EMİRDAĞ LÂHİKASI
Bazı âlimler ‘’Sakalı tıraş etmek caiz değildir’’ demişler. Muradları sakalı bıraktından sonra tıraş etmek haramdır demektir. Yoksa hiç bırakmayan, bir sünneti terketmiş olur. Fakat bu zamanda, dehşetli pek çok günah-ı kebîreden çekinmek için, bu terk-i sünnete mukabil, Risale-i Nur’un irşadıyla, yirmi sene haps-i münferit hükmünde işkenceli bir hayat geçirdik; inşâallah o sünnetin terkine bir keffârettir.
Hem bunu kat’iyen ilân ediyorum ki: Risale-i Nur, Kur’ân’ın malıdır. Benim ne haddim var ki, sahip olayım; tâ ki kusurlarım ona sirayet etsin. Belki o Nurun kusurlu bir hâdimi ve o elmas mücevherat dükkânının bri dellâlıyım. Benim karmakarışık vaziyetim; ona sirayet edemez, ona dokunamaz. Zaten Risale-i Nur’un bize verdiği ders de, hakikat-ı ihlâs ve terk-i enâniyet ve daime kendini kusurlu bilmek ve hodfuruşluk etmemektir. Kendimizi değil, Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsini ehl-i imana gösteriyoruz. Bizler, kusurumuzu görene ve bize bildirene -fakat hakikat olmak şartıyla- minettar oluyoruz, Allah razı olsun deriz. Boynumuzda bir akrep bulunsa, ısırmadan atılsa, nasıl memnun oluruz; kusurumuzu -fakat garaz ve inat olmamak şartıyla ve bid’alara ve dalâlete yardım etmemek kaydı ile- kabul edip minettar oluyoruz.
* * *
Aziz Kardeşlerim!
Hazret-i Ali (R.A.) fıkrasında Âyetü’l-Kübra yüzünden şâkirdleri bir musibete düşüp ve onun berekâtiyle emniyet ve selâmete çıkacaklarını kerametkârâne haber verdiği gibi, Âyetü’l-Kübra Risalesi Nurlar içinde yüzer matbu nüshasıyla serbestiyet noktasında daha ziyade mevki alması cihetiyle bu memlekete üç büyük yağmur rahmetine birinci vesile olduğu gibi; ben, dünya hâlini bilmiyorum, fakat eskiden beri boğazımızı sıkan ve daima bizi istilâ etmeye fırsat bekleyen ve dehşetli kuvvet alan ve taraftarlar bulan ve bizi istinadsız zannıyla fırsat bekliyenin istilâsından ve esaretinden Âyetü’l-Kübra ve arkadaşlarının serbestiyeti çok hadise ve emarelerle şimdiye kadar Risale-i Nur -sadaka gibi- belâların def’ine bir vesile olduğundan, bu da bu belâya karşı vesiledir denilebilir. Ve İmam-ı Ali Radiyallahu Anhu’nun fıkrasında bir vecihte Âyetü’l-Kübra Risalesi maksut olduğu gibi, Denizli Meyvesinin Onbir Mes’elesi ‘’Hüccetü’l-Bâliğa’’, Onbir Hüccetiyle, aynen Asâ-yı Mûsa’nın Onbir mu’cizesine tevafuk edip, bu fıkrada aynen Âyetü’l-Kübra Risalesi gibi İmam-ı Ali’nin (R.A.) medâr-ı nazarı olduğu kalbime ihtar edildi.
Demek Meyve Risalesi, Asâ-yı Mûsa gibi çok fir’avunları susturur, mağlûb eder. Âyetü’l-Kübra’yı tabeden kahraman ve mübarek kardeşlerimiz, pek büyük bir hizmet-i Nuriye yapmışlar. Merhum Hâfız Ali’nin (R.A.) hizmet-i Nuriyesi, bununla da devam ediyor.
* * *
Aziz Sıddık Kardeşlerim!
Âyetü’l-Kübra’nın matbu nüshaları perde altında çok hizmet görmüşler. Baştaki ihtarın âhirinde -beyaz perde- bir hâşiye olarak size altı satır suretini gönderdik; siz münasip görürseniz yazdırırsınız, hem ıslah ve tashih edersiniz. Benim kat’î kanaatım geldi ki: Bu defa, Âyetü’l-Kübra’yı dikkatle ve muârızları nazara alıp okudum. Şüphem kalmadı ki, Risale-i Nur’un çok şiddetli darbelerine karşı muârızlar zaif bahaneler ve sinek kanadı kadar ehemmiyetsiz kusurları medâr-ı mes’uliyet gördükleri halde, bu dehşetli darbeleri nazara almayıp hem beraetimizi; hem Risale-i Nur’un serbestiyetini kabul etmelerinin sebebi: Başta Âyetü’l-Kübra olarak Risale-i Nur’un ‘’Meyve’’ ve ‘’Hüccetü’l-Bâliğa’’ gibi eczalarındaki hârikulâde ve sarsılmaz hakikatler, onların dehşetli inatlarını kırmasıdır. Çaresiz mecburiyetle serbestiyetini; beraetimizi resmen kabul etmişler. Fakat yine gizli zındıka komitesi, elinden geldiği kadar nazar-ı millette kendilerini lânetten, nefretten bir derece kurtarmak için, kusurlarımızı arıyorlar... ve hükümeti iğfal etmeye çalışıyorlar. Onun için biz; eskisi gibi ihtiyatımızı elden bırakmamalıyız. (Hâşiye: Âyetü’l-Kübra’nın başındaki ihtarın âhirinde, nazar-ı dikkati celbetmiş cümlesine hâşiyedir.
Devam Edecek