Emirdağ Lahikası

Diyanet dairesi, Meşihat-ı İslâmiye gibi yalnız Türkiye’nin din muallimi değil, belki umum âlem-i İslâma Meşihat-ı İslâmiye yerine alâkası, nezareti, münasebeti var. Âlem-i İslâm o Diyanet dairesine karşı tam hüsn-ü zan etmek, su-i tevehhüm etmemek, hususan bu zamanda ziyade lüzumu var. Hem de Türkiye ile ittifak etmeyen İslâmî hükûmetlerde o mübarek daireye karşı su-i tevehhüm gelmemesine büyük bir vesilesi olan ve âlem-i İslâmın her tarafında belki Avrupa’da takdire mazhar olmuş. Risale-i Nur o Diyanet dairesini hem şerefini muhafaza ediyor, hem âlem-i İslâm’a karşı o dairenin bir eseri olarak intişarı gayet lâzım ve zarurî olduğunu, bu noktayı ehl-i öukuf tam nazara alsınlar. Onun için bîçare Said Nursî ve Nur talebelerinden yüz derece ziyade Diyanet Riyaseti âzaları, hocaları alâkadar olmak lâzım. Tâ ki, Risale-i Nur dinsizlerin taarruzlarına karşı muhafaza ve himaye edilsin. Mükerrer beraetler verildiği halde intişarına mâni olan desisecileri susturmak lâzım...

Said Nursî

Ankara’da bir kardeşimizden Asâ-yı Mûsa ve Gençlik Rehberi’ni bahane ederek umum Nur risalelerini almak için gelmişler. O kardeşimizAğır Ceza Mahkemesinin Asâ-yı Mûsa hakkındaki beraet kararını gösterince Asâ-yı Mûsa’yı almaktan vazgeçmişler. Buldukları ve götürmek üzere gözlerinin önüne koydukları on kadar Gençlik Rehberinin de üzerine kendileri farkında olmayarak bâzı kitaplar koymuşlar. Giderken Gençlik Rehberi’ni de ne kadar aramışlarsa da bulamamışlar. Bu sûretle Gençlik Rehberi kendi kerametiyle kendini muhafaza etmiş. Asâ-yı Mûsa ve Gençlik Rehberi hariç, birer tane aldıkları mecmua ve risaleleri de emniyetten tekrar iade etmişler.

Said Nursî

Hey’et-i Vekileye ve Tevfikİleri’ye

Arz ediyoruz ki: Şark Üniversitesi hakkında çok kıymettar hizmetinizi Üstadımıza söyledik. O dedi: Ben hasta olmasaydım, ben de o mes’ele için vilâyat-ı şarkıyeye gidecektim. Ben bütün ruh u canımla maarif vekilini tebrik ediyorum. Hem ellibeş seneden beri, Medresetü’z-Zehra namında Şark Üniversitesinin tesisine çalışmak ve o üniversiteyi biri Van’da, biri Diyarbakır’da, biri de Bitlis’de olmak üzere üç tane veya hiç olmazsa bir tane Van’da tesis etmek için, Hürriyetten evvel İstanbul’a geldim. Hürriyet çıktı, o mes’ele de geri kaldı.

Sonra İttihatçılar zamanında Sultan Reşad’ın Rumeli’ye seyahatı münasebetiyle Kosova’ya gittim. O vakit Kosova’da büyük bir İslâmî darülfünûn te’sisine teşebbüs edilmişti. Ben orada hem İttihatçılara, hem Sultan Reşad’a dedim ki:

Şark böyle darülfünuna daha ziyade muhtaç ve Âlem-i İslâmın merkezi hükmündedir. O vakit bana vaad ettiler. Sonra Balkan harbi çıktı. O medrese yeri istilâ edildi. Ben de dedim ki: Öyle ise o yirmi bin altun lirayı Şark darülfünununa veriniz.Kabul ettiler.

Ben de Van’a gittim. Ve bin lira ile Van gölü kenarında Artemit’de temelini attıktan sonra Harb-i umumî çıktı. Tekrar geri kaldı.                   

Devam edecek