EMİRDAĞ LÂHİKASI

Ben, hem kendime, hem onlara çok hayret ederdim. Şimdi hakiki bir ihtar ile bildim ki: O mâsum Nurslu insanlar, Nurs Karyesi; Risale-i Nur’un nuruyla büyük bir iftihar kazanacak; o vilayetin, nahiyenin ismini işitmeyen, Nurs Köyünü ehemmiyetle tanıyacak diye bir hiss-i kablelvuku ile o nimet-i İlâhiyeye karşı teşekkürlerini temeddüh suretinde göstermişler.
Hem, o nahiyemiz olan Hizan Kazasına tâbi Isparta’da, birden bire -meşhur- ‘’Seyda’’ namında ‘’Şeyh Abdurrahman-ı Tâğî’’ himmetiyle o kadar çok talebeler ve hocalar ve âlimler çıktılar ki, bütün Kürdistan onlar ile iftihar eder bir şekil aldığı zaman, içlerinde münâzara-i ilmiye ve pek büyük bir himmetle ve pek geniş bir daire-i ilim ve tarîkat içinde öyle bir vaziyet hissediyordum ki, güya ruy-i zemini fethedecek bu hocalardır.
Eski meşhur ulema ve evliyalar ve allâmeler ve kutublar.. onların medâr-ı bahsi oldukça ben de dokuz-on yaşında iken dinliyordum. Kalbime geliyordu ki, bu talebeler, âlimler, ilimde, dinde büyük bir fütuhat yapmışlar gibi vaziyet alıyorlardı. Bir talebenin bir parça ziyade zekâveti olsa idi, büyük bir ehemmiyet verilirdi. Münâzarada, bir mes’elede birisi galebe çalsa büyük bir iftihar alırdı. Ben de hayret ediyordum; o hissiyat bende de vardı. Hattâ tarîkat şeyhleri ve dairelerinde medâr-ı hayret bir müsabaka; hem nahiye, hem kaza, hem vilayetimizde vardı. O hâletleri başka memleketlerde o derece görmedim.
Şimdi bir ihtar ile kat’î kanaatım geldi: O talebe arkadaşlarım, o üstadlar hükmünde hocalarım, o mürşidlerim, evliya ve şeyhlerim; bir hiss-i kablelvuku ile ruhu hissedip akıl bilmeyerek -ki en lüzumlu bir zamanda- o talebeler içinde ve o hocaların şâkirdleri içinde ve o mürşidlerin müridleri içinde parlak bir nur çıkacak, ehl-i imanın imdadına gelecek diye o istikbâldeki nimet-i İlâhiye’ye gayet ağır ve acîb şerait içinde ve hadsiz muârızların karşısında ve bin seneden beri kuvvet bulan dalâletin mukabilinde ve gayet vehham ve garazkâr düşmanlarımızın desiselerinin ihâtasında ve iki dehşetli mahkemenin uzun tedkikatında Risale-i Nur’un bu fevkalâde galebesi ve hârikulâde perde altında tenviratı ve düşmanlarını mecbur edip serbestiyetini kazanması gösteriyor ki, o mevkiine lâyıktır ki, kablelvuku İmam-ı Ali Radiyallahu Anhu ve Gavs-ı âzam (Kuddise sırruhu) ondan haber verdikleri gibi, bunlar; köy ve nahiye ve vilayetim, benimle beraber şuursuz olarak geleceğini hissedip mesrur olmuşlar. (Haşiye: Evet, Risale-i Nurun tercümanı hem fakir, hem âdi iken; şansız ve âmî bir haneden olduğu halde, Tarihçe-i Hayatı’nda yazıldığı gibi; fevkalâde istiğna, ve hediye ve sadakaları kabul etmemek ve emsalsiz bir izzet-i ilmiye namıyla kimseye baş eğmemek ve tenezzül etmemek ve haddinden bin derece ziyade işlere girişmek gibi haller, bu mezkûr sırdan ileri gelmiştir.)
Sizi eski talebelerim ve eski arkadaşlarım ve kardeşim ve biraderzâdem Abdülmecid ve Abdurrahmanlar bildiğimden bu mahrem sırrı size açtım.
Evet, ben, yirmidört saat evvel hassasiyetimle ve âsâbımın rutubetten tesiriyle rahmet ve yağmurun gelmesini hissettiğim gibi aynen öyle de; ben ve köyüm ve nahiyem, kırkdört sene evvel Risale-i Nur’daki rahmet yağmurunu bir hiss-i kablelvuku ile hissetmişiz demektir.
Umum kardeşlerimize ve hemşirelerimze selâm ve dua ederiz ve dualarını rica ederiz.

* * *

HİSS-İ KABLELVUKUUN TETİMMESİ
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Risale-i Nur’un zuhuru hiss-i kablelvuku ile küllî bir surette hissedilmesi gibi; Risale-i Nur’un has talebelerinin bir kısmının itirafıyla; ve bir kısmının tarz-ı hayatı Risale-i Nur gibi bir hizmete namzetliğini gösterdiği cihetle bu tetimmeyi yazıyorum:
Devam Edecek