AHLAKİ YOZLAŞMAYA ESİR DÜŞMÜŞÜZ!…

Bugün, siyasi gündem dışı konuşmak, hasbi halde bulunmak istiyorum.. Belki de bu sohbetimizin muhtevası yani “yaşadığımız hal-i” siyaset kurumunun idrak ve vakıf olması açısından, bir hatırlatma olur.. Beyler seçime gidiyorsunuz da, biraz da “toplumun giderek kaygınlaşan zeminine bir bakın..”  Her şey maddiyat değil, biraz da maneviyata önem verin.. Ve var olan tablo da, sizlerin, devletin işleyişindeki vebal-i ağırdır, bir de bunu görün.. Toplum olarak, ahlaki çöküntüde vahim durumdayız..

***

Gördüklerim.. Duyduklarım.. Ve günlük haber akışında, vakıf olduklarıma baktığımda, inanın ki “kendimle sinir harbi” içerisine giriyorum!.. Ve öyle inanıyorum ki, sizler de ekran başında gördüğünüz haber ve yapılan yorumlara baktığınızda, aynı duyguları taşıyorsunuz.. Hazin, hüzün, içi kan ağlayan bir ruh haliyle, ülke ve millet adına hayıflanıyorum, neden bu “derbederlik” hali diye!.. “Biz ne ara böylesine, ahlaki çöküntü ve yozlaşmanın cenderesine girdik” diyorum.. Ve “insanlığımızı nasıl kaybettik” isyanını yaşıyorum..

***

Çünkü, öylesine dehşetli, öylesine vahşi, öylesine acımasız, öylesine insan cibilliyetinden uzaklaşmış, bir haldeyiz ki “maneviyatı terk-i diyar etmiş, maddiyatın peşine düşmüş, kölesi, bağımlısı, zihni ve fikrini kilitleyen duruma geldik..” Toplumun çekirdek kadrosu “aile müessesesinden” tutun da, en büyük insan topluluğuna kadar; “maddi gücün” esiri ve biat edici olduk…

***

Bencillik, dört bir tarafımızda ve yaşamın her kulvarında, seller, sular gibi akıyor.. Hırsızlık, dolandırıcılık, soygun, rüşvet, yolsuzluk, ihale peşkeşi, makam ve mevki pazarlığı, rant alabildiğine revaçta.. Pek tabi ki, fuhuş, tecavüz, cinayet, artık sıradan hadise ve günlük yaşam biçimi.. Tüm bunlara “yaşam hakkı tanıyan ahlaki çöküntü ve serbestiyet?..” Denir ya, devletin ve milletin “dokusu, DNA’sı” insanlık cibilliyeti noktasında bozulmuş vaziyette debelenip duruyoruz?!…

***

Bir tarafta terörvari bir yaşam.. Diğer tarafta mafyavari var olma hali.. Beri yanda; “ikisinin arasına sıkışmış, çaresizlik içerisinde, korku ve endişenin tünelinde, bekleyen bir toplum.. “ Ve giderek iki büyük yıkımın arasında, kalmanın bedeli olan sirayetiyle hızla “doku bozukluğuyla” değerlerini yitiren bir toplum olma hali?.. Nasıl bir ülkeyiz, nasıl bir milletiz.. Ne ara bu hale geldik deyip dururken, artık kime güveneceğiz, kimin peşinde gideceğiz, kime bel bağlayacağız bilemiyoruz.. Akıl ve şuur kilitlenmesi yaşıyoruz..

***

Biliyorum, diyeceksiniz ki yaşadığımız hal “bugün mü peyda oldu, hiç mi gerisi, berisi, öncesi yok!?”.. Evet bugüne özgü değil.. Gerisi de var berisi de var.. Ve bu yüzyıllık bir palazlanmanın yarattığı tahribatın biçilen halidir, bugün yaşadıklarımız!!!…Hem içeriden, hem de dışarıdan çembere alınmanın getirisidir hal-i durumumuz.. Onun için de, iki yakamızı bir araya getiremiyoruz… Gerek yasama, gerek yürütme ve gerekse de yargı denilen erklerimiz işleyiş ve vasıfsal kimliklerine yön veren siyasi mekanizma ile anlayış, maalesef “yerli ve milli” olmamıştır..

***

Her şey batı ve batıla endeksli, ithal malı olarak, dayatılmıştır!.. Bakınız, Türkiye insanının tanımına.. İsviçre medeni kanununa göre evlenen.. İtalyan ceza yasasına göre cezalandırılan.. Alman ceza mahkemelerine göre yargılanan.. Fransız idare hukukuna göre idare edilen.. Özü ve milli medeniyetini teşkil eden, İslam’a ve İslam hukukuna göre “toprağa verilen” kişidir, Türkiye vatandaşı…Vaziyet bu iken, Türkiye için “milli bir tablo ve yaşamdan” söz edilebilir mi?

***

Hal-i vaziyete ne demiştik?!.. “Devletin de, milletin de dokusu, ruhu, dengesi, yaşam biçimi bozulmuştur?”.. Bu yönetimin anlayış ve biçimine göre; bozulmaz mı?!.. İşte sokaklardaki yaşam biçimi ve cezaevlerinin hali-pür melali.. Mapushaneler  tıka-basa dolu.. Ki suç ve suçlu sayısı alabildiğine artıyor.. Her hükümetin döneminde bir kaç cezaevi inşa ediliyor.. Artık, yargı mekanizması “suç çeşitlerine” yetişemez hale geldi.. Cezaevindeki tutukluların suç verilerine baktığımızda, bilaistisna hepsi “ahlaki çöküntünün” eseri..

***

Eğer ki yaşadığımız asrın felaketinde bile ders almamışsak.. Toplumsal dayanışmamız “kısa sürelik” saman alevi misali, kalmışsa.. Yardımlaşma duygumuzu devamlılık esasıyla, kimlikleştirememişsek.. Her şeyi unutup, günlük hayatın esiri olmuşsak.. Ve en vahimi “hırsızlar kol geziyorsa, deprem enkazı altındaki insanların malını-mülkünü talan etmeye, çalmaya çalışılıyorsa”… Yıkılan binalarda, müteahhitlerin, proje sorumlularının, mühendislerin “kendi çıkar ve rantlarına” dair, hırsızlığa göz yumduklarından kaynaklı olduğu ortaya çıkıyorsa, “durup düşünmek” gerekmez mi?..

***

Ehliyet ve liyakattan uzak!… “Gözünü ve kalbini maddiyatın körelttiği” idareciler, devletin makamlarını işgal ediyorsa.. Ve bu kişiler, har vurup, harman savuruyorsa.. “Devlet malı deniz yemeyen …” misali hareket ediyorsa.. İşçisine, memuruna, çalışanına tepeden bakıyorsa… Üstünler sınıfı oluşmuşsa.. Daha açık ifadeyle, mutfağındaki tencere, sofrasındaki yemeğin bir lokması dahi, helal değilse.. Oturduğu ev “makamın rant çarkıyla” saltanatı gösteriyorsa.. Yüzbinlerce lira harcayarak makam ve ev döşemelerini yapıyorsa.. Makamlar ve mevkiler “haraç mezat” şekilde, pazarlanıp, satışa çıkarılıyorsa…

***

Siyasetçi “sömürü ve vesayet” düzeniyle, kendi egemenliğini kurmak için, devletini de, milletini de “kapital güç ve siyasi ikbal” için, harcıyorsa.. Hakkı, hukuku, adaleti tesis eden kurumun mensupları “vicdan ile cüzdan arasında” gidip geliyorsa… Bazılarında cüzdan söz sahibi olmaya başlamışsa!.. Elin gavuruna kendi memleketeni “gammazlayıp, ispiyonluk” yapanlar, işbirliği içerisinde olan, siyasetçi, aydın, gazeteci, iş adamı türemişse ve toplumda itibar görüyorsa…

***

Milletin manevi değerlerini; “çağdışı gören..” İnancına, ibadetine pranga  atan.. Diline, kültürüne, medeniyetine, kimliğine karşı “inkar ve asimilasyonu” dayatan… Siyasi ve ideolojik kutuplaşmayı, hizipleşmeyi, ötekileştirmeyi, iki başlı yılan misali, siyasetin çatal diliyle zehirleyenler var ise.. Ve bunlar, “ülke idaresine” talip oluyorsa.. Ve bunların arkasında yürüyenler oluyorsa; “vay malamını” demekten başka ne yapılabilir ki?!…

***

Ne insan sevgisi ne de insana olan saygı kalmadı.. Gençlik, değerlerinden ırak.. Eğitim ve öğretim deseniz; tamamen “ezber, yabancı..” Var olan, hırçın, birbirine düşman kesilmiş insan toplulukları…  Ya benimle yol yürürsün, ya da hainsin, katlin vacip misali, insani ve ahlaki bir çöküntünün sulağındayız…Ve giderek, “akıl dışı söylem ve eylemler” alan işgal ediyor…

***

Velhasıl!.. Ramazan-ı Şerif’in manevi bir atmosferindeyiz.. Ama bugün konuştuklarımız, yaşadıklarımız ne hazindir ki; yukarıdaki tablodur.. Demek ki, “ahlaki yozlaşmadan” bir an önce arınmamız gerekir.. Bu da, dinimize, inancımıza, kültürümüze, medeniyetimize ve Allah’ın insan oğluna değer biçtiği “iyiyi ve doğruyu” yaşatan Ahlaki üstünlüğü, meyil etmemiz gerekir.. Aksi takdirde mevcut hal, muhal olur

***

Çünkü,  Ahlâkî yozlaşmanın temelinde insan iradesinin iyi ve doğruyu seçmek yerine nefsine boyun eğmesi ve zamanla onun sınırsız arzularının esiri durumuna düşmesi yatmaktadır. Sınırsız haz isteği, gasp, cinayet, yolsuzluk, hırsızlık, haksızlık, şiddet, edepsizlik, uyuşturucu ve fuhuş gibi, çürümüşlüğe sürükler… Bu da, bireyin ve sosyal hayatın huzurunu bozar…

***

GÜNÜN SÖZÜ

Toplumu millet ve ümmet yapan medeniyetin iksiri; Ahlaki bütünlüğüdür…

***

HAYIRLI CUMALAR…