıntılar oluşur, ne ahlaki çöküntüler ve ne de toplumsal çürümüşlük olur?.

Pek tabi ki, bunların başını çeken İstanbul Sözleşmesine ihtiyaç kalmaz!…

***

Dostumuz ve kardeşimiz deneyimli kalem sahibi Yusuf Kaplan Beyefendinin, bu minvalde dünkü yazısından bazı paragrafları sizlerle paylaşmak istiyorum…

“Anadolu çocukları, bu ülkenin zencileri değil asil ve asıl unsurudur. Ama zenci muamelesi gösterenler tarihe karanlık bir leke olarak geçmiştir. Bütün ilimlerin, sanatların kaynağı Kur’an’dır.”

El hak…

Elbette ki, Yusuf Bey’in bu tespitlerine katılmamak mümkün değildir.

Bütün ilimlerin, teknolojinin, yüksek ahlak seviyesine ulaşması, zirvelere tırmanmasının yegâne temel taşı ve köşe başı Kur’an ilmidir.

Kur’an’la tanışmak, Kur’anlar yaşamak, Kur’an’la hayat kurmak.

Bundan başka çaremiz yok.

Bugünkü yazımızın başlığından da anlaşıldığı gibi, bakıyoruz ki yakın tarihimiz bize hep yalan söylemiştir.

Sevgili dostlar.

Ağır yemin edebiliriz ki mevcut okullarda okutulmak istenen tarihin yüzde 70’i yalandır.

Gerçek dışıdır.

Abartıdır.

Ve kandırmacalardan ibarettir.

Merak edenler için, sayfalarımız ve ekranlarımız açıktır, adresimiz bellidir!

Sorup öğrenmek isteyenlerin samimiyetine binaen harfi harfine tespit etmeye, ispatlamaya hazırız.

Yalan yok, abartı da yok.

Ama ne var ki Yusuf Kaplan Bey’in dediği gibi;

"Anadolu insanı zenci değil, ama zenci muamelesini görmüştür. "

Ülkenin asil evlatları olmakla beraber, Moiz Kohenlerin aldatmalarıyla, aslı, astarı, kökeni, kanı, huyu belli olmayan nice Selanik Yahudi dönmelerinin tarih boyu boy göstermeleriyle bu memleket daha ne zamana kadar ayakta durabilir ki?

Bu itibarla ülke insanımızın arasında arayıp bulabileceğimiz çok değerli okumuş bürokratlarımız var..

Adalet’te var, Sağlık’ta var, dahilde ve hariçte vardır.

Askeriyede vardır.

Var da var.

Ama ne yazık ki sindirilmiş, prangalanmış, hiç kimse sesini çıkaramıyor.. Korkarak kendilerini bir yerlere saklıyorlar.

Ne yapsınlar?

Bunun için diyoruz ki;

Bütün ilimlerin, sanatların kaynağı Kur’an’dır.

Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna bile az.

En derin saygı ve sevgilerimle…