Emirdağ Lahikası
Fakat birden kalbime ihtar edildi ki: Bu zalimlere hiddet değil, acımalısın. Onların herbirisi, pek az bir zaman sonra, sana muvakkaten verdikleri azab yerinde bin derece fazla bâki azablara ve maddî ve mânevî cehennemlere mâruz kalacaklar. Senin intikamın, bin defa ziyade onlardan alınır. Ve bir kısmı; aklı varsa, dünyada da kaldıkça, geberinceye kadar vicdan azabı ve îdam-ı ebedî korkusuyla işkence çekecekler. Ben de onlara karşı hiddeti terkettim, onlara acıdım. Allah ıslah etsin dedim.
Hem bu azab ve işkencelerinde pek büyük sevap kazanmakla beraber, Risale-i Nur şâkirdleri yerine ve onların bedeline benimle meşgul olup yalnız beni tâzib etmeleri, Nurculara büyük bir faide ve selâmetlerine hizmet olması cihetinde de Cenâb-ı Hakk’a şükrediyorum ve müthiş sıkıntılarım içinde bir sevinç hissediyorum.
Dördüncüsü: Senin mektubunda benim istirahatimi ve eğer iktidarım olsa, benim Şam ve Hicaz tarafına gitmeme dair sizin hükûmet-i hâzıraya müracaat maddesi ise:
Evvelâ: Biz, îmanı kurtarmak ve Kur’ân’a hizmet için, Mekke’de olsam da buraya gelmek lâzımdı. Çünki, en ziyade burada ihtiyaç var. Binler ruhum olsa, binler hastalıklara müptelâ olsam ve zahmetler çeksem, yine bu milletin îmanına ve saadetine hizmet için burada kalmağa Kur’ân’dan aldığım dersle karar verdim ve vermişiz.
Saniyen: Bana karşı hürmet yerine hakaret görmek noktasını mektubunuzda beyan ediyorsunuz. ‘’Mısır’da, Amerika’da olsaydınız, tarihlerde hürmetle yâdedilecektiniz.’’ dersiniz.
Aziz, dikkatli kardeşim! Biz, insanların hürmet ve ihtiramından ve şahsımıza ait hüsn ü zan ve ikram ve tahsinlerinden mesleğimiz itibariyle cidden kaçıyoruz. Hususan acib bir riyakârlık olan şöhretperestlik ve câzibedar bir hodfüruşluk olan tarihlere şa’şaalı geçmek ve insanlara iyi görünmek ise, Nurun bir esası ve mesleği olan ihlâsa zıddır ve münafidir. Onu arzulamak değil, bilâkis şahsımız itibariyle ondan ürküyoruz. yalnız Kur’ân’ın feyzinden gelen ve i’câz-ı mânevîsinin lemeatı olan ve hakikatlarının tefsiri bulunan ve tılsımlarını açan Risale-i Nur’un revacını ve herkesin ona ihtiyacını hissetmesini ve pek yüksek kıymetini herkes takdir etmesini ve onun pek zâhir mânevî keramatını ve îman noktasında zındıkanın bütün dinsizliklerini mağlûb ettiklerini ve edeceklerini bildirmek, göstermek istiyoruz ve onu rahmet-i İlâhiyeden bekliyoruz.
Şahsıma ait ehemmiyetsiz ve cüz’î bir maddeyi hâşiye olarak beyan ediyorum:
Mâdem Receb Bey ve Kara Kâzım seninle dost ve zannımca eski Said’le de münasebetleri var; onlardan iyilik istemek değil; belki bana karşı selefleri gibi mânâsız, lüzumsuz tazyik ve zulme meydan vermesinler. Hakikaten buranın maddî ve manevî havasiyle imtizaç edemiyorum. Sıkıntılarım pek fazla. İkametgâhımı hem dışarıdan, hem içeriden kilitliyorum. Her cihetle yalnızım. Ve bir cihette de komşusuz, sıkıntılı bir odada, hasta bir halde hayatımı geçiriyorum. Bâzan bir günü, Denizli’de bir ay hapisten fazla beni sıkmış. Bu yirmi sene dehşetli zulüm ile hürriyetime ve serbestiyetime ilişmek artık yeter. Zâten iki sene mahkemelerin tedkikatiyle ve aleyhimdeki münafıkların plânları akîm kalmasiyle kat’iyen tebeyyün etmiş ki, şahsımda ve Nurlarda bu vatan ve millete zarar tevehhüm etmekle daha kimseyi kandıramazlar. Ben de herkes gibi hürriyetime sahip olsam, belki tebdil-i hava için mutedil havası bulunan bu kazanın bâzı köylerine gitmeme müsaadekâr bir iş’ar burada olsa, münasip olur. Size ve oradaki Nur dostlarıma çok selâm ve dua ediyoruz.
Said Nursî
Hakikaten merhum Hasan Feyzi gibi az zamanda çok hizmet eden ve Nurlara karşı pek çok ciddî alâkadar olan Mustafa Osman’ın, hizmetinin makbuliyetine bir delil olarak, Hasan Feyzi’nin ve onun ruhlarında ve sadakatlerinde iki muallim olan Ahmed Fuad ve Mustafa Sungur ve iki yüksek talebe olan Mustafa Oruç ve Rahmi’yi bulması ve Risale-i Nur’un o kuvvetli ellerle hizmetine çalışması, o havali için büyük bir saadettir.
Devam Edecek