AFYON HAYATI (34)
Sürgün olarak gönderildiği yerde dahi rahat bırakılmıyor. Ecdadından misafirperverliği, ihtiyarların, garip ve kimsesizlerin yardımına koşmayı miraz alan ve her Türk gibi, bu kaza halkı da, ilmî eserleriyle, ef’al ve hareketleriyle müsellem olan bu zâtın yardımına koşmayı vicdanî bir vazife telâkki ediyor.
İslâmın ve ilmin, izzet ü vakarını şerefle muhafaza etmesini bilen ve asla dünya zevkleri için mihnet kabul etmeyen bu şahsın, siyasî hiçbir parti ve teşekkülle de kat’iyyen alâkası yoktur.
Türkiye’de iman ve karakter sahibi her fikir adamına yapıldığı gibi, bu kimsenin muhtelif defalar evi aranmış, mahkemelere verilmiş, bütün eserleri, mektupları en ufak teferruatına varıncaya kadar müsadere edilerek suçsuz yere hapishanelerde süründürülmüştür.
Evet, suçsuz yere diyoruz. Çünkü; vali ve kaymakamından tutunuz da, karakoldaki jandarmasına varıncaya kadar Üstada eza ve cefa etmek, hapishanelerde süründürmek bir vesile-i iftihar; şefin gözüne girebilmek, terfi-i makam edebilmek gibi süflî hırslarla yanıp kavrulanlar için ise bulunmaz bir fırsat olmuştur.
Bu zulüm, bu işkencenin sebeplerini, o devrin dine karşı olan temayülünde, vicdan hürriyetine ve İslâmiyete yaptığı baskıda aramak lâzımdır. Bu halin, o devirde hiç de acayip olan bir tarafı yoktur. Zira o devirde memlekette; dinsiz, materyalist, behimî hislerinin zebûnu köle ruhlı bir nesil yetiştirlmek istenirken, bu zâtın kendi hayatını istihkar dereceisnde ortaya atılıp hürriyetle, ahlâkla, îmanla meşbu, hayvanî hislerin esiri olmayan bir gençlik istemesi ve bu uğurda çalışması elbette hoş görülmezdi. Millet haklarını çiğneyip, milyonların sırtından ahtapotlar gibi geçinmeyi şiar edinenler için korkulacak bir haldir bu. Takipler, baskılar senelerce devam etti. Onunla konuşanların, mektuplaşanların, hizmetine koşanların evleri arandı, kendileri Afyon Hapishanesinde çürütülerek çoluk çocukları sokaklarda sürünmeye mahkûm edildi.
Onun el yazması Kur’ân-ı Kerîmi ile bunun tefsiri olan Risale-i Nur parçaları birer hıyanet-i vataniye evrakı imiş gibi müsadere edilip savcılıklara devredildi.
Muhakemesine mevkufen devam edilerek yirmi ay suçsuz yere hapishanede bırakıldı.
Öyle bir an geldi ki, bu vak’aların cereyan ettiği Afyon Hapishanesi, Allaha inanmaktan ve onun emirlerini yerine getirmekten gayri hiçbir suçu olmayan mâsum vatandaşlarla dolup taştı. Onlara reva görülen zulüm, işkence şeytanları bile dehşete düşürdü, ayyûka çıktı; vahşet halini aldı. Nasıl Kudüs-i Şerif Yahudilerin vahşetine ve peygamberlere yapılan zulümlere sahne olmuşsa, Afyon şehride, insan haklarının çiğnenip vatandaş haklarının çarmıha gerildiği ikinci bir şehir oldu.
14 Mayıs seçimleriyle çeyrek asırın diktatoryası zîr ü zeber edilip çatır çatır yıkılırken, millet, kendi mukadderatına hâkim olmaktan duyduğu hudutsuz bir sevinç içersinde bayram ediyor.
************
14 Mayıstan sonra her şeyin değişeceğini beklerken yine görüyoruz ki, vali ve kaymakamlar eski alışkanlıklarına devamdalar.
Taharri memurları yine konuşan iki üç vatandaşın peşinde ve yine Bediüzzaman’ın evi tarassut altında. Öyle ki, bir jandarma çavuşu bile elinde arama emri olmadan Türkiye Cumhuriyeti kanunlariyle müeyyed bulunan mesken masuniyetine tecavüz ediyor. Ve bu cür’etkâr, bir türlü ceza görmüyor. Yine Üstadın kılık kıyafetiyle uğraşılıyor, devr-i sâbıkta olduğu gibi, ziyaretine gelenler yine kaydedilip karakollara çağırılıyor...
*******************
Kendisini milletine hasreden seksen yaşındaki ihtiyar bir din âlimi öldürülmek isteniyor; hem de Ramazan Bayramı akşamı, iftar yemeğine zehir konulmak suretiyle.
Bu ne fecî, bu ne tahammül edilmez bir haldir. Tecrit edilmiş, daimî bir tarassut altında, kapısında bekçi. O içerde ölümle başbaşa bırakılıyor.
Heyhat! Gelniz ey ehl-i İslâm. Hep beraber ağlaşalım. hayır, hayır! Gözyaşlariyle, feryat ile tedavisi mümkün değil bu derdin... Allah için uğraşalım.
NİHAT YAZAR
***
Beddiüzzaman Said Nur
Büyük ve dâhî adamların beşiği olan Türkiye şimdiye kadar, nekadar mebzul mücahidler, mücedditler ve bütün mânasiyle büyük insanlar görmüştür. Onların idrak ettikleri hayat şartları ve gördükleri itibar, buldukları ve mazhar oldukları hürmet, kadr ü kıymetlerine asla nakîse vermemekle beraber yürüdükleri hak yolunda muhakkak ki kendilerine büyük kolaylıklar temin etmiştir. Bu şartların mâkûs tecellisine ve zulmün en ağırına mâruz kaldığımız şu geçmiş yirmi beş yıl, bize ağır mücadele ve mücahedeler içinde yoğurulmuş, dâvâsının ve imanının azametinden ilham almış ve büyüklüğünü dünyanın en hücra köşelerine yaymış bir dâhî, bir nur ve fazilet timsali hediye etmiştir.
Nur’u birçok muzlim vicdanları aydınlatmış; kudreti, birçok zayıf imanlı insanlara cesaret vermiş, dehası, birçok nasipsiz insanların ruhuna ilham serpmiş olan bu büyük adam, hiç şüphe yoktur ki, Said Nur Hazretleridir.
Ondan fazilet ve fedakârlık dersi alan birçok yolunu şaşırmış insanlar kendilerini mes’ut ve aydınlık bir sahranın ortasında bulmuşlardır. Dehâsı ve celâdeti kadar îmanı da kuvvetli olan bu muhterem insan; yirmi beş yıllık istibdat ve zulme gözlerini kırpmadan göğüs geren ve onun korkunç işkence adaletsizliğine îmandan doğan bir cüretle karşı koyan tek şahsiyettir.
Bütün Müslüman dünyası, bu kutbun câzibesinden kendisini kurtaramamıştır. Türkiye’nin ıssız ve tenha bir köşesinde doğan bu nur, ziyasını Pakistan’lara, Endonezya’lara kadar yaymış ve kendisiyle beraber milletimizin de şan ve şerefine hâleler eklemiştir.
İslâmın ve ilmin, izzet ü vakarını şerefle muhafaza etmesini bilen ve asla dünya zevkleri için mihnet kabul etmeyen bu şahsın, siyasî hiçbir parti ve teşekkülle de kat’iyyen alâkası yoktur.
Türkiye’de iman ve karakter sahibi her fikir adamına yapıldığı gibi, bu kimsenin muhtelif defalar evi aranmış, mahkemelere verilmiş, bütün eserleri, mektupları en ufak teferruatına varıncaya kadar müsadere edilerek suçsuz yere hapishanelerde süründürülmüştür.
Evet, suçsuz yere diyoruz. Çünkü; vali ve kaymakamından tutunuz da, karakoldaki jandarmasına varıncaya kadar Üstada eza ve cefa etmek, hapishanelerde süründürmek bir vesile-i iftihar; şefin gözüne girebilmek, terfi-i makam edebilmek gibi süflî hırslarla yanıp kavrulanlar için ise bulunmaz bir fırsat olmuştur.
Bu zulüm, bu işkencenin sebeplerini, o devrin dine karşı olan temayülünde, vicdan hürriyetine ve İslâmiyete yaptığı baskıda aramak lâzımdır. Bu halin, o devirde hiç de acayip olan bir tarafı yoktur. Zira o devirde memlekette; dinsiz, materyalist, behimî hislerinin zebûnu köle ruhlı bir nesil yetiştirlmek istenirken, bu zâtın kendi hayatını istihkar dereceisnde ortaya atılıp hürriyetle, ahlâkla, îmanla meşbu, hayvanî hislerin esiri olmayan bir gençlik istemesi ve bu uğurda çalışması elbette hoş görülmezdi. Millet haklarını çiğneyip, milyonların sırtından ahtapotlar gibi geçinmeyi şiar edinenler için korkulacak bir haldir bu. Takipler, baskılar senelerce devam etti. Onunla konuşanların, mektuplaşanların, hizmetine koşanların evleri arandı, kendileri Afyon Hapishanesinde çürütülerek çoluk çocukları sokaklarda sürünmeye mahkûm edildi.
Onun el yazması Kur’ân-ı Kerîmi ile bunun tefsiri olan Risale-i Nur parçaları birer hıyanet-i vataniye evrakı imiş gibi müsadere edilip savcılıklara devredildi.
Muhakemesine mevkufen devam edilerek yirmi ay suçsuz yere hapishanede bırakıldı.
Öyle bir an geldi ki, bu vak’aların cereyan ettiği Afyon Hapishanesi, Allaha inanmaktan ve onun emirlerini yerine getirmekten gayri hiçbir suçu olmayan mâsum vatandaşlarla dolup taştı. Onlara reva görülen zulüm, işkence şeytanları bile dehşete düşürdü, ayyûka çıktı; vahşet halini aldı. Nasıl Kudüs-i Şerif Yahudilerin vahşetine ve peygamberlere yapılan zulümlere sahne olmuşsa, Afyon şehride, insan haklarının çiğnenip vatandaş haklarının çarmıha gerildiği ikinci bir şehir oldu.
14 Mayıs seçimleriyle çeyrek asırın diktatoryası zîr ü zeber edilip çatır çatır yıkılırken, millet, kendi mukadderatına hâkim olmaktan duyduğu hudutsuz bir sevinç içersinde bayram ediyor.
************
14 Mayıstan sonra her şeyin değişeceğini beklerken yine görüyoruz ki, vali ve kaymakamlar eski alışkanlıklarına devamdalar.
Taharri memurları yine konuşan iki üç vatandaşın peşinde ve yine Bediüzzaman’ın evi tarassut altında. Öyle ki, bir jandarma çavuşu bile elinde arama emri olmadan Türkiye Cumhuriyeti kanunlariyle müeyyed bulunan mesken masuniyetine tecavüz ediyor. Ve bu cür’etkâr, bir türlü ceza görmüyor. Yine Üstadın kılık kıyafetiyle uğraşılıyor, devr-i sâbıkta olduğu gibi, ziyaretine gelenler yine kaydedilip karakollara çağırılıyor...
*******************
Kendisini milletine hasreden seksen yaşındaki ihtiyar bir din âlimi öldürülmek isteniyor; hem de Ramazan Bayramı akşamı, iftar yemeğine zehir konulmak suretiyle.
Bu ne fecî, bu ne tahammül edilmez bir haldir. Tecrit edilmiş, daimî bir tarassut altında, kapısında bekçi. O içerde ölümle başbaşa bırakılıyor.
Heyhat! Gelniz ey ehl-i İslâm. Hep beraber ağlaşalım. hayır, hayır! Gözyaşlariyle, feryat ile tedavisi mümkün değil bu derdin... Allah için uğraşalım.
NİHAT YAZAR
***
Beddiüzzaman Said Nur
Büyük ve dâhî adamların beşiği olan Türkiye şimdiye kadar, nekadar mebzul mücahidler, mücedditler ve bütün mânasiyle büyük insanlar görmüştür. Onların idrak ettikleri hayat şartları ve gördükleri itibar, buldukları ve mazhar oldukları hürmet, kadr ü kıymetlerine asla nakîse vermemekle beraber yürüdükleri hak yolunda muhakkak ki kendilerine büyük kolaylıklar temin etmiştir. Bu şartların mâkûs tecellisine ve zulmün en ağırına mâruz kaldığımız şu geçmiş yirmi beş yıl, bize ağır mücadele ve mücahedeler içinde yoğurulmuş, dâvâsının ve imanının azametinden ilham almış ve büyüklüğünü dünyanın en hücra köşelerine yaymış bir dâhî, bir nur ve fazilet timsali hediye etmiştir.
Nur’u birçok muzlim vicdanları aydınlatmış; kudreti, birçok zayıf imanlı insanlara cesaret vermiş, dehası, birçok nasipsiz insanların ruhuna ilham serpmiş olan bu büyük adam, hiç şüphe yoktur ki, Said Nur Hazretleridir.
Ondan fazilet ve fedakârlık dersi alan birçok yolunu şaşırmış insanlar kendilerini mes’ut ve aydınlık bir sahranın ortasında bulmuşlardır. Dehâsı ve celâdeti kadar îmanı da kuvvetli olan bu muhterem insan; yirmi beş yıllık istibdat ve zulme gözlerini kırpmadan göğüs geren ve onun korkunç işkence adaletsizliğine îmandan doğan bir cüretle karşı koyan tek şahsiyettir.
Bütün Müslüman dünyası, bu kutbun câzibesinden kendisini kurtaramamıştır. Türkiye’nin ıssız ve tenha bir köşesinde doğan bu nur, ziyasını Pakistan’lara, Endonezya’lara kadar yaymış ve kendisiyle beraber milletimizin de şan ve şerefine hâleler eklemiştir.
Devam Edecek
Yazarın Önceki Yazıları