Emirdağ Lahikası
Evet, meselâ; bir nokta beyaz kâğıtta iki-üç nokta konulsa karıştığı ve bir adam, muhtelif çok vazifeleri beraber yapmasıyla şaşıracağı ve bir küçük zîhayata, çok yükler yüklenmesiyle altında ezildiği ve bir lisan ve bir kulak aynı anda müteaddid kelimelerin beraber çıkması ve girmesi intizamını bozup karışacağı halde, aynelyakîn gördüm ki: “Hüve”nin anahtarı ile ve pusulasıyla fikren seyahat ettiğim hava unsurunda her bir parçası, hattâ her bir zerresi içine muhtelif binler noktalar, harfler, kelimeler konulduğu veya konulabileceği halde, karışmadığını ve intizamını bozmadığını…
Hem ayrı ayrı pek çok vazifeler yaptığı halde, hiç şaşırmadan yapıldığını ve o parçaya ve zerreye, pek çok ağır yükler yüklendiği halde, hiç zaaf göstermeyerek, geri kalmıyarak intizam ile taşıdığını..
Hem binler ayrı ayrı kelime, ayrı ayrı tarzda, mânâda o küçücük kulak ve lisanlara kemâl-i intizamla gelip, çıkıp, hiç karışmayarak, bozulmayarak o küçücük kulaklara girip, o gayet incecik lisanlardan çıktığı ve o her zerre ve her parçacık, bu acîb vazifeleri görmekle beraber kemâl-i serbestiyet ile cezbedarâne hal dili ile ve mezkûr hakikatin şehadeti ve lisaniyle fırtınaların ve şimşek ve berk ve gök gürültüsü gibi havayı çarpıştırıcı dalgalar içerisinde, intizamını ve vazifelerini hiç bozmuyor ve şaşırmıyor. Ve bir iş diğer bir işe mani olmuyor. Ben aynelyakîn müşahede ettim.
Demek, ya her bir zerre ve her bir parça havada nihayetsiz bir hikmet ve nihayetsiz bir ilmi, iradesi ve nihayetsiz bir kuvveti, kudreti ve bütün zerrata hakim-i mutlak bir hassaları bulunmak lâzımdır ki, bu işlere medar olabilsin. Bu ise, zerreler adedince muhal ve batıldır. Hiçbir şeytan dahi bunu hatıra getiremez. Öyle ise bu sahife-i havanın hakkalyakîn, aynelyakin, ilmelyakîn derecesinde bedâhatle Zât-ı Zül-celâlin hadsiz gayr-ı mütenahi ilmi ve hikmetle çalıştırdığı kalem-i kudret ve kaderin mütebeddil sahifesi ve bir levh-i mahfûzun âlem-i tegayyürde ve mütebeddil şuunatında bir levh-i mahv, isbat namında yazar-bozar tahtası hükmündedir.
İşte hava unsurunun yalnız nakl-i asvat vazifesinde mezkûr cilve-i Vahdaniyeti ve mezkûr acaibi gösterdiği ve dalâletin hadsiz muhâliyetini izhar ettiği gibi; unsur-u havaînin, sair ehemmiyetli vazifelerinden biri de elektrik, câzibe, dâfia, ziya gibi sair letaifin naklinde şaşırmadan muntazaman, asvat naklindeki vazifeyi gördüğü aynı zamanda bu vazifeleri dahi gördüğü; aynı zamanında bütün nebatat ve hayvanata teneffüs ve telkih gibi hayata lüzumu bulunan levazımatı kemâl-i intizam ile yetiştiriyor. Emir ve irade-i İlâhiyenin bir arşı olduğunu kat’i bir surette isbat ediyor ve serseri tesadüf ve kör kuvvet ve sağır tabiat ve karışık, hedefsiz esbab ve âciz, câmid, cahil maddeler bu sahife-i havaiyenin kitabetine ve vazifelerine karışması hiçbir cihetle ihtimâl ve imkânı bulunmadığı aynelyakîn derecesinde isbat ettiğini kat’i kanaat getirdim. Ve her bir zerre ve her bir parça lisan-ı hal ile dediklerini bildim ve bu “Hüve” anahtarı ile havanın maddî cihetindeki bu acaibi gördüğüm gibi, hava unsuru da bir “Hû” olarak âlem-i misâl ve âlem-i mânâya bir anahtar oldu.
Mütebakisi şimdilik yazdırılmadı. Umuma binler selâm.
Kardeşiniz
Said Nursî
Kardeşlerim!
Merak etmeyiniz ve Nurun fevkalâde perde altındaki fütuhatına kanaat ediniz. Şimdiye kadar hiçbir eserin böyle ağır şerait altında bu derecede tesirli intişarını tarih göstermiyor.
Hem tam serbestiyet verilmemesinin sebebi ve hikmeti: Nurların fevkalâde kuvvetinden korkuyorlar. Belki sarsıntı verecek diye, tam takdir ve kabul etmek ile beraber, şimdilik resmen intişarından telâş ettiklerini Diyanet Reisi büyük reisle görüşmesinden haber alınmış.
Devam edecek