TAHLİLLER

Meselâ: Ona teklif eden demiş: ‘’Ben emir kuluyum.’’ Cebr-i keyfî kanun ile emir olur mu ki emir kuluyum desin. Evet, Kur’ân-ı Hakîmde, Yahudi ve Nasranîlere başta benzememek için ona dair yet olduğu gibi,
yeti, ulülemre itaati emreder. Allah ve Resûlünün itaatine zıd olmamak şartiyle, o itaatin emir kuluyum diye hareket edebilir. Halbuki bu mes’elede, an’ane-i İslâmiye kanunları hastalara şefkatle incitmemek, gariblere şefkat edip incitmemek, Allah için Kur’ân ve ilm-i imanîye hizmet edenlere zahmet vermemek ve incitmemek emrettiği halde; hususan münzevî, dünyayı terketmiş bir adama ecnebi papazlarını serpuşunu teklif etmek on vecihle değil yüz vecihle kanuna muhalif ve İslâmın an’anevî kanunlarına karşı bir kanunsuzluktur ve keyfî bir emir hesabına o kudsî kanunları kırmaktır. Benim gibi kabir kapısında, gayet hasta, gayet ihtiyar, garib, fakir, münzevî, Sünnet-i Seniyeye muhalefet etmemek için otuzbeş senedenberi dünyayı terkeden bir adama bu tarz muameleler kat’iyyen şek ve şüphe bırakmadı ki; komünist perdesi altında, anarşilik hesabına vatan ve millet ve İslâmiyet ve din aleyhinde müthiş bir sukiasd eseri olduğu gibi, İslâmiyete ve vatana hizmete niyet eden ve müthiş haricî tahribata karşı cephe alan dindar mebuslar ve demokratlara dahi büyük bir suikasddır. Dindar mebuslar dikkat etsinler, bu dehşetli sukiasda karşı müdafaada beni yalnız bırakmasınlar.
Hâşiye: Rusun Başkumandanı kasden önünden üç defa geçtiği halde ayağa kalkmıyan ve tenezzül etmiyen ve onun idam tehdidine karşı izzet-i İslâmiyeyi muhafaza için ona başını eğmiyen; İstanbulu istilâ eden İngiliz Başkumandanına ve onun vasıtasiyle fetva verenlere karşı, İslâmiyet şerefi için, idam tehdidine beş para ehemmiyet vermiyen ve ‘’Tükürün zâlimlerin o hayasız yüzüne!’’ cümlesiyle ve matbuat lisaniyle karşılayan; ve Mustafa Kemalin, elli meb’us içinde hiddetine ehemmiyet vermeyip ‘’Namaz kılmayan haindir.’’ diyen; ve Dîvan-ı Harb-i Örfinin dehşetli suallerine karşı, ‘’Şeriatın tek bir mes’elesine ruhumu feda etmeye hazırım.’’ deyip, dalkavukluk etmiyen; ve yirmisekiz sene, gâvurlara benzememek için inzivayı ihtiyar eden bir İslâm fedaisi ve hakikat-ı Kur’aniyenin fedakâr hizmetkârına maslahatsız, kanunsuz denilse ki: ‘’Sen, Yahudi ve Hıristiyan papazlarına benziyeceksin, onlar gibi başına şapka giyeceksin, bütün İslâm ulemasının icmaına muhalefet edeceksin; yoksa ceza vereceğiz.’’ denilse, elbette öyle herşeyini hakikat-ı Kur’aniyeye feda eden bir adam, değil dünyevî hapis veya ceza ve işkence, belki parça parça bıçakla kesilse, Cehenneme de atılsa, kat’iyyen; yüz ruhu da olsa, bütün tarihçe-i hayatının şehadetiyle, feda edecek!
Acaba, bu vatan ve dinin gizli düşmanlarının bu eşedd-i zulm-ü nemrudanelerine karşı, mânevî pek çok kuvveti bulunan bu fedakârın tahammülü ve maddi kuvvetle ve menfi cihette mukabele etmemesinin hikmeti nedir? İşte bunu, size ve umum ehl-i vicdana ilân ediyorum ki; yüzde on zındık dinsizin yüzünden doksan masuma zarar gelmemek için, bütün kuvvetiyle dahildeki emniyet ve asayişi muhafaza etmek için, Nur dersleriyle herkesin kalbine bir yasakçı bırakmak için, Kur’an-ı Hakîm ona o dersi vermiş. Yoksa bir günde yirmisekiz senelik zalim düşmanlarımdan intikamımı alabilirim. Onun içindir ki; asayişi masumların hatırı için muhafaza yolunda haysiyetini, şerefini tahkir edenlere karşı müdafaa etmiyor ve diyor ki: Ben, değil dünyevî hayatı, lüzum olsa âhiret hayatımı da millet-i İslâmiye hesabına feda edeceğim.
Said Nursî

* * *

Ey Mübarek Müşfik ve Muazzez Üstadımız Hazretleri
Bu acîb madde ve dinsizlik asrında, nazarlar kısalmış; kalbler, fenalıklar ve kötülüklerle dolmuş; yalnız ve yalnız, Kur’ân-ı Hakîmin bu zamandaki en hakikî ve kat’î tereşşuhatı olan Risale-i Nur; o kısalmış nazarları, âdeta maddenin ruhuna nüfuz ettiriyor, o kötü kalblerin zindan gibi karanlık olan içini, nurla dolduruyor. Bunun için, bu asra ‘’Nur asrı’’ denmesi münasiptir.

* * *

Risale-i Nur, beşeriyetin bu tamiri imkân olmayan yarasını uhrevî ilâçlarla tedavi ediyor.
Risale-i nur ve onun hârika müellifi siz mübarek Üstadımız, binlerce münevver gence halâskârlık vazifenizi yapmış ve yapmaktasınız. Bunun böyle olduğuna imanları kurtarılan bu âcizler canlı şahitleriz. Bu dehşetli asırda, materyalizmi, maddeciliği temelinden yıkan, mason ve komünistlerin bâtıl ideolojilerini bütün illim ve idrak muvacehesinde zîr ü zeber eden Risale-i Nur, okuyucularına -bu asrın talihli insanlarına- bu dünya ile, hattâ kâinatla bile değişilmez âb-ı hayatı, ebedîlik suyunu, yâni beka âleminin bileti olan îmanı bahşediyor.
Ey aziz ve mübarek Üstadımız! Bu kadar kıymetli bir hediyeyi bizlere veren siz Üstadımıza ne kadar hürmet ve muhabbet beslesek azdır. Siz kurtarıcı Üstadımızla Risale-i Nur talebeleri arasındaki bağ, ebedî bir bağlılıktır. Bunu hiçbir kuvvet çözemez. Hürmetle mübarek ellerinizden öper, dualarınızı beklerim.
Üniversite Nur Talebeleri Namına Siyasal Bilgiler Fakültesinden
AHMET ATAK

* * *

BU MEKTUB SAMSUN’DA MÜNTEŞİR BÜYÜK CİHAD GAZETESİNDE İNTİŞAR ETMİŞTİR. MÜFTERİLERİN TAHRİKATİYLE SAMSUN’DA MUHAKEME AÇILMASINA VESİLE OLMUŞTUR. MUHAKEME BERAETLE
NETİCELENMİŞTİR.
lem-i İslâmın halâskârı, ehl-i imanın sertacı, Risale-i Nurun tercümanı Üstadımız Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerine;
Bu defa dindar Demokratların delâletiyle Afyon Mahkemesince Risale-i Nur’un serbestiyetine, bütün risale, mektub ve mecmualarının suç mevzuu teşkil etmediğinden iadelerine karar verilmesini; senelerce evvel ilân ettiğiniz ‘’Risale-i Nur benim değil, Kur’ânın malıdır; Kur’ânın feyzinden gelmiştir. Hiçbir kuvvet onu Anadolu’nun sinesinden koparıp atamayacaktır. Risale-i Nur, Kur’âna bağlıdır; Kur’ân ise, Arş-ı A’zamla bağlanmıştır;
Devam Edecek