EMİRDAĞ LÂHİKASI II

Tarih denilen mâzi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgraf ile sizin ile konuşuyorum. Ne yapayım acele ettim, kıştı geldim. Siz inşâallah cennet-âsâ bir baharda gelirsiniz. Şimdi ekilen nur tohumları zemininizde çicek açacaklar. Sizden şunu rica ederim ki, mâzi kıt’asına geçmek için geldiğiniz vakit mezarıma uğrayınız. O çiçeklerin birkaç tanesini mezar taşı denilen, kemiklerimi misafir eden toprağın kapıcısının başına takınız (yâni ihtiyar risalesinin onüçüncü ricasında beyan ettiği gibi, Medresetü’z-Zehranın mekteb-i iptidaîsi ve Van’ın yekpare taşı olan kal’asının altında bulunan Horhor medresemin vefat etmesi ve Anadolu’da bütün medreselerin kapatılması ile vefat etmelerine işaret ederek umumunun bir mezar-ı ekberi hükmünde olmasına bir alâmet olarak o azametli mezara azametli Van kal’ası mezar taşı olmuş. Ey yüz sene sonra gelenler! Şu kal’anın başında bir medrese-i nuriye çiçeğini yapınız.) Cismen dirilmemiş, fakat rûhen bâki ve geniş bir hey’ette yaşayan Medresetü’z-Zehranın tesisine ve faydalarına dair ehemmiyetli hakikatları yazmış. Bir fâl-i hayırdır ki yirmibeş senelik dehşetli ve medreseleri öldüren istibdadın kırılması ile Maarif Vekili Tevfik, Van’da şark üniversitesi namında Medresetü’z-Zehrayı inşa etmesine karar vermesi ve ümidin haricinde reis Celâl dahi mühim mes’eleler içinde Tevfik’in fikrine iştirak etmesi, Eski Said’in kırk sene evvelki sözü ve ricası doğru çıkacağını gösteriyor. Şimdi kırkbeş sene evvelki cevabının izahında üç hakikat beyan edilecek.

Birincisi: Eski Said bir hiss-i kablelvuku ile iki acip hadiseyi hissetmiş, fakat rüya-yı sâdıka gibi tâbire muhtaç imiş. Nasıl bir kırmızı perde ile beyaz veya siyah bir şeye bakılırsa kırmızı görünür. O da siyaset-i İslâmiye perdesiyle o hakikata bakmış. Hakikatın sureti bir derece şeklini değiştirmiş. O hâzır büyük veli dahi o yanlışını görüp o cihette şiddetle itiraz etmiş. İşte o hakikat iki kısımdır:

Birincisi: Bu Osmanlı ülkesinde büyük bir parlak nur çıkacak, hattâ hürriyetten evvel pek çok defa talebelere teselli vermek için bir nur çıkacak, gördüğümüz bütün fenalıklara karşı bu vatana saadet te’min edecek diyordu. İşte kırk sene sonra Risale-i Nur o hakikatı kör gözlere dahi gösterdi.

İşte Nurun zâhiren, kemiyyeten dar cihetine bakmayarak hakikat cihetinde keyfiyeten geniş ve fevkalâde menfaatını hissetmesi suretiyle hem de siyaset nazarıyla bütün memleket-i Osmaniyede olacak gibi ifade etmiş. O büyük veli, onun dar daireyi geniş tasavvurundan ona itiraz etmiş. Hem o zât haklı, hem eski Said bir derece haklıdır. Çünkü Risale-i Nur îmanı kurtarması cihetiyle o dar dairesi mâdem hayat-ı bâkıye ve ebediyeyi îmanla kurtarıyor. Bir milyon talebesi bir milyar hükmündedir. Yâni bir milyon değil, belki bin insanın hayat-ı ebediyesini temine çalışmak, bir milyar insanın hayat-ı fâniye-i dünyeviye ve medeniyetine çalışmaktan daha kıymetdar ve mânen daha geniş olması.. Eski Said’in o rüya-yı sâdıka gibi olan hiss-i kablelvuku ile o dar daireyi bütün Osmanlı memleketini ihâta edeceğini görmüş. Belki inşâallah, o görüş, yüz sene sonra nurların ektiği tohumların sümbüllenmesi ile aynen o geniş daire nur dairesi olacak, onun yanlış tâbirini sahih gösterecek.

İkinci Hakikat: Kırk sene evvel Eski Said bu matbu kitabetlerinde, İşârâtü’l-İ’câz’ın baştaki ifade-i meramında ve sair eserlerinde musırrane ve mükerreren talebelerine diyiordu ki: “Hem maddî, hem mânevî büyük bir zelzele-i içtimaî ve beşerî olacak.

Devam edecek