EMİRDAĞ LÂHİKASI

İslâma zafer ver bizi kurtar, bizi güldür,
A’dâmızı et hâk ile yeksan, yine ey Nûr-u Furkanî!

Her belde-i İslâm ile, olsun bu yeşil yurd,
Tâ haşre kadar cennet-i cânan, yine ey Nûr-u îmanî!

Ol Fahr-i Cihan, âl-i abâ hakkı için yâ Rab!
Hıfzet bizi âfât ve belâdan, yâ Nûre’l-Envâr,
bilhakki ismike’n-Nûr!
Âciz, Bîçare Talebeniz
Hasan Feyzi
(Rahmetullahi Aleyh)

Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Gayet ehemmiyetli bir mes’eleyi -bundan evvel size icmâlen beyan ettiğim mes’eleyi- tekrar size söylememe kuvvetli, mânevî bir ihtar aldım. Şöyle ki:
Perde altındaki düşmanımız münafıklar, şimdiye kadar yaptıkları gibi, adliyeyi ve siyaset ve idareyi zâhirî dinsizliğe âlet edip, bize hücumları akîm kaldığı; ve Risale-i Nur’un fütuhatına menfaati olan eski plânlarını bırakıp daha münâfıkane ve şeytanı da hayrette bırakacak bir plân çevirdiklerine dair buralarda emareleri göründü.
O planların en mühim bir esası; has, sebatkâr kardeşlerimizi soğutmak, fütur vermek; mümkün ise, Risale-i Nurdan vazgeçirmektir. Bu noktada o kadar acib yalanları ve desiseleri istîmal ediyorlar ki, Isparta ve havalisi, Gül ve Nur fabrikasının kahraman şâkirdleri gibi, çelik ve demir gibi bir sebat ve sadakat ve metanet lâzım ki dayanabilsin. Bazı da dost suretinde hulûl edip, korkutmak mümkünse, habbetyi kubbe edip evham veriyorlar. ‘’Aman, aman Saide yanaşmayınız! Hükûmet tâkib ediyor’’ diye zaifleri vazgeçirmeye çalışıyorlar. Hattâ bazı genç talebelere, hevesatlarını tahrik için, bazı genç kızları musallat ediyorlar. Hattâ Risale-i Nur erkânlarına karşı da, benim şahsımın kusurâtını, çürüklüğünü gösterip; zâhiren dinar ehl-i bid’adan bâzı şöhretli zatları gösterip; ‘’Biz de müslümanız, din yalnız Saidin mesleğine mahsus değil’’ deyip, bize karşı perde altında cephe alan zındıklara ve anarşilik hesabına o safdil ehl-i diyanet ve hocalar âlet edip istîmal ediyorlar. İnşâallah bunların bu plânları da akîm kalacak. Böyle heriflere dersiniz:
‘’Biz, Risale-i Nur’un şâkirdleriyiz. Said de, bizim gibi bir şâkirddir. Risale-i Nur’un menbaı, mâdeni, esası da Kur’ân’dır. Yirmi senedir emsalsiz tedkikat ve tâkibatla beraber, kıymetini ve galebesini en muannid düşmana da isbat etmiştir. Onun tercümanı ve bir hizmetkârı olan Said ne halde olursa olsun, hattâ Said de -El’iyâzübillâh- Risale-i Nur’un aleyhine dönse, bizim sadakatimiz ve alâkamızı inşâallah sarsmayacak’’ deyip, o kapıyı kaparsınız. Fakat, mümkün olduğu kadar Risale-i Nur’la meşgul olmak; elinden gelirse yazmak; ve mübalâğalı propagandalara hiç ehemmiyet vermemek; ve eskisi gibi tam ihtiyat etmek gerektir.
Umum kardeşlerimize birer birer selâm ve dua ediyoruz.
Said Nursî
Bu vatandaki milletin en büyük kuvveti olan âlem-i İslâmın teveccühünü ve hamiyetini ve uhuvvetini kırmak ve nefret verdirmek için, siyaseti dinsizliğe âlet ederek, perde altında küfr-ü mutlakı yerleştirmek isteyenler, hükûmeti iğfal ve adliyeyi iki defadır şaşırtıp, der: ‘’Risale-i Nur şâkirdleri, dini siyasete âlet eder; emniyete zarar vermek ihtimali var.’’
Halbuki, bu memlekete maddî ve manevî bereketi ve fevkalâde hizmeti ve umum âlem-i İslâma taallûk hakaiki câmi olduğu, otuzüç âyât-ı Kur’âniyenin işaretiyle ve İmam-ı Ali’nin (R.A.) üç keramet-i gaybiyesiyle ve Gavs-ı Âzamın kat’i ihbariyle tahakkuk etmiş olan Risale-i Nur’un siyasetle alâkası yoktur. Fakat, küfr-ü mutlakı kırdığı için, küfr-ü mutlakın altı olan anarşilik ve üstü olan istibdad-ı mutlakı, esasiyle bozar; reddeder. Emniyeti ve âsâyişi ve hürriyeti ve adâleti te’min eder.
Risale-i Nur’a, daha vatana, idareye zararı dokunmak bahanesiyle tecavüz edilmez. Daha kimseyi o bahane ile inandıramazlar. Ffakat, cepheyi değiştirip, din perdesi altında bâzı safdil hocaları veya bid’a taraftarları veya enaniyetli sofi meşreblileri, bâzı kurnazlıklar ile, Risale-i Nur’a karşı iki sene evvel İstanbul’da ve Denizli civarında olduğu gibi istîmal etmeye münafıklar belki çabalayacaklar. Devam edecek