YÜCE İSLAM DİNİ HİÇBİR KİRLİ AMACA ALET EDİLEMEZ!?

Evet, sevgili okurlar.

Gerçekten yüce Allah (c.c)’ın da Kur’an-ı Kerim’in “Âl-i Îmran” suresinin 19. ayetinde buyurduğu gibi;

“İnneddîne indallâhil İslâm”

“Allah nezdinde tek din ancak ve ancak İslam’dır.”

İslam; toplumlara huzur, barış, kardeşlik, sevgi, muhabbet ve tüm bu kavramların başında gelen, temiz ahlak, dürüstlük ve sadakattir.

İslam kelimesinin çok yüce manaları kapsamına alan daha nice kavramlar var.

Bunların başında da bulunan; Allah’a, yani tevhit inancına bağlı kalmaktır... Bu inancı dünyanın süfli alçalışlarına alet etmemek kaydıyla insanın ona intisap etmesi gerekir...

İstikametini bozan, sadakatine halel getiren, özüyle sözü bir olmayan, içi başka, dışı başka yörüngelerde gösterilen münafık tıynetli insanlar, Yüce İslam dinini kendi kirli çıkarlarına âlet edemezler..

Kendi kirli emellerine kavuşmak için, onu ruhen yaşamayıp ancak göstermelik, fiziksel görüntüler vererek yaşıyormuş gibi davrananlar, kesinlikle münafıklardır...

Her şekliyle, zarar vericidirler...

Virüs misali; yıkıcı birer unsur olarak toplumu “değerlerinden” uzaklaştırırlar...

İslam’a en büyük “haince” hançeri bunlar indirirler..

Ki kâfirden beterdirler...

Ancak, bunlar yine de eninde sonunda İslam’ın manevi sert tokadına mazhar olurlar...

Hiç kimse bu manevi tokattan kurtulamayacağı gibi, kurtaran da olmaz!

Ümmetin tümü olsun, her nerede olursa olsun…

İllaki yara alacaktır, illaki pişman olacaktır.

Buna da “Sille-i Hûda” denilir.

Hani demişler ya;

“Sille-i Hûda’nın sesi yoktur.. Bir vurdu mu da çaresi yoktur”

* * *

Evet, sevgili dostlar.

Bugünkü yazımızın temel stratejisi;

İster siyaset dünyasında olsun, ister demokratik yaşam şekli olsun, ister akademisyen olsun, hatta ister sıradan çoban olsun…

Ki çobanlık da büyük bir meziyet ister.

Niye büyük meziyet ister?

Zira İslam Peygamberi Efendimiz (S.A.V) her sorumluluğu çoban sorumluluğuna benzetmiştir.

Çoban, güdümünde olan hayvan sürüsünün ne kadar sorumlusu ise bir yere gelen devletin önemli görevlerini üstlenen insanlar da çoban gibi o görev ve himayesindekilerin sorumlusudur...

Demek ki çobanlık görevi çok kutsaldır.

Dürüstlükle ve sadakatle bilinen bir meslek olma hasebiyle, o yüce İslam Peygamberi Efendimiz (S.A.V), her görevliyi, hatta her sorumluyu çobanlığa benzetmiş ve demiş ki;

“Kullu kumrain ve kullu kum mes'ulün en raiyetihi”

“Hepiniz birer çobansınız ve hepiniz çobanlığınızdan sorumlusunuz.”

Gerçekten de böyle...

Bir köy muhtarından tutun da Cumhurbaşkanlığı makamına gelen kişiye kadar...

Her görevlinin o görevinin ne büyük sorumluluk taşıdığının farkında olması gerekiyor..

Her şeyin başında hukuka uygun hareket etmelidir...

Adalete inanmalıdır...

Mesleğini dürüstlük şiarıyla yerine getirmeli, yaşamının her kulvarında, “dürüstlüğü ve şeffaflığı” benimsemelidir...

Yaşama ve yaşamına öncü etmelidir bu ilkeleri...

Çünkü bunlar olmadığı takdirde, samimiyetle görevini yapmış, o göreve layık bir insan olmadığı gibi, kişinin topluma bir fayda sağlamayacağı da bilimsel olarak kanıtlanmıştır.

Ama günümüzde devletimizin makam ve mevkilerini ihraz eden bazı bürokratlar, ister Bakanlık olsun, ister Valilik olsun, ister bekçilik olsun..

Bazı kişiler var ki işte o koltukta oturduktan bir süre sonra, “çürümüş” bir ahlaki yapıyla karşınıza çıkıyorlar...

O koltuğu manen yaş etmiştir ve kirletmiştir.

Dedikoduya ve şaibelere neden olmuştur.

Böyle olunca da gerçekten insanın bünyesinde psikolojik bir sorgulama başlıyor...

Biz neydik, ne olduk?

Devletin güvendiği bu kişi o kadar kirli işler mi yapacaktı?

Der demez bunları düşünmemek elde mi?

İnsanın aklına yüzlerce cevap isteyen soruların gelmemesi mümkün mü?..

* * *

Yıllar yılı bu memlekette mesleğimiz icabı, medya grubu olarak 1991’lerden günümüze kadar çok büyük mücadeleler verdik.

Çok büyük insanlarla tanıştık.

Devlet bürokrasisinden tutun da, siyasetin zirvelerine kadar.

Kimi zaman, üstlendiği görev ve oturduğu makam, icra ettiği mesleğini kirleten, gölge düşüren, şovmenlik yapan, devletin kutsal görevini faşizanca kullanıp onun gölgesinde rant temin eden nice münafık tıynetli anlayışın sahiplerini gördük...

Suçüstü yakaladıklarımız oldu...

Maskelerini düşürdük, gerçek yüzlerini ortaya koyduk..

Yetimin, dulun, öksüzün, garip- guraba’nın hakkını, hukukunu “savunarak”, kirli çıkarcı, ideolojik, yıkıcı, rüşvetçi, cepçi, ahlaki çürümüşlüğe sahip kişi ve makamların üzerine gittik!..

Hakkı, hakkaniyeti savunduk...

İlkelerimizden de taviz vermedik...

Söz Gazetesi yayın hayatına başladığı gün, ettiği yemin olmuştu..

Söz Diyarbakır’ın sesi, gözü, kulağı ve sözü olacak diye!

O yolda ilerliyoruz..

Çünkü “haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” inancından geliyoruz...

Susmayız!

Tabii bunun da ağır bedellerini de ödemedik değil...

Ödedik, hem canımızla, ham kanımızla, hem de maddiyatla!

Yine de Allah’a şükürler olsun diyoruz.

Yaptığımız bu kutsal görevden pişman değiliz, olamayız da.

Bilakis mutluyuz.

Zira yüce kitabımızın emir ve hükümlerine uygun “yolda” yürüyoruz...

Kur’anın emrettiği en önemli görev bizler için ve herkes için “Emr-i maruf” yani güzel işler yapmak, yaptırmak ve uygulamak, “Nehy-i münker” kötülükleri yasaklamak, önüne geçmek, mani olmaktır.

Biz bu görevleri yaptık  ve yapmaya da devam edeceğiz!...

* * *

Sözün kısası diyelim...

Önceki gün, İstanbul’dan vatandaşın biri aradı..

Cep telefonundan...

Bir resim gönderiyorum bir bakın dedi...

“Siz, resimdeki bu zatı tanıyor musunuz?”

Baktım..

Resimdeki kişi...

“Bu bizim, Diyarbakır eski Valisi Hasan Basri Güzeloğlu” dedim...

Hayırdır, ne için sordunuz!

Bize komşu olmuş...

İstanbul ikinci köprüye nazır...

Deniz manzaralı bir villa satın almış...

Kaça dedim, 7 milyon lira dedi...

Vali “Bize buraya yerleştik artık, mekânımız burası” dedi.

Deşilmesi gereken bir mevzu...

Şimdilik bu kadar diyelim...

Diyorum ki keşke insanlar, Mevlana’nın dediği gibi..

“Ya oldukları gibi görünsünler...

Ya da göründükleri gibi olsunlar...

* * *

Sevgili dostlar.

Geçtiğimiz Cuma günkü programda izleyicilerimizden biri aradı...

Dedi ki;

“Sayın Mehmet Ali Hocam...

Yüce İslam dininin içinde Müslüman olarak geçinip de Müslümanlık dışı başka şeylere bürünüp kendine İslam görüntüsü veren, İslam kıyafetiyle yaşadığını gösteren, ancak İslam dışı kişisel rant temin edip, bir makama gelen İslam’a yakışmayan kişileri gördüğümde, gerçekten psikolojimiz bozuluyor...

İnsanı İslamiyet hakkında şüphelere düşürür.

Bunun sebeb-i mucibesi nedir acaba?

Tabii cevaben dedim:

“Yerden göğe kadar haklısın.

Eğer yüce İslam dininin mana ve kavramlarını kullanarak bir yerlere gelmek için kendine muhafazakârlık görüntüsünü verip siyaset dünyasında olsun, bürokrasi dünyasında olsun, ticari dünyada olsun, her nerede olursa olsun, İslam dinini istismar edenler hiçbir zaman Allah’ın gazabından ve lanetinden kendilerini kurtaramazlar”  diyerek, cevap verdim..

Doğrusu, oturup bunları dizi haline getirirsek, inanın ki yer yerinden oynar.

Hani demişler ya; her şeyi her yerde söyleme!..

Biraz da sende kalsın...

Biz de bünyemizde, bazı hakikatleri saklı tutmakla ömrümüzü geçiriyoruz....

En derin saygı ve sevgilerimle.