ALFABE/ELİF BA/A-B-C/OKU BAKAYIM
Siyasette öğrendiğim, ama asla tatbik etmediğim bir numarayı size anlatayım.
Mesela birisi hakkında şuraya, buraya gelmesi konusunda bir karar veriyorsunuz. Yazılar hazırlanıyor, imzalar atılıyor. İlgili Bakana, Genel Müdüre v.s veriyorsunuz. Aradan zaman geçiyor, iş bir türlü rayına girmiyor, olay gerçekleşmiyor. İlgili de sürekli arayıp duruyor. Ya vekilim bizim iş ne oldu? Vallahi de, billahi de Bakan beye verdik, bekliyoruz, bu işler biraz zaman alıyor, sabırlı ol, bakalım inşallah yakında gerçekleşir diyoruz. Zaman geçiyor, ilgili aramaktan, biz Bakan beye ulaşmaktan utanır hale geliyoruz.
Sonra namus belası "Sayın Bakanım, bizim böyle bir talebimiz olmuştu, arkadaşlar olarak hepimizin imzası da var, ama iş bir türlü gerçekleşmedi, sebebi hakkında bir bilgi lütfedermisiniz" diye soruyoruz.
Bakan bey çok samimi ise Cavit, değilse Cavit Bey, bilmem nasıl anlatsam, iki arkadaşınız, senin yazıyı bize ulaştırdığının ikinci günü aradı, biz o işte yokuz, mecbur kaldık imzaladık dediler. Ama lütfen bunu onlara söyleme, aramızda kalsın, bakalım belki bir yolunu buluruz" demez mi?
Apışıp kalırdım.
Önceleri çok kızdım.
Sonra bu numaralara alıştım.
Hatta onların bu tavrına acı acı gülmeye başladım.
MEĞER BU İŞ SİYASETİN ALFABESİYMİŞ.
Alfabeyi öğrenemiyen, okumayı sökemezmiş.
Ben de bu tür okumayı bir türlü sökemedim.
Türkiye kendi iç dünyasında yaşadığı 30 yıllık travmadan kurtulmaya çalışıyor.
İyineyetle herkesin elinden geleni yapma yükümlülüğünde olduğu bir süreç.
Bütün millet stadyuma toplanmış, gladyatörleri sahanın ortasına atmış, bu işi bitirin diyor.
Oyunun kuralları belli, kimin neyi yapıp, neyi yapamayacağı ayan beyan ortada.
İster mecburiyetten, isterse gönül huzuru ile sahaya çıkılmış olsun, gladyatörlerin kuralları değiştirmeye, sahayı terketmeye hakkı yok.En güzeli maçın berabere bitmesi.
Galibiyetsiz, mağlubiyetsiz.
Geçen gün de yazdım. Sahayı durduk yere terkeden ıslık ve taş yağmuruna tutulur.
Hükümetin bu konudaki çabalarını eleştirenlere, ABD nin planı, proğramı diyenlere Sayın Başbakan gerçekten çok sert bir cevap verdi.
Bununla sorurun çözümünde kararlılığını, iyiniyetini ortaya koydu. Gayretini küçümseyenleri, her güzel seyin ancak ABD den geleceği paranoyasına kapılanları eleştirmekte haklı olduğunu belirten tonda sözler sarfetti.
Bu sözlerin içerisinde "akan kan bizim kanımız, çocuklarımızın, gençlerimizin kanı,bunu durdurmak hepimizin görevi, neden sadece bu iş bizim sırtımıza yükleniyor, ABD ile el ele verip kanı durduracak, ülkeyi böleceğim isnadında mı bulunuluyor, aklınıza şaşarım" anlamı da vardı. Belliki Sayın Başbakan bu isnatlara çok kızmıştı.
Haklıdır.
Ülke Başbakanına bu yönde isnatta bulunanın gerçekten elinde hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak nitelikte sağlam delilin olması lazım.
Alelusul isnatlara karşı, sert yaklaşım, Başbakanın "iyiniyetimden kuşku duymayın, benim vatanımı parçalamak gibi bir niyetim asla olamaz" anlamındadır.
Sayın Başbakanın kurallar içerisinde,söz konusu sornunun çözümü için, attığı adımlardan ötürü aldığı büyük riske rağmen(MHP nin Anadoluda prim yapma ihtimali, kimileri buna kandan beslenme diyor) kanın durmasını temin konusundaki gayretinden geri durmuyor.
Kimse korkmasın bu siyasi atılımın riskleri kadar getirileri de vardır. Zira Anadolu’da anneler her biri cihan parçası çocuklarından bir tanesinin daha kanının akmaması için gece gündüz duaya durmuş vaziyetteler. Bu açıdan Hakkarili, Ağrılı , Diyarbakırlı anne ile Sivaslı, Yozgatlı, Manisa , İzmir,Aydınlı anne arasında zerre kadar fark yok.
Bunu kavrayamayanlar ,barış adımlarını meyhana adımı zannedenler, ağır aksak bağırtılarla ortalığı velveleye verenler , sadece ve sadece siyasi rant peşindedirler.
Tabii burada Abdulah Öcalan’a da sözümüz var.
Basına yansıyanlar, onun sözümü değil mi gerçekten bilmiyoruz.
Ama en azından Avukatları vasıtası ile bir yalanlama gelmediğinden bu sözlerin ona ait olduğunu kabul etmekten başka çare bulamıyoruz.
İşte o sözler.
"bu iş DTP ile çözülmez,
kim çözecekmiş, Ahmet Türk mü kim,çözsün bakayım.
Yaşar Kemal bu işin özünü kavrayamamış bir insan,
Benim 8 ay hükümetle, 7 ay Ordu ve Emniyet güçleri ile oturup konuşmam lazım.
Kürtlerin kendi Parlamentoları olacak,
Belediyelerini kendileri teşkil edecek,
Dini kurumlarını oluşturmakta serbest olacaklar,
Eğitim konusu tamamen bu yönetimin elinde bulunacak,
Kürtçe’nin önündeki bütün engeller kaldırılacak,
Asayişi sağlamak için özel birlik kurma hakları bulunacak, vs."
Abdullah Öcalan 30 yıldan beri dünya ve Türkiye gerçeklerinden uzak bir hayatta yaşıyor.
Suriye’de bulunduğu yıllarda sağında solunda ona taparcasına itaat eden örgüt elemanları vardı. Ara sıra onu ziyarete gelenler de adeta saygıda biri birleri ile kusur etmemek için yarış içerisinde idiler. Çünkü aksine davranışlarında başlarına nelerin geleceğinden herkes büyük endişe taşıyordu. O yüzden kimse ona şu şu yaptıklarınız doğru, bu bu yaptıklarınız yanlış diyemedi. Söyleyin diyebildi mi? böyle bir esnada insan kendisini bir ilah gibi görmez mi?
Ama işte kazın ayağının öyle olmadığı ortaya çıktı.
Yakalandığında devletimin emrindeyim, üzerime ne düşerse yaparım demedimi?
Üzerine düşenler, yukarıda söyledikleri mi?
Bunları Bekaada iken de söylüyordu ,şimdi de.
Bir taraftan benimle görüşmüyorsanız, Kandil ile görüşün, onlarla görüşmeyi kabul etmiyorsanız DTP ile Ahmet Türk ile görüşün diyeceksiniz, ardından, bu işi Ahmet Türk çözemez, Yaşar Kemal bu işten bir şey anlamaz dediğinizde "sivil inisiyatifi" bütünü ile kötürüm hale getirirsiniz.
Bu sözler doğru ise, DTP nin de , Ahmet Türk’ün de "gidin, Abdullah Öcalan ile görüşün" demekten başka çareleri kalmamıştır.
Hiç kuşkusuz Devlet Öcalan’a ,dolaylı biçimde görüşlerini DTP ye aktar diyor,buna göz de yumuyor.Çünkü bu tür şeyler zaten gözümüzün önünde cereyan ediyor. Kanın durması için herkes kan kusup kızılcık şerbeti içtim diyor.
Ama eğer DTP de saf dışı bırakılırsa , hiç kimse kan kustuğu halde kızılcık şerbeti içtim diyemez.
Bakalım bu saatten sonra DTP ne söyleyecek? Eteklerinde dökecek taşları olacak mı? Yoksa İmralı için trafik polisliği mi yapacaklar?
Ben devletime her türlü yardımı yapmaya hazırım, elimden geleni yaparım diyen Abdullah Öcalan’dan acaba Devlet şu yukarıda sıraladığımız şeyleri mi istiyor?
Biz eğer bir şey biliyor isek, Devletin böyle şeyler istemesi muhaldir. O halde nasıl oluyor da insan aklının çeperlerini zorlayan istekleri Abdullah Öcalan dile getiriyor.
Yoksa yoksa ,dar yerde baskı altında mı?
Deli olacağım.
A-B-C.
Mesela birisi hakkında şuraya, buraya gelmesi konusunda bir karar veriyorsunuz. Yazılar hazırlanıyor, imzalar atılıyor. İlgili Bakana, Genel Müdüre v.s veriyorsunuz. Aradan zaman geçiyor, iş bir türlü rayına girmiyor, olay gerçekleşmiyor. İlgili de sürekli arayıp duruyor. Ya vekilim bizim iş ne oldu? Vallahi de, billahi de Bakan beye verdik, bekliyoruz, bu işler biraz zaman alıyor, sabırlı ol, bakalım inşallah yakında gerçekleşir diyoruz. Zaman geçiyor, ilgili aramaktan, biz Bakan beye ulaşmaktan utanır hale geliyoruz.
Sonra namus belası "Sayın Bakanım, bizim böyle bir talebimiz olmuştu, arkadaşlar olarak hepimizin imzası da var, ama iş bir türlü gerçekleşmedi, sebebi hakkında bir bilgi lütfedermisiniz" diye soruyoruz.
Bakan bey çok samimi ise Cavit, değilse Cavit Bey, bilmem nasıl anlatsam, iki arkadaşınız, senin yazıyı bize ulaştırdığının ikinci günü aradı, biz o işte yokuz, mecbur kaldık imzaladık dediler. Ama lütfen bunu onlara söyleme, aramızda kalsın, bakalım belki bir yolunu buluruz" demez mi?
Apışıp kalırdım.
Önceleri çok kızdım.
Sonra bu numaralara alıştım.
Hatta onların bu tavrına acı acı gülmeye başladım.
MEĞER BU İŞ SİYASETİN ALFABESİYMİŞ.
Alfabeyi öğrenemiyen, okumayı sökemezmiş.
Ben de bu tür okumayı bir türlü sökemedim.
Türkiye kendi iç dünyasında yaşadığı 30 yıllık travmadan kurtulmaya çalışıyor.
İyineyetle herkesin elinden geleni yapma yükümlülüğünde olduğu bir süreç.
Bütün millet stadyuma toplanmış, gladyatörleri sahanın ortasına atmış, bu işi bitirin diyor.
Oyunun kuralları belli, kimin neyi yapıp, neyi yapamayacağı ayan beyan ortada.
İster mecburiyetten, isterse gönül huzuru ile sahaya çıkılmış olsun, gladyatörlerin kuralları değiştirmeye, sahayı terketmeye hakkı yok.En güzeli maçın berabere bitmesi.
Galibiyetsiz, mağlubiyetsiz.
Geçen gün de yazdım. Sahayı durduk yere terkeden ıslık ve taş yağmuruna tutulur.
Hükümetin bu konudaki çabalarını eleştirenlere, ABD nin planı, proğramı diyenlere Sayın Başbakan gerçekten çok sert bir cevap verdi.
Bununla sorurun çözümünde kararlılığını, iyiniyetini ortaya koydu. Gayretini küçümseyenleri, her güzel seyin ancak ABD den geleceği paranoyasına kapılanları eleştirmekte haklı olduğunu belirten tonda sözler sarfetti.
Bu sözlerin içerisinde "akan kan bizim kanımız, çocuklarımızın, gençlerimizin kanı,bunu durdurmak hepimizin görevi, neden sadece bu iş bizim sırtımıza yükleniyor, ABD ile el ele verip kanı durduracak, ülkeyi böleceğim isnadında mı bulunuluyor, aklınıza şaşarım" anlamı da vardı. Belliki Sayın Başbakan bu isnatlara çok kızmıştı.
Haklıdır.
Ülke Başbakanına bu yönde isnatta bulunanın gerçekten elinde hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak nitelikte sağlam delilin olması lazım.
Alelusul isnatlara karşı, sert yaklaşım, Başbakanın "iyiniyetimden kuşku duymayın, benim vatanımı parçalamak gibi bir niyetim asla olamaz" anlamındadır.
Sayın Başbakanın kurallar içerisinde,söz konusu sornunun çözümü için, attığı adımlardan ötürü aldığı büyük riske rağmen(MHP nin Anadoluda prim yapma ihtimali, kimileri buna kandan beslenme diyor) kanın durmasını temin konusundaki gayretinden geri durmuyor.
Kimse korkmasın bu siyasi atılımın riskleri kadar getirileri de vardır. Zira Anadolu’da anneler her biri cihan parçası çocuklarından bir tanesinin daha kanının akmaması için gece gündüz duaya durmuş vaziyetteler. Bu açıdan Hakkarili, Ağrılı , Diyarbakırlı anne ile Sivaslı, Yozgatlı, Manisa , İzmir,Aydınlı anne arasında zerre kadar fark yok.
Bunu kavrayamayanlar ,barış adımlarını meyhana adımı zannedenler, ağır aksak bağırtılarla ortalığı velveleye verenler , sadece ve sadece siyasi rant peşindedirler.
Tabii burada Abdulah Öcalan’a da sözümüz var.
Basına yansıyanlar, onun sözümü değil mi gerçekten bilmiyoruz.
Ama en azından Avukatları vasıtası ile bir yalanlama gelmediğinden bu sözlerin ona ait olduğunu kabul etmekten başka çare bulamıyoruz.
İşte o sözler.
"bu iş DTP ile çözülmez,
kim çözecekmiş, Ahmet Türk mü kim,çözsün bakayım.
Yaşar Kemal bu işin özünü kavrayamamış bir insan,
Benim 8 ay hükümetle, 7 ay Ordu ve Emniyet güçleri ile oturup konuşmam lazım.
Kürtlerin kendi Parlamentoları olacak,
Belediyelerini kendileri teşkil edecek,
Dini kurumlarını oluşturmakta serbest olacaklar,
Eğitim konusu tamamen bu yönetimin elinde bulunacak,
Kürtçe’nin önündeki bütün engeller kaldırılacak,
Asayişi sağlamak için özel birlik kurma hakları bulunacak, vs."
Abdullah Öcalan 30 yıldan beri dünya ve Türkiye gerçeklerinden uzak bir hayatta yaşıyor.
Suriye’de bulunduğu yıllarda sağında solunda ona taparcasına itaat eden örgüt elemanları vardı. Ara sıra onu ziyarete gelenler de adeta saygıda biri birleri ile kusur etmemek için yarış içerisinde idiler. Çünkü aksine davranışlarında başlarına nelerin geleceğinden herkes büyük endişe taşıyordu. O yüzden kimse ona şu şu yaptıklarınız doğru, bu bu yaptıklarınız yanlış diyemedi. Söyleyin diyebildi mi? böyle bir esnada insan kendisini bir ilah gibi görmez mi?
Ama işte kazın ayağının öyle olmadığı ortaya çıktı.
Yakalandığında devletimin emrindeyim, üzerime ne düşerse yaparım demedimi?
Üzerine düşenler, yukarıda söyledikleri mi?
Bunları Bekaada iken de söylüyordu ,şimdi de.
Bir taraftan benimle görüşmüyorsanız, Kandil ile görüşün, onlarla görüşmeyi kabul etmiyorsanız DTP ile Ahmet Türk ile görüşün diyeceksiniz, ardından, bu işi Ahmet Türk çözemez, Yaşar Kemal bu işten bir şey anlamaz dediğinizde "sivil inisiyatifi" bütünü ile kötürüm hale getirirsiniz.
Bu sözler doğru ise, DTP nin de , Ahmet Türk’ün de "gidin, Abdullah Öcalan ile görüşün" demekten başka çareleri kalmamıştır.
Hiç kuşkusuz Devlet Öcalan’a ,dolaylı biçimde görüşlerini DTP ye aktar diyor,buna göz de yumuyor.Çünkü bu tür şeyler zaten gözümüzün önünde cereyan ediyor. Kanın durması için herkes kan kusup kızılcık şerbeti içtim diyor.
Ama eğer DTP de saf dışı bırakılırsa , hiç kimse kan kustuğu halde kızılcık şerbeti içtim diyemez.
Bakalım bu saatten sonra DTP ne söyleyecek? Eteklerinde dökecek taşları olacak mı? Yoksa İmralı için trafik polisliği mi yapacaklar?
Ben devletime her türlü yardımı yapmaya hazırım, elimden geleni yaparım diyen Abdullah Öcalan’dan acaba Devlet şu yukarıda sıraladığımız şeyleri mi istiyor?
Biz eğer bir şey biliyor isek, Devletin böyle şeyler istemesi muhaldir. O halde nasıl oluyor da insan aklının çeperlerini zorlayan istekleri Abdullah Öcalan dile getiriyor.
Yoksa yoksa ,dar yerde baskı altında mı?
Deli olacağım.
A-B-C.
Yazarın Önceki Yazıları