Emirdağ Lahikası

Ve felsefe fünunu ile ulûm-u diniye birbiriyle barışsın ve Avrupa medeniyeti, İslamiyet hakaikıyla tam müsalaha etsin. Ve Anadolu’daki ehl-i mekteb ve ehl-i medrese birbirine yardımcı olarak ittifak etsin diye vilayat-ı şarkıyenin merkezinde hem Hindistan, hem Arabistan, hem İran, hem Kafkas, hem Türkistanın ortasında Medresetü’z-Zehra manasında, Camiü’l-Ezher üslubunda bir darülfünun; hem mekteb, hem medrese olarak bir üniversite için, tam ellibeş senedir Risale-i Nur’un hakaikına çalıştığım gibi, ona da çalışmışım. En evvel bunun kıymetini (Allah rahmet etsin) Sultan Reşad takdir edip yalnız binasını yapmak için yirmi bin altın lira verdiği göbi, sonra ben eski harb-i umumideki esaretimden döndüğüm vakit, Ankara’da mevcut ikiyüz meb’ustan yüz altmışüç mebusun imzası ile yüzeli bin lira, o zaman paranın kıymetli vaktinde, aynı o üniversite için vermeyi kabul ve imza ettiler. Mustafa Kemal de içinde idi. Demek, şimdiki para ile beş milyon liraya yakın bir tahsisat vermekle, ta o zamanda böyle kıymetdar bir üniversitenin te’sisine her şeyden ziyade ehemmiyet verdiler. Hatta dinde çok lakayd ve garblılaşmak ve an’anattan tecerrüd etmek taraftarı bulunan bir kısım meb’uslar dahi onu imza etiler. Yalnız onlardan ikisi dediler ki:

“Biz şimdi ulûm-u an’ane ve ulûm-u diniyeden ziyade garplılaşmağa ve medeniyete muhtacız.”

Ben de cevaben dedim:

“Siz, farz-ı muhal olarak, hiçbir cihette ihtiyaç olmasa da ekser enbiyanın Asya’da, Şarkta zuhuru ve ekser hükemanın ve feylesofların Garpta gelmelerinin delâletiyle Asya’yı hakiki terakki ettirecek, fen ve felsefenin te’siratından ziyade hiss-i dini olduğu halde, bu fıtrî kanunu nazara almayarak garplılaşmak namiyle an’ane-i İslâmiyeyi bıraksanız ve adini bir esas yapsanız dahi, dört-beş büyük milletlerin merkezinde olan Vilâyat-ı şarkıyede; millet, vatan selâmeti için dine, İslâmiyetin hakaikına kat’iyyen tarafdar olmak, size lâzım ve elzemdir. Binler misallerinden bir küçük misal size söyleyeceğim:

Ben Van’da iken, hamiyetli Kürd bir talebeme dedim ki: “Türkler İslâmiyete çok hizmet etmişler. Sen onlara ne niyetle bakıyorsun?” dedim.

Dedi: “Ben Müslüman bir Türkü, fâsık bir kardeşime tercih ediyoru. Belki babamdan ziyade ona alakadarım. Çünkü: Tam imana hizmet ediyorlar.”

Bir zaman geçti (Allah rahmet etsin) o talebem, ben esarette iken, İstanbul’da mektebe girmiş. Esaretten geldikten sonra gördüm. Bâzı ırkçı muallimlerden aldığı aksülamel ile o da Kürdçülük damarı ile başka bir mesleğe girmiş. Bana dedi: “Ben şimdi gayet fâsık, hatta dinsiz de olsa bir Kürdü sâlih bir Türke tercih ediyorum.”

Sonra ben onu birkaç sohbette kurtardım. Tam kanaatı geldi ki: Türkler, bu millet-i İslamiyenin kahraman bir ordusudur.

Ey sual soran mebuslar! Şarkta beş milyona yakın Kürd var. Yüz milyona yakın İranlı ve Hintliler var. Yetmiş milyon Arap var. Kırk milyon Kafkas var. Acaba birbirine komşu, kardeş ve birbiirne muhtaç olan bu kardeşlere, bu talebenin Van’daki medreseden aldığı ders-i dini mi daha lazım? Veyahut o milletleri karıştıracak ve ırkdaşlarından başka düşünmeyen ve uhuvvet-i İslâmiyeyi tanımayan sırf ulûm-u felsefeyi okumak ve İslami ilimleri nazara almamak olan o merhum talebenin ikinci hali mi daha iyidir? Sizden soruyorum!

Devam Edecek