EMİRDAĞ LÂHİKASI

Başta Risale-i Nur’un fıtrî talebeleri mâsum çocuklar demiştik. İşte bir nümunesi; bu mektubumu rahatsızlıktan kendim yazamadığım için ben söyleyip yeni hurufla yazan Ceylan, biri de ona mektup yazan mâsum Küçük Ali, biri de bu defa bana kâmilâne ve müdakkikane mektup yazan Medrese-i Nuriyenin küçük şâkirdi Küçük Mehmed’dir. Ben de onlara Bârekâllah bahtiyar çocuklar derim, peder ve validelerini de tebrik ederim.

* * *

(Bir suâle mecburî cevabın tetimmesidir.)
Aziz Sıddık Kardeşlerim,
Bu yaz mevsimi, gaflet zamanı ve derd-i maişet meşgalesi hengâmı ve Şuhûr-u Selâsenin çok sevaplı ibadet vakti ve zemin yüzündeki fırtınaların silâhla değil, diplomatlıkla çarpışmaları zamanı olduğu cihetle; gayet kuvvetli bir metanet ve vazife-i nuriye-i kudsiyede bir sebat olmazsa, Risale-i Nur’un hizmeti zararına bir atâlet, bir fütur ve tevakkuf başlar.
Aziz kardeşlerim, siz kat’î biliniz ki: Risale-i Nur ve şâkirdlerinin meşgul oldukları vazife, rûy-i zemindeki bütün muazzam mesâilden daha büyüktür. Onun için; dünyevî merak-âver mes’elelere bakıp, vazife-i bâkiyenizde fütur getirmeyiniz. Meyvenin Dördüncü Mes’elesini çok defa okuyunuz, kuvve-i mâneviyeniz kırılmasın.
Evet, ehl-i dünyanın bütün muazzam mes’eleleri, fâni hayatta zâlimâne olan düstûr-u cidal dairesinde, gaddarâne, merhametsiz ve mukaddesat-ı diniyeyi dünyada feda etmek cihetiyle, kader-i İlâhî, onların o cinayetleri içinde, onlara bir mânevî cehennem veriyor. Risale-i Nur ve şâkirdlerinin çalıştıkları ve vazifedar oldukları fâni hayata bedel, bâki hayata perde olan ölümü ve hayat-ı dünyeviyenin perestişkârlarına gayet dehşetli ecel cellâdının, hayat-ı dünyeviyenin perestişkârlarına gayet dehşetli ecel cellâdının, hayat-ı ebediyeye birer perde ve ehl-i imanın saadet-i ebediyelerine birer vesile olduğunu, iki kere iki dört eder derecesinde kat’î isbat etmektedir. Şimdiye kadar o hakikatı göstermişiz.
Elhâsıl: Ehl-i dalâlet, muvakkat hayata karşı mücadele ediyorlar. Bizler, ölüme karşı nur-u Kur’ân ile cidaldeyiz; onların en büyük mes’elesi -muvakkat olduğu için- bizim mes’elemizin en küçüğüne -bekaya baktığı için- mukabil gelmiyor. Madem onlar divânelikleriyle bizim muazzam mes’elelerimize tenezzül edip karışmıyorlar; biz, neden kudsî vazifemizin zararına onların küçük mes’elelerini merakla tâkip ediyoruz?..
Bu âyet ve usul-i İslâmiyetin ehemmiyetli bir düsturu olan Yani: ‘Başkasının dalâleti sizin hidayetinize zarar etmez; sizler, lüzumsuz olanların dalâletleriyle meşgul olmayasınız...’’
Düsturun mânası: ‘’Zarara kendi razı olanın lehinde bakılmaz. Ona şefkat edip acınmaz.’’
Madem bu âyet ve bu düstur; bizi zarara bilerek razı olanlara acımaktan menediyor; biz de bütün kuvvetimiz ve merakımızla, vaktimizi kudsî vazifeye hasretmeliyiz. Onun hâricindekileri malayâni bilip, vaktimizi zayi etmemeliyiz. Çünkü elimizde nur var; topuz yoktur. Biz tecavüz edemeyiz. Bize tecavüz edilse, nur gösteririz. Vaziyetimiz bir nevi nuranî müdafaadır.
Bu tetimmenin yazılmasının sebeplerinden birisi:
Risale-i Nur’un bir talebesini tecrübe ettim. Acaba bu heyecan, şimdiki siyasete karşı ne fikirdedir diye, Boğazlar hakkında bir boşboğazlığı münasebetiyle bir-iki şey sordum. baktım, alâkadarâne ve bilerek cevap verdi. Kalben, yazık dedim. Bu vazife-i nuriyede zararı olacak. Sonra şiddetle ikaz ettim.
Bir düsturumuz vardır. Eğer insanlara acıyorsan, geçmiş düstur onlara merhamete liyakatini selbediyor. Cennet adamlar istediği gibi, Cehennem de adam ister.
(Beşinci Şuâ’nın yine kısmen verdiği haberler tezahür ediyor.)
Said Nursî

* * *

DENİZLİ TÜCCARI ASLI BURDURLU HÂFIZ MUSTAFA’YA HİTAPTIR

Aziz, Sıddık Kardeşim ve Hizmet-i Kur’âniyede Muvaffakıyetli Arkadaşım!
Sen binler safâlarla geldin, beni ebedî minettar ettin ve sâdık arkadaşlarınla Risale-i Nur’un serbestiyetine hizmetiniz o derece büyük ve kıymetlidir, değil yalnız bizi ve Risale-i Nur’un şâkirdlerini, belki bu memleketi, belki Âlem-i İslâmı mânen minettar ettiniz ki; ehl-i imanın imdadına yetişmeye Risale-i Nur’un yolunu serbestçe açtınız. Ben, bir seneden beri seni ve seninle beraber bu serbestiyetine çalışanları, Merhum Hâfız Ali ve Hüsrev gibi Risale-i Nur’un kahramanlarıyla beraber mânevî kazançlarıma, dualarıma, şerik etmişim; hem devam edecek... Buraya kadar herbir dakika, yoldaki bir gün, Risale-i Nur’un hizmetinde bulunduğun gibi beni minettar eyledin. Hâkim-i âdil nâmını alan mâlum zâtı ve lehimizde onunla beraber çalışanları, bu hakiki adâlete hizmetleri için âhir ömrüme kadar unutmayacağım. Altı-yedi aydır onları da aynen mânevî kazançlarıma şerik ediyorum.
Bana teslim ettikleri Risale-i Nur’un bir kısmını, kardeşlerime cevap vereceğim, bütününü yazsınlar, onlara hediye edeceğim. Çünkü onlar, Risale-i Nur’un bundan sonraki hizmetine tam hissedardırlar. Bu mes’elede ben Denizli şehrini kendi karyeme arkadaş edip bütün emvâtını ve ehl-i imanın hayatta olanlarını hem kendim, hem Risale-i Nur’un talebeleri, mânevî kazançlarımıza hissedar etmeğe karar verdik. Denizli Hapishanesini de, bir imtihan medresemiz telakki ediyoruz.

Devam edecek