EMİRDAĞ LÂHİKASI
Fakat teenni ile, meşveret ile, ihtiyat ile bu kudsî mes’eleye çalışmak lâzımdır.
Umum kardeşlerime birer birer selâm ve selâmetlerine dua ederiz. Cenâb-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun, en eski şâkirdlerden olan Kâtib Osman ve Halil İbrahim, hiç sarsılmadan, değişmeden sadakatlerinde demir gibi devam edip çoklara da hüsn-ü misâl oluyorlar.
* * *
YİRMİYEDİNCİ MEKTUB’UN LÂHİKASININ ZEYLİ
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Bu defa şehid merhum Hâfız Ali’nin ehemmiyetli bir vârisi ve Denizli talebelerinin yüksek bir mümessili ve Denizli şehrinin Risale-i Nur’a karşı fevkalâde teveccühünün bir tercümanı kardeşimiz Hasan Feyzi’nin edîbane, Risale-i Nur hakkında fevkalâde senakârane pek uzun bir mektubunu aldım. (* Bu uzun mektubun tamamı ‘’Konferans’’ isimli kitapta neşredilmiştir.)
Risale-i Nur’un bana teslim olması münasebetiyle, kardeşimiz Hâfız Mustafa’nın çalışması hakkında yazdığım mektubun içinde Risale-i Nurun çok ehemmiyetli kıymetini muhtasar bir surette beyanatıma ve hiss-i kablelvuku mektuplarımdaki ehemmiyetli dâvalarıma bu uzun mektup tam bir izah ve Denizli şehrinin Risale-i Nur lehinde bir kuvvetli şehadeti ve bir şahidi olmak cihetiyle, hem bu zat mekteb fenlerinde çok zaman alâkadar olup kıdemli bir muallim ve âlim olması haysiyetiyle, Risale-i Nur hakkındaki bu parlak şehadeti çok ehemmiyetli gördüm. Yalnız, bana bakan kısımları, ya tayy veya ta’dil etmeyi münasip gördüm. Yalnız, bana bakan kısımları, ya tayy veya ta’dil etmeyi münasip gördüm. Bir, iki, üç yerde de herkese göstermek münasip görmediğimden, çizgi altına aldım ve sizlere de Yirmiyedinci Mektubun veya lâkiasının bir zeyli olarak gönderdim. Bu parça mektubumu, onun mektubunun başında yazabilirsiniz. Hasan Feyzi kardeşimiz, onun bâzı cümlelerini tayyetmemden gücenmesin. Çünkü umum talebelere o tayyolunan kısım lâzım değil, hususî bazılarda kalabilir.
Bu zat, doğrudan doğruya hakaik-ı îmaniye ve Kur’âniyeyi bir şahs-ı mânevî mahiyetinde, Risale-i Nur şahs-ı mânevîsinin cesedine girmiş ve eczalarının libasını giymiş bir tarzda, fevkalâde bir senâ ile ona hitap ediyor. Ben, baktıkça, birden itirazkârane hüsn-ü zannı pek ziyadedir tahattur ettiğim dakikada, hakikat-ı Kur’âniye mânen dedi: ‘’Cesede, libasa bakma; bana bak: O, benim hakkımda konuşuyor. Doğru söylemiş.’’ ben daha ilişmedim. Yalnız, Risale-i Nur tercümanı hakkında sarihan veya işareten veya kinayeten onun haddinden pek fazla senâkârane tâbiratı ta’dil etmeye lüzumu var. Başkalar, hususan ehl-i tenkid insanlar nazarında bîçare şahsıma bu nevi hüsn-ü zannını kabul etmemek mesleğimize lâzım geliyor; ta’dilime gücenmesin.
* * *
O (Beddiüzzaman), Nurun hâdimidir. Eğer dünyayı istese ve dileseydi, kendisine sunulan hediye ve behiyeleri, zekât ve sadakaları ve bu teberru ve terekeleri alsaydı, bugün bir milyoner olurdu. Fakat o, tıpkı Cenâb-ı Ömer’in (R.A.) dediği gibi: ‘’Sırtıma fazla yük alırsam, nefs-i nâtıka-i kâinatın kalbi ve Allah’ın habibi Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâma ve yârânı olan kâmil ve vâsıllara yetişemem ve yarı yolda kalırım’’ diyor.
‘’Bütün eşya ve eflâki senin için yarattım habibim’’ fermanına, ‘’Ben de senin için onların hepsini terk ve feda ettim’’ diye verilen cevab-ı Hazret-i Risalet-penahîye ittiba ve imtisâlen, o da dünya ve mâfîhayı ve muhabbet ve sevdasını terk ve hattâ terki de terk ederek bütün hizmet ve himmetini ve şu ömr-ü nazenînin envâr-ı Kur’âniyenin intişarına sarf ve hasretmiştir. İşte bunun için, şimdi çektiği bütün zahmetler, rahmet; yaptığı hizmetler, hikmet olmuş. Celâli yüzünden cemâlini de gösterip, âlem, bir gülzar-ı kemal bulmuştur. Devam Edecek