EMİRDAĞ LÂHİKASI
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Suâl: ‘’Tevafukla bu keramet nasıl kat’î sabit oluyor?’’ diye kardeşlerimizden birisnin suâline küçük cevaptır.
Elcevap: Bir şeyde tevafuk olsa, küçük bir emare olur ki; onda bir kasd var; bir irade var; rastgele bir tesadüf değil. Ve bilhassa tevafuk bir kaç cihette olsa, o emare tam kuvvetleşir. Ve bilhassa, yüz ihtimal içinde iki şeye mahsus ve o iki şey birbiriyle tam münasebetdar olsa, o tevafuktan gelen işaret sarih bir delâlet hükmüne geçer ki; bir kasd ve irade ile ve bir maksat için o tevafuk olmuş, tesadüfün ihtimali yok.
İşte, bu mes’ele-i Mi’raciye de aynen böyle oldu. Doksandokuz gün içinde yalnız Leyle-i Regâib ve Leyle-i Mi’raca yağmur rahmetinin tevafuku ve o iki gece güne mahsus olması, daha evvel ve daha sonra olmaması ve ihtiyac-ı şedidin tam vaktine muvafakatı ve Mi’raciye Risalesi’nin burada çoklar tarafından şevk ile kıraat ve kitabet ve neşrine rastgelmesi ve o iki mübarek gecenin birbiriyle bir kaç cihette tevafuk etmesi ve mevsimi olmadığı için acîb gürültülerle, söylenmeyecek maddî-mânevî zemin gürültüleriyle feryadlarına tehditkârâne ve tesellidârâne tevafuk etmesi ve ehl-i imanın me’yusiyetinden teselli aramalarına ve dalâletin savletinden gelen vesvese ve za’fiyetine karşı kuvve-i mâneviyenin takviyesini istemelerine tam tevafuku, bu geceler gibi, şeâir-i İslâmiyeye karşı hürmetsizlik edenlerin hatalarına bir tekdir olarak, ‘’kâinat, bu gecelere hürmet eder, neden siz etmiyorsunuz?’’ diye mânasında, kesretli rahmetle şeâir-i İslâmiyeye karşı, hattâ semâvât ve feza-yı âlem hürmetlerini göstermekle tevafuk etmesi, zerre miktar insafı olan bilir ki; bu işte hususi bir kasd ve irade ve ehl-i imana hususi bir inayet ve merhamettir; hiçbir cihetle tesadüf ihtimali olamaz.
Demek hakikat-ı Mi’rac, bu mu’cize-i Ahmediye (A.S.M.) ve keramet-i kübrası olduğu ve Mi’rac merdiveni ile göklere çıkması ile Zât-ı Ahmediyenin (A.S.M.) semâvât ehline ehemmiyetini ve kıymetini gösterdiği gibi; bu seneki Mi’rac da zemine ve bu memleket ahâlisine kâinatça hürmetini ve kıymetini gösterip bir keramet gösterdi.
* * *
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
İşarât-ı Gaybiye-i Gavsiye ve Aleviyede, ‘’altmışdörtte Risale-i Nur te’lifce tamam olur.’’ Demek o tarihten sonra, yalnız izahat ve hâşiyeler ve tetimmeler olacak. Bu münasebetle iki nokta ihtar etmek kalbime geldi.
Birincisi: Risale-i Nur’un fıtraten ve zamanın vaziyetine göre talebesi olacak, başta, mâsum çocuklardır. Çünkü bir çocuk, küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i imanî alamazsa, sonra pek zor ve müşkül bir tarzda İslâmiyet ve imanın erkânlarını ruhuna alabilir. Âdeta gayr-i müslim birisinin İslâmiyeti kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabani düşer. Bilhassa, peder ve validesini dindar görmezse ve yalnız dünyevî fenlerle zihni terbiye olsa, daha ziyade yabanilik verir. O halde o çocuk, dünyada peder ve validesine hürmet yerinde istiskal edip çabuk ölmelerini arzu ile onlara bir nevi belâ olur. Âhirette de onlara şefaatçi değil, belki dâvacı olur. Neden imanımı terbiye-i İslâmiye ile kurtarmadınız!..
İşte bu hakikata binaen en bahtiyar çocuklar onlardır ki; Risale-i Nur dairesine girip dünyada peder ve validesine hürmet ve hizmet ve hasenatı ile onların defter-i a’mâline vefatlarından sonra hasenatı yazdırmakla ve âhirette onlara derecesine göre şefaat etmekle bahtiyar evlât olurlar.
Risale-i Nur’un ikinci kısım talebeleri: Fıtraten Risale-i Nur’a muhtaç, bir derece de dünyadan ürkmüş veyahut küsmüş kadınlardır. Hususan bir derece yaşlı da olsa, Risale-i Nur, ona hakiki bir gıda-yı mânevîdir. Çünkü, Risale-i Nur’un dört esasından birisi şefkattır ki, ism-i Rahîmin mazhariyetinden gelmiş. Kadınların da en esaslı hâssaları ve fıtrî vazifelerinin mayası, şefkattir.
Üçüncü kısım: Fıtrî olmasa da, vaziyeti itibariyle Risale-i Nur’a ekmek ve ilâç gibi muhtaç olan hastalar ve ihtiyarlardır. Çünkü, Risale-i Nur hayat-ı bâkiyeyi güneş gibi gösterdiğinden; ve dünyevî hayatın fânilik cihetinde mahiyetini tam gösterdiğinden; dünyevî hayatlarına ya hastalık veya ihtiyarlıkla darbe gelen ve gaflet veya dalâlet cihetiyle ölümü idam tevehhüm eden hastalar ve ihtiyarlar Risale-i Nur’a o derece muhtaçtırlar ve öyle bir teselli, bir nur alırlar ki; onların hastalık ve ihtiyarlığını sıhhat ve gençliğe tercih ettiriyor.
İhtar Edilen İkinci Nokta: Madem Arabîce altmışdörde girdik, işaret-i gaybîye gelmesiyle Risale-i Nur tekemmül etmiş olur. Eğer Rûmî tarihi olsa, daha iki senemiz var. Halbuki çok mühim yerde yazılmayan ve tehir edilen risaleler kalmış. Meselâ: ‘’Otuzuncu Mektup’’ ve ‘’Otuzikinci Mektup’’ ve ‘’Otuzikinci Lem’a’’lar gibi ehemmiyetli mertebeler, boş kalmış. Kalbime ihtar edilmiş ki; Eski Said’in en mühim eseri ve Risale-i Nur’un fâtihası, Arabî ve matbu olan ‘’İşarâtü’l-İ’Caz Tefsiri’’, Otuzuncu Mektup olacak ve olmuş. Eski Said’in en son te’lifi ve yirmi gün ramazanda te’lif edilen, kendi kendine manzum gelen ‘Lemeat Risalesi’’ Otuzikinci Lem’a olması ve Yeni Said’in en evvel hakikattan şuhud derecesinde kalbine zâhir olan ve Arabî ibaresinde ‘’Katre’’, ‘’Habbe’’, ‘’Şemme’’, ‘’Zerre’’, ‘’Hubab’’, ‘’Zühre’’, ‘’Şu’le’’ ve onların zeyillerinden ibaret büyükçe bir mecmua Otuzüçüncü Lem’a olması ihtar edildi.
Hem ‘’Meyve’’, Onbirinci Şuâ olduğu gibi, ‘’Denizli Müdafaanâmesi’’ de Onikinci Şuâ ve hapiste ve sonra ‘’Küçük Mektuplar Mecmuası’’ Onüçüncü Şuâ olması ihtar edildi. Ben de aziz kardeşlerimin tensiblerine havâle ediyorum. Demek bir kaç mertebede kapı açıktır, bizlere daha iyi tetimmeler yazdırılabilir.
Aziz kardeşlerime birer birer selâm ediyorum. Kastamonu ve civarındaki kardeşlerimi de -eski zamanda olduğu gibi- daima beraber görüyorum. Hiç merak etmesinler; Risale-i Nur tevakkuf etmiyor, perde altında büyük fütuhatı var. Sıkıntılarımızın neticeleri Risale-i Nur’un derslerine daha ziyade nazar-ı dikkati celbedip geniş bir dairede kendini okutturuyor. Onun için gayet çalışkan iki kardeşimiz olan baba ve oğlu; ve babası, ziyade sıkıntı çekmelerinde iftihar etsinler, orada muvakkat tevakkuftan müteessir olmasınlar. Benim ve bizim nazarımızda onlar, eski mevkilerini tam muhafaza ediyorlar.
Devam Edecek