EMİRDAĞ LÂHİKASI
Ve bizimle alâkadar hem Denizli’de, hem hapiste umumuna ve hususan tam adâletini gördüğümüz mahkeme hey’etine çok selâm ve dualar ederiz.
* * *
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Kat’iyen şek ve şüphemiz kalmadı ki; bu hizmetimizin neticesi olan Risale-i Nur’un serbestiyetini değil yalnız biz ve bu Anadolu ve âlem-i İslâm alkışlıyor, takdir ediyor; belki kâinat memnun olup cevv-i sema, feza-yı âlem alkışlıyor ki; üç-dört ayda yağmura şiddet-i ihtiyaç varken gelmedi ve Denizli’de mahkemenin bilfiil teslimine karar vermesi, yine Leyle-i Mi’racda aynen Risale-i Nur’un bir rahmet olduğuna işareten Leyle-i Regâibe tevafuk ederek kesretli melek-i ra’dın alkışlamasıyla ve rahmetin Emirdağ’ında gelmesi o teslim kararına tevafuk etmesi ve bir hafta sonra, demek Denizli’de vekillerin eliyle alınması hengâmlarında yine aynen Leyle-i Mi’raca ve Leyle-i Regâibe tevafuk ederek aynen onlar gibi Cuma gecesinde kesretli rahmet ve yağmurun bu memlekette gelmesi, o tevafuklarıyla kat’î kanaat verdi ki: Risale-i Nur’un müsaderesine ve hapsine dört zelzelelerin tevafuku Küre-i Arzca bir itiraz olduğu gibi, bu Emirdağ’ı memleketinde dört ay zarfında yalnız üç Cuma gecesinde -biri Leyle-i Regâib, biri Leyle-i Mi’rac, biri de Şâban-ı muazzamın birinci Cuma gecesinde- rahmetin kesretli gelmesi ve Risale-i Nur’un da serbestiyetinin üç devresine tam tamına tevafuk etmesi, küre-i havâiyenin bir tebriki, bir müjdesidir ve Risale-i Nur’un da mânevî bir rahmet ve yağmur olduğuna kuvvetli bir işarettir.
Ve en lâtif bir emare şudur ki; dün, birdenbire bir serçe kuşu pencereye geldi, vurdu. Biz, uçurmak için işaret ettik, gitmedi.
Mecbur oldum. Ceylan’a dedim: ‘’Pencereyi aç; o ne diyecek?’’
Girdi, durdu, tâ bu sabaha kadar; sonra odayı ona bıraktık, yatak odama geldim. Bu sabah çıktım, kapıyı açtım; yarım dakikada döndüm, baktım ‘’Kuddüs, Kuddüs’’ zikrini yapan bir kuş odamda gördüm. Gülerek dedim: ‘’Bu misafir niçin geldi?’’ Tam bir saat bana baktı, uçmadı, ürkmedi. Ben de okuyordum; ekmek bıraktım; yemedi. Yine kapıyı açtım, çıktım, yarım dakikada geldim; o misafir kayboldu.
Sonra bana hizmet eden çocuk geldi, dedi ki: ‘’Ben bu gece gördüm ki, Hâfız Ali’nin kardeşi yanımıza gelmiş.’’
Ben de dedim: Hâfız Ali ve Hüsrev gibi bir kardeşimiz buraya gelecek. Aynı günde, iki saat sonra çocuk geldi dedi. Hâfız Mustafa geldi; hem Risale-i Nur’un serbestiyetinin müjdesini, hem mahkemedeki kitaplarımı da kısmen getirdi; hem serçe kuşunun ve senin, hem kuddüs kuşunun tâbirini isbat etti -ki, tesadüf olmadığını isbat etti.-
Acaba emsalsiz bir tarzda hem serçe kuşu acîb bir surette, hem kuddüs kuşu garip bir surette gelip bakması, sonra kaybolması ve mâsum çocuğun rüyası tam tamına çıkması, Risale-i Nur’un Hâfız Mustafa gibi bir zâtın eliyle buraya gelmesinin aynı zamanına tevafuku hiç tesadüf olabilir mi? Hiçbir ihtimali var mı ki, bir beşaret-i gaybiye olmasın?
Evet, bu mes’ele, küçük bir mes’ele değil; kâinat ve hayvanât ile alâkadardır. Ben Risale-i Nur’un bir şâkirdi olmak itibariyle, kendi hisseme düşen bu kâr ve neticeyi, binler altın lira kadar kazancım var kanaat ediyorum. Başka yüzbinler Risale-i Nur şâkirdleri ve takviye-i imana muhtaç ehl-i imanın istifadeleri buna kıyas edilsin.
Evet dinin, şeriatın ve Kur’ân’ın yüzden ziyade tılsımlarını, muammalarını hal ve keşfeden; ve en muannid dinsizleri susturup ilzam eden; ve Mi’rac ve haşr-i cismânî gibi sırf akıldan çok uzak zannedilen Kur’ân hakikatlerini en mütemerrid ve en muannid feylosoflara ve zındıklara karşı güneş gibi isbat eden ve onların bir kısmını imana getiren Risale-i Nur eczaları, elbette Küre-i Arz ve küre-i havâiyeyi kendi ile alâkadar eder ve bu asrı ve istikbâli kendi ile meşgul edecek bir hakikat-ı Kur’âniyedir ve ehl-i iman elinde bir elmas kılınçtır.
Devam Edecek