İLK DÖNEM ESERLERİ-12
BİRİNCİ NOKTA: Kudret-i Ezeliye, Zât-ı Akdesin lâzıme-i zâruriye-i nâşie-i zâtiyedir. Öyle ise zıddı olan "acz", onun melzumu olan zâta bilbedahe ârız olamaz. Madem acz zâta ârız olamaz, tahallül edemez. Madem tahallül edemez, bilbedahe kudrette merâtip olamaz. Zira meratibin vücudu ezdâdın tedâhülüyledir.
Meselâ, hararette merâtip, bürûdetin tahallüliyledir. Hüsündeki derecât, kubhun tedâhüliyledir. İlh... Mümkünatta hakikî, tabiî lüzum-u zâtî olmadığından kainatta ezdâd birbirine girebilmiş. Merâtip tevellüd ederek ihtilâfât ile tagayyürat neş'et etmiştir..
Madem ki, kudrette merâtip olamaz. Makdûrat dahi bizzarure kudrete nisbeti bir olur. En büyük en küçüğe müsâvî ve zerrat yıldızlara emsal olur.
İKİNCİ NOKTA: Sabıkan geçtiği gibi, kâinatın ayna gibi iki ciheti var. Biri mülk, biri melekûtiyet.
Mülk ciheti ezdâdın cevelangâhıdır. Hüsn-kubh, hayır-şer, sığar-kiber, sa'b-sehl gibi umurun mahall-i tevarüdüdür. Onun için vesait ve esbab vaz edilmiş. Ta dest-i kudret zahiren umur-u hasise ile mübaşir görünmesin. Azamet ve izzet öyle ister. Fakat hakikî tesir vermemiş. Vahdet öyle ister. “Eğer vasıta hakikî olsa idi ve hakikî tesir verilse idi; hem bir şuur-u küllî verilmek lâzım idi. Hem bizzarure eser-i itkan, kemâl-i san'at muhtelif olacaktı. Hâlbuki en âdiden en âlîye, en küçükten en büyüğe itkan derece-i kemâlde, mâhiyetin kameti nisbetindedir.” Melekûtiyet ciheti ise, herşeyde şeffâfedir. Teşahhusât karışmaz. O cihet vasıtasız Hâlikına müteveccihtir. Terettüb, teselsülü yoktur. İlliyet, maluliyet giremez. İ'vicacâtı yoktur. Avâik müdahale edemez. Zerre şemse kardeş olur.
Evet Kudret, hem basit, hem nâmütenahî, hem zâtî... Mahall-i taalluk-u kudret, hem vasıtasız, hem lekesiz, hem isyansızdır. Büyük küçüğe tekebbürü yok, cemaat ferde rüchânı yok. Küll cüz'e nisbeten kudrete karşı fazla nazlanması olamaz.
ÜÇÜNCÜ NOKTA:
"Onun hiçbir benzeri yoktur." "En yüce sıfatlar Allah'ındır (En yüce misaller Allah'a ve Onun sıfatlarına aittir.)"
Temsil, tasvir ve tasavvuru teshil ettiğinden şu gamız noktayı altı temsil ile işaret edeceğiz.
İşte şeffâfiyet, mukabele, muvazene, intizam, tecerrüd, itaatin sırlarını birden zihinde mezc edebilsen; vesvesesiz bu noktayı anlayacaksın.
Sakın mikyas yapma! Âciz mümkinâtın zaif, küçücük mikyasları Kadîr-i Ezelînin tasarrufatına şebîh olamaz. Tanzîr edemez. Yalnız şu emrin imkânının fehmini teshîl eder.
Birinci Temsil: Şemsin feyz-i tecellîsi olan timsali, denizin mecmu'sathında, denizin her bir katresinde aynı hüviyeti gösteriyor. Küre-i Arz perdesiz güneşe karşı muhtelif cam parçalarından olsa; timsal-i şems her bir parçada ve umum sath-ı arzda müzahametsiz, tecezzîsiz, tenakussuz bir olur. İşte şeffâfiyet sırrı.
Faraza şems muhtar olsaydı, o feyizden biri daha rahat, diğeri daha zahmet olamazdı.
İkinci Temsil: Noktalardan terekküb eden bir daire-i azîmenin nokta-i merkeziyesinin elinde bir mum ve muhitteki noktaların ellerinde birer ayna farzedilse; nokta-i merkeziyenin muhît aynalarına verdiği feyz; muzahemetsiz, tecezzisiz, tenâkussuz nispeti birdir. İşte mukabele sırrı.
Üçüncü Temsil: Hakiki bir mizanın iki gözünde iki güneş; veya iki yıldız; veya iki dağ; veya iki yumurta; veya iki cevher-i ferd, herhangisi bulunsa, sarf olunacak aynı kuvvetle o hassas, azîm terazinin bir kefesi Süreyyâya bir kefesi seraya inebilir. İşte muvazene sırrı.
Dördüncü Temsil: En azîm bir gemi en küçük bir oyuncak çevrilmesi gibi çevrilebilir. İşte intizamın sırrı.
Beşinci Temsil: Bir mahiyet-i mücerrede, bütün cüz'iyyatına en asğarından en ekberine yorulmadan, tenâkus etmeden, tecezzî etmeden bir bakar, girer. Teşahhusat-ı mülkiye cihetindeki hususiyât müdahale edip şaşırtmaz, nazarını tağyir etmez. İşte tecerrüdün sırrı.
Altıncı Temsil: Bir kumandan "Arş" emriyle bir neferi tahrik ettiği gibi, bir orduyu dahi tahrik eder.
Herşeyin bir nokta-i kemâli var. Ve o noktaya bir meyli var. Muzaaf meyil ihtiyaçtır. Muzaaf ihtiyaç iştiyaktır. Muzaaf iştiyak incizaptır. Bunlar emr-i tekvinînin mâhiyât-ı eşya tarafından birer habbe ve nüve-i imtisalidir. Mâhiyât-ı mümkinâtın mutlak kemâli, mutlak vücuttur. Hususî kemâli, istidâdâtını bilfiile çıkaran ona mahsus vücuddur. Bütün kâinatın “Ol” emrine itaati bir nefer hükmünde olan bir zerrenin itaati gibidir. İrade-i Ezeliyeden gelen “Ol” emr-i ezelîsine mümkinin itaat ve imtisâlinde, yine iradenin tecellîsi olan meyil ve ihtiyaç ve şevk ve incizab birden mümtezic, mündemiçtirler. İşte itaat sırrı.
DEVAM EDECEK