TAT YOK ARKADAŞ?..

Neyin tadı yok?..

İyi de, neyin tadı kaldı ki bu hayatta!…

Var mı?!

“Tat” denilen bir hissiyat hasıl mı ki, ahalide?…

Yok da, yok…

İşte milli içeceğimiz çay bile “asimile” oldu..

Ruhunu kaybetti…

Şifalığından uzaklaştı..

O da, “tatsızlaşan” yaşamın kervanındaki nesnelere katıldı!

“Çaylar benden” diyen var mı?..

Ya da dost meclisine katılım gösterip, elini cebine atan!…

Çay ikramı…

Ver abimize bir “demli çay?” diyen de?!

Nerdeee, mazide kaldı hepsi?..

Çayın rengi dahi kalmadı…

Kaçak ile yerli çayın karışımı da?..

***

Peki Kahve..

Ha keza o da tatsızlaştı…

“Hatır hali, katıra” binaen oldu.. 

“Ne 40 yıllık” bir hatır, ne de anlık bir kelam kaldı!..

Her şey tatsız, tuzsuz!..

Bir bardak çay, bir ekmek fiyatını katladı…

Beyazların mekanında, üç katına çıktı..

Şeker desen; o da “yandı gülüm keten helva?…”

Tatlantırıcıya mahkum..

Tüp, elektrik, ocak, iş, aş; “veryansın?”..

Cebi de, evide, mutfağı da, işyerini de; “yakıyor?!..

Buldozer misali; önüne geleni “tedavüle” kaldırıyor…

***

Yaşam her yönüyle kıskaçta…

“Huzursuz” ve  travmatik bir yaşam mahkumiyeti var…

Ki, her alanda sirayet edici!…

Kurtulan yok..

Kaçmak ise ne mümkün?!

Bu hayatta tat var” diyen bir babayiğit var mı?!

Ya da, sarılıp yaşamak isteyen..

Yumruklar sıkılı..

Kaşlar o biçim çatık

Gözlerfaltaşı misali…

Hizip ve kutuplaşma keskin bıçak..

Her kulvarda, “asarım-keserim”..

Siyasilerdeki dil, pabuç misali..

Ağzını açan, “çatal” diline sarılıyor…

Konuşma var, icraat yok…

***

Etnik ve ideolojik üstünlük kişilerde, karakterleşti…

Bendensen yaşa..

Benden değilsen öl, git…

Rakibim gitsin, koy dünya yansın?!

İnsanlar ağızlarından nefes almıyor artık?!

Millet, burnundan soluyor…

Cinayetler “tavuk keser” gibi….

Katliamlar “kurbanlık koyun”….

Öldürmeler, sayısına göre, önemlileşiyor?!

Aile müessesesi, “eski çağların” modası…

Namus, şeref ve haysiyet “anlamsızlaştı?*

***

Dürüstlük “enayilik” oldu..

Doğruluk ise, cahillik görülüyor.

Nesillere göre, “ecdadı” geri kafalı..

Ata ve babayı da; “miadı dolmuş” yaşlılar görüyor..

Benlik tamamen, “terk-i diyar..”

Dost kim, düşman kim belli değil….

Evlat, ata düşmanından medet umuyor..

Ata ise, bıraktığı mirasa hayıflanıyor?!..

“A izi it izine” karışmış…

Ne yerli, ne milli?..

Herkes ecnebi…

Batı ve batıla “biat” edici…

İnsani değerlere saygı gösteren kalmadı?!..

***

Hak, hukuk, adalet hak getire..

İnanç “yok…”

Dini değerler yok..

Kutsallar “raflara” mahkum bırakıldı!

Vicdan mı; kimin vicdanı?!

İnsan mı, kime göre insan?!

Rahmani duygu mu, getirisi nedir?!…

Zerre-i miskal; ebediyet düşünülmüyor..

Batıla..

Batıya..

Maddeye tapan, “çıkarcı bir yaşam” menfaati…

Velhasıl…

Böylesi alabora olmuş hayatın seyrinden kim memnun?..

Ya da, “kim nasıl bir yaşamdan tat alabilir ki?*…

Mümkün mü?!…

Sizce…

***

İŞİN SIRRI NEDİR?!

Kafelerde, “çay veya kahve” fiyat denetimi yapılıyor mu?!..

Çünkü, fiyat konusunda ciddi şikayet ve tepkiler alıyorum, okurlardan..

Her kahvehane, kafe ya da çay bahçesi, “kendisine özgü” kontrolsüz bir şekilde, fiyat belirliyor..

Kiminde, 5 lira, kiminde 10 lira..

Nehir kenarındakiler de ayrı bir fiyat, serbestiyetinde!..

Sur’dan, Yenişehir’e ardından Kayapınar’a, Bağlar’ın da Bağcılar bölgesine uzanınca, “merdiven çıkar” şeklinde fiyat yükselişi söz konusu..

Tabi salt, çay ve kahve fiyatı değil..

Denilene göre, bir küçük pet su bile, “uçuk” fiyatla satılıyor…

Katlamalı…

İlgili ve yetkili zevata duyurulur…

Bir fiyat standartı..

Ya da kahvehane ile kafeler arasında “fiyat rayişi” söz konusu mu?!

Yani işin sırrı nedir?!…

***

GERİSİ BİR HİKAYEDİR!….

Kararnameyle “görevden” alındı..

Beklenmeyen bir karardı “kendisine” göre..

Onun için de, “şoke” olmuştu..

Kızgındı, nefret duygusu kabarmış, “bu bana yapılır mı?” diye..

Ben çok ama çok hizmetler yaptım (!) diyerek..

İçine sindiremedi; soluksuz koştu, Ankara’ya..

Geçtiğimiz hafta gitti…

“Bürokratlarıyla da” veda etti…

Aslında, bürokrat için bu normal ve olabilir durum?!..

Bugün burda, yarın başka bir yerde…

Hiç bir makam ve koltuk “kimseye” baki değil…

Baba malı da değil..

Tapulu hiç değil…

Niye demişler makamlar geçicidir diye..

Neyse, birileri muhakkak ki akıl verdi!…

“Ayıp ediyorsun bu ne feveranlık..

Sen bir dön şehrine…

Git bir organizasyon yap..

Kalabalık oluştur.. 

Kent ahalisiyle vedalaşma töreni yap…

Tanıdığın siyasileri çağır..

Kızgın ve kırgın ayrılma şehirden..

Kendini masumiyet karinesinde göster..

Sonra gel Ankara’ya..

Biz de görevden alınmana ilişkin bakın görün ahali ne çok seviyor bizimkisini diyebilelim?!..

Bakarsın başka bir makam ayarlarız sana!…”

İşçi ve memure talimat; katılım zorunlu..

Gelmeyen, yanar misali..

İşte dün bu senaryonun sonucuna ilişkin bir sahne yaşandı kadim kentte!…

Peki, maya tutar mı?!

Ya da Külliye filme kanar mı?!..

Onu bilmem…

İki yıl dün gibiyse..

Onu zamana bırakalım…

Asıl söylenecek söz şudur…

“Baki kalan kubbede hoş bir seda imiş…”

Kaldı mı, bırakıldı mı?

İşte önemli olan buna yanıt verilebilir olabilmektir!…

Yoksa, gerisi bir anlık hikayedir!…

Unutulmaması gereken ke; “Karamanın koyunu sonra çıkar oyunu!…”

Daha çok yazılacak…

***

GÜNÜN SÖZÜ…

Sadece kendinde konuşma hakkı gören ve sahip olduğunu söyleyenin, hiçbir sözüne inanılmaz ve güvenilmez!…