BEDİÜZZAMAN DİYOR Kİ;
Sevgili okurlar..
Bu köşede, günlük olarak artık Üstad Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretlerinin kaleme aldığı Risale-i Nur külliyatından, bölümler sizlere aktaracağız. Üstad’ın hayatını içeren, yaşamında karşılaştığı zorlukların yer alacağı bu köşede, İslam’ın birliği, dirliği ve tabi ki ümmet olabilme şiarıyla, önemli hakikatlere dikkat çekilecek..
Öyle ümit ediyoruz ki;
Siz değerli okurlarımız buradan aktarılacak olan bilgilerden hayata dair önemli dersler çıkaracağı gibi, Türkiye’nin tarihine de vakıf olacaksınız..
Bu bir iman hizmetidir..
Yazı serimize, Risale-i Nur Külliyatının özellikle, Emirdağ Lahikası’nın 1. Cildinden, başlıyoruz…Üstad Emirdağ ahalisine bakınız nasıl sesleniyor?…
***
“Emirdağ'daki kardeşlerime,
Benim hakkımda evham edenlere deyiniz ki:
Biz, hizmet ettiğimiz bu adamın yirmi senelik hayatının bütün mahrem ve gayr-ı mahrem mektuplarını ve kitaplarını ve esrarını hükûmet şiddetli taharriyatla elde etti. Dokuz ay hem Isparta, hem Denizli, hem Ankara adliyeleri tetkikten sonra, bir tek gün cezayı, bir tek talebesine vermeyi mûcib bir madde—beş sandık kitaplarında ve evraklarında—bulunmadı ki, hem Ankara ehl-i vukufu, hem Denizli Mahkemesi ittifakla beraatına karar verdiler.
Hem, bu zarurî işlerini ihtiyarlığına hürmeten gördüğümüz adam, mahkemece dâvâ etmiş ve bütün hazır arkadaşlarını şahit gösterip, tasdik ettirmiş ki: Yirmi senedir hiçbir gazeteyi ve siyasî eserleri ne okumuş, ne sormuş, ne bahsetmiş; ve on senedir, hükümetin iki reisinden ve bir vali ve bir mebusundan başka hiçbir erkânı ve büyük memurlarını bilmiyor ve tanımıyor ve tanımaya merak etmemiş. Ve üç senedir Harb-i Umumîyi ne sormuş, ne bilmiş, ne merak etmiş, ne radyo dinlemiş. Ve intişar eden yüz otuz telifatından, yirmi sene zarfında yüz bin adamın dikkatle okudukları halde ne idareye, ne âsâyişe, ne vatana, ne millete hiçbir zararı hükûmet görmemiş. Beş vilâyetin dikkatli zabıtaları ve taharri memurları ve mahkeme işiyle iştigal eden üç vilâyetin ve merkez-i hükûmetin dört adliyelerinin ağır ceza mahkemeleri en ufak bir suç bulmamış ki, tahliyelerine mecbur oldular.
Eğer bu adamın dünya iştihası ve siyasete meyli olsaydı, hiç imkânı var mı ki, bir tereşşuhatı ve emâreleri bulunmasın? Halbuki mahkeme safahatında hiçbir emâre bulamadılar ki, muannid bir müddeiumumî (savcı), mecbur olup vukuat yerinde imkânatı istimal ederek mükerreren iddianamesinde "Yapabilir" demiş ve "Yapmış" dememiş. "Yapabilir" nerede, "Yapmış" nerede? Hattâ mahkemede Said ona demiş: "Herkes bir katli yapabilir; bu iddianızla herkesi ve sizi mahkemeye vermek lâzım geliyor..."
Elhasıl: Ya bu adam tam bir divanedir ki, bu derece dehşetli umûr-u dünyaya karşı lâkayt kalıyor; veyahut bu vatanın ve bu milletin en büyük bir saadetine ihlâsla çalışmak için, hiçbir şeye tenezzül etmez ve ehemmiyet vermez. Öyleyse bunu tâciz ve tazyik etmek, vatan ve millete ve âsâyişe bir nevi ihanettir. Ve onun hakkında bu çeşit evham etmek, bir divaneliktir.
MÜHİM BİR SUALE HAKİKATLİ BİR CEVAPTIR
Büyük memurlardan bir kaç zât benden sordular ki: "Mustafa Kemal sana üç yüz lira maaş verip, Kürdistana ve vilâyât-ı Şarkiyeye, Şeyh Sinûsî yerine vâiz-i umumî yapmak teklifini neden kabul etmedin? Eğer kabul etseydin, ihtilâl yüzünden kesilen yüz bin adamın hayatlarını kurtarmaya sebep olurdun" dediler.
Ben de onlara cevaben dedim ki: Yirmişer, otuzar senelik hayat-ı dünyeviyeyi o adamlar için kurtarmadığıma bedel, yüz binler vatandaşa, her birisine milyonlar sene uhrevî hayatı kazandırmaya vesile olan Risale-i Nur, o zâyiatın yerine binler derece iş görmüş. Eğer o teklifi ben kabul etseydim, hiçbir şeye âlet olamayan ve tâbi olmayan ve sırr-ı ihlâsı taşıyan Risale-i Nur meydana gelmezdi. Hattâ ben, hapiste muhterem kardeşlerime demiştim: Eğer Ankara'ya gönderilen Risale-i Nur'un şiddetli tokatları için beni idama mahkûm eden zâtlar, Risale-i Nur ile imanlarını kurtarıp idam-ı ebedîden necat bulsalar, siz şahit olunuz, ben onları da ruh u canımla helâl ederim.
Beraetimizden sonra Denizli'de beni tarassutla tâciz edenlere ve büyük âmirlerine ve polis müdürüyle müfettişlere dedim: Risale-i Nur'un kàbil-i inkâr olmayan bir kerametidir ki, yirmi sene mazlumiyet hayatımda, yüzer risale ve mektuplarımda ve binler şakirtlerde hiçbir cereyan, hiçbir cemiyet ile ve dahilî ve haricî hiçbir komite ile hiçbir vesika, hiçbir alâka, dokuz ay tetkikatta bulunmamasıdır. Hiçbir fikrin ve tedbirin haddi midir ki bu hârika vaziyeti versin? Bir tek adamın, birkaç senedeki mahrem esrarı meydana çıksa, elbette onu mes'ul ve mahcup edecek yirmi madde bulunacak. Madem hakikat budur; ya diyeceksiniz ki "Pek harika ve mağlûp olmaz bir deha bu işi çeviriyor." Veya diyeceksiniz: "Gayet inayetkârâne bir hıfz-ı İlâhîdir." Elbette böyle bir dehâ ile mübareze etmek hatadır. Millete ve vatana büyük bir zarardır ve böyle bir hıfz-ı İlâhî ve inâyet-i Rabbâniyeye karşı gelmek, firavunâne bir temerrüddür.”
(Devamı Pazartesi)