EMİRDAĞ LÂHİKASI

Hürriyetin en geniş suretini veren cumhuriyet hükümetinde her bir hürriyetten men’edilmekle beraber, düşmanlarım, benim aleyhime her cihetle serbest olarak beni eziyorlar. Hürriyet-i vicdan ve hürriyet-i fikr-i ilmiyeyi temin eden Cumhuriyet Hükümeti, ya beni tam himâye edip, garazkâr, evhamlı düşmanlarımı sustursun veyahut bana, düşmanlarım gibi hürriyet-i kalem verip, müdafaatıma yasak demesin.
Çünkü, resmen, perde altında her muhabereden men’im için postahanelere gizli emir verilmiş. Su ve ekmeğimi getiren tek bir çocuktan başka kimse ile beni görüştürmemek için tenbihat verildiği bir zamanda, eskiden beri benim muârızlarım fırsat bulup, tam mahkeme-i temyizin beraetimizi tasdik ederek, mahkemedeki ehl-i vukufun tahsin ettikleri kitaplarımı almayı beklerken, o düşmanlarım, hiç münasebetim olmayan bir-iki mahrem risalelerimi verdirip, sonra meslekçe benim aleyhimde bir-iki ehli vukufun eline geçirip, aleyhimde fena bir rapor hazırladıklarını işittim. Daha sabır ve tahammülüm kalmadı. Ben hükümet-i cumhuriyenin bütün erkânlarına, belki dünyaya ilân ediyorum ki:
Kur’an-ı Hakîm’in sırr-ı hakikatıyla ve i’cazının tılsımıyla, benim ve Risale-i Nur’un programımız ve mesleğimiz ve bilfiil semeresini gördüğümüz ve çalıştığımız ve gaye-i hareketimiz ve hedefimi, ölümün idam-ı ebedîsinden iman-ı tahkîkî ile bîçareleri kurtarmak ve bu mübarek milleti de her nevi anarşilikten muhafaza etmektir.
İşte Risale-i Nur, üç ehl-i vukuf hey’etinin ve üç mahkemenin inelemesinden geçtiği halde, bu iki vazife-i kudsiyeden başka, kasdî olarak dünyaya, idareye, âsâyişe dokunacak ciheti olmadığına, yirmi senelik hayatım ve yüz otuz Risale-i Nur meydanda cerhedilmez bir hüccettir. Evet, mahkemece dâva ettiğim ve benimle münasebettar bütün dostlarımın tasdiki altında, yirmi seneden beri hiçbir gazeteyi okamayan, dinlemeyen ve bu kadar muhtaç olduğu halde isirahatı için hiç müracaat etmeyen ve on seneden beri hükümetin erkânlarını -birkaçı müstesna olarak- bilmeyen ve dört seneden beri dünya harbinden ve hâdisatından hiç haber almayan ve merak etmeyen bu bîçare mazlum Said, hiç imkânı var mı ki, ehl-i siyasetle uğraşsın ve idareye ilişsin ve âsâyişin ihlâline meyli bulunsun...
Eğer zerre miktar bulunsaydı; “Karşımda kimler var, dünyada neler oluyor, bana kim yardım edecek?” diye soruşturacaktı, merak edecekti, karışacaktı, hilelerle büyüklehe hulûl edecekti.
En elîm cüz’i bir hadise şudur ki: “Bir tecrid-i mutlak içinde her muhabereden kesilmiş vaziyetimden kurtulmak için hapse girmeye bir bahane bulunuz ki; beni hapse alsınlar, bu azabdan kurtulayım” diye bazı dostlarıma bir gizli mektup elden göndermiştim. Tâ, benim hayatımın sermayesi ve neticesi ve gayet ziynetli bir surette tezyin edilmiş Risale-i Nur’dan, Denizli’de mahkemede bulunan kitaplarıma yakın olayım ve teslim almaya çalışayım. Maatteessüf, aleyhime olan oradaki ehl-i vukuftan bir tek adam beni müdafaa ederken, o dahi mektubumu görüp, hapse girmem için aleyhime hüküm vermeye mecbur olmuş.
Beni hapislere sokan muârızların bir bahaneleri de -o mahkemede ondan beraet kazandığım- “Tarîkatçılık”tır. Halbuki, Risale-i Nurda daima dâva edip demişim: “Zaman tarîkat zamanı değil, belki imanı kurtarmak zamanıdır. Tarîkatsız cennete gidenler çoktur, imansız cennete giden yoktur” diye bütün kuvvetimizle imana çalışmışız.
Ben hocayım, şeyh değilim. Dünyada bir hanem yok ki... Nerede tekkem olacak?.. Bu yirmi sene zarfında, bir tek adam yok ki; çıksın desin: “Bana tarîkat dersi vermiş” ve mahkemeler ve zabıtalar bulmamışlar. Yalnız eskiden yazdığım tarîkatların hakikatlerini ilmen beyan eden “Telvihat Risalesi” var ki, bir ders-i hakikattır ve yüksek bir ders-i ilmîdir, tarîkat dersi değildir.
Devam edecek