ALLAHIM UTANDIRMA BİZİ
Pazartesi ve Salı Günleri Çiçek Bahçesi başlığını taşıyan iki yazımı okudunuz herhalde. Herhalde diyorum, çünkü bizim insanımız maalesef okuma özürlü. Düşünebiliyor musunuz, bir makale yazmak için günde en az 3 saat çalışıyorsunuz, öncesinde kafa patlatıyorsunuz, ortaya dumanı burnunda taze ekmek kaşar cinsinden bir şeyler çıkıyor, yazdıklarınızı en yakınlarınız bile okumuyor.
Neyse o yazılarımda Ak Parti Kadınlar 3.Olağan Kongresini yazmıştım. Aslında yazının bütünü tabii ki, o kongrede yaşananlara ait değildi. İşin özünde oradan hareketle ne olup bittiğini öğrenmek ve tabii ki, bir takım dersler çıkartmak.
O kongrede Sayın Başbakan konuşmasının büyük çoğunluğunu teröre, anaların gözyaşına ayırmıştı. Kanayan yaradan söz etmişti.
Sanki,
Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim,
Adam aldırmada geç git diyemem aldırırım,
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım,
Mısralarını sürekli biçimde terennüm ediyordu.
Aaahh benim kadın kardeşleri aaahh, ahu enini dile getirdikçe, yaranın nasılda içten içe işlemiş olduğunu, işlemeye devam ettiğini anlatmaya çalışıyordu.
Sayın Başbakan Cumartesi günü Diyarbakır’da da konuşmasının büyük çoğunluğunu bu konuya ayırdı.
Türkiye’nin gerçekten en büyük sorunu akan kanın durması.
Bu konuda Ak Partinin şimdiye kadar gelmiş geçmiş bütün siyasi partilerden daha cesur bir şekilde hareket ettiğini herkesin kabul etmesi lazım.
Bundan 10 sene önce hayal dahi edilemeyenler gerçek oldu. Şimdi o gerçekleşenleri burada teker teker saymaya gerek yok.
Sadece bu ülkede Kürtler için red vardı, inkar vardı, asimilasyon vardı, biz bunları ortadan kaldırdık sözünün büyük bir cesaretle ortaya atılması bile büyük bir handikapın atlatıldığının en güzel göstergesi değil mi?
Şimdi red yok, inkar yok, asimilasyon yok. Yani Kürtler “DEVLET KATINDA” ilk defa Ak Parti iktidarı ile kabul edilir oldular.
2005 Ağustosunda Sayın Başbakanın Kürtlere yönelik olumlu açıklamalarının bugün de arkasında durulduğunu 02. Haziran.2012 tarihinde söylemesinin büyük önemi var.
Bu düşünce seslendirilince, birileri hemen ortaya çıkıp, ya ne yapacaklardı, mecbur kaldılar da bir takım iyileştirmeler yaptılar, diyorlar.
Bu düşüncenin elbette “dinlenebilir” özelliği olduğunu kabul ediyorum, ama Allah aşkına söyleyin, başkaları zamanında da durum aynı değil mi idi, onlar neden gerekeni yapmadılar, niye ellerini taşın altına koymadılar?
Hatta günümüzde bile o kesimin büyük çoğunluğu Ak Partinin yaptıklarını hala eleştirmiyorlar mı?
Ak Partinin “gelin terörü bitirelim, elimizden geleni yapalım, bu konuda görüş alışverişinde bulunalım” dediğinde, siyasi partilerin kapısını çaldığında; başta CHP olmak üzere MHP si BDP si nasıl karşılık verdiler, herkes hatırlıyor.
Sayın Başbakan ve partisi terör örgütünün ekmeğine yağ sürmekle itham edilmedi mi?
Oslo’da PKK temsilcileri ile, İmralı’da APO ile sorunun çözümü konusunda MİT mensuplarının, tabii ki siyasi iradenin yol vermesi ile, görüşmeleri nasıl da sabote edildi lütfen hatırlayın.
Nerede ise MİT müsteşarının faaliyetleri nedeniyle, terör örgütüne yardım ve yataklık yapmaktan Hakim karşısına çıkması gündeme gelmedi mi? Şurası iyi bilinmeli ki, MİT müsteşarı Hakim karşısına çıksa idi, ondan sonraki ayak, Sayın Başbakan hakkında fezleke düzenlemeye gitmek olacaktı.
CHP liderliği bunlardan ötürü Sayın Başbakanı terör örgütü ile siyasi meseleleri görüşmek, diğer bir deyimle atılan adımları, örgütle masaya oturmak olarak lanse etmediler mi?
Ama zaman, o dedi, bu dedi, ne dedi zamanı değil. Akan kanın durması her şeyden daha önemli. Evlatların kanı akarken, anaların gözyaşı Ceyhun oluyor.
Terörün uluslar arası boyutuna, Sayın Başbakan bundan önceki konuşmalarından daha ziyade dikkatlerimizi çekmeye başladı.
Evet bizler birileri tarafından cadı kazanına atılmış durumdayız. Kaynayan o kazandan nasıl çıkacağımızın hesabını yapacağımıza, sürekli biçimde biri birimizin paçasından tutmuş aşağı çekmeye çalışıyoruz.
Bu arada işte o, uluslar arası entellijans örgütleri alttan alta ateşi körüklüyor.
Şimdi anlatacaklarım kimilerine garip gelebilir ama, tamamıyla gerçek ve bizler bu gerçekliklerden asla kaçamayız.
Cumartesi Ak Parti Diyarbakır il kongresinden Batman üzerinden İstanbul’a gitmem gerekiyordu. Batman hava alanında halden hale girdik.
Alan görevlileri tarafından o ne karşılama, o izzet, o ne ikram, o ne acaba daha nasıl hizmet verebilirizin samimi çabası. Bu konuya daha sonra değinirim.
Alanda BDP eş genel Başkanı Selahattin Demirtaş bey ile karşılaştık. Bizim tanışıklığımız tabii ki yılları buluyor ve karşılaşınca biri birine sarılan insanlarız.
Selahattin bey seyahat esnasında Sayın Başbakanın Kürt meselesinde son günlerde neler düşündüğünü sordu.
Önce bir tespit yapayım, sonra bildiklerimi izah ederim dedim.
“Türkiye bu konuda Sayın Başbakandan daha samimisini bulamaz diye söze başladım. Ardından Ak Partinin sorunun çözümünde en büyük şanslardan birisi olduğunu söyledim.
Zira İslam iman ve inancına sahip olanlar, hakkı kabullenmede, adaletin gereklerini yerine getirmede, herkesten daha samimi olmak zorundalar. Bu onların aynı zamanda ahrete taalluk eden görevleridir.
Ancak en büyük sorun kanın durması. Bakınız daha geçen gün Sayın Başbakan “eğer örgüt eylemlerini durdurur ise, asker de operasyon yapmaz” dedi, bu niye anlaşılmıyor, sorum üzerine, Selahattin bey, Başbakan öyle demedi, örgüt silah bırakır ise, asker operasyon yapmaz diye karşı çıktı. Açıklamaları araştırıp doğrusunu tespit edeceğimi söyledim.
Daha sonra ben kan akıtarak bir sorunu çözmenin bizim coğrafyamızın yöntemi olmadığını, bizim kültür havzamızın dışından alınan bu yöntemle sorunları çözmenin imkansız olduğunu ifade etmeye çalıştım. Bütün ırkların ve tabii ki Kürtlerin de Allah’ın birer ayeti olduğunu, red ve inkar edenlerin bir anlamda Allah’ın kevni ayetlerini inkar etmiş olacaklarını söyledim.
Selahattin bey sorunun çözümü konusunda “yöntem” farklılığı var, bilmiyorum bunları nasıl aşacağız dedi.
Aslında BDP nin ve yöneticilerinin devam edip giden bu büyük sorunda çok önemli bir şans olduğunu, bunu ıskalamamak gerektiğini gördüm.
Selahattin bey Sayın Başbakan “örgüt eylem yapmaz ise, Asker de operasyonları durdurur” sözünü versin, biz bütün gücümüzle yeni bir ateşkes süreci başlatmak için elimizden geleni yapalım, biliyorsunuz, o ateş kes süreçleri öyle kolay oluşmuyor diye sözlerine ekledi.
Evet “DİYALOĞ” kanallarının kesintiye uğratılmadan açık tutulması halinde çözülmeyecek hiçbir sorunumuzun olmadığını görüyorum. Görüşmeler esnasında Türkiye’de terörün azdırılmasını ülkelerinin geleceği açısından olmaz ise olmaz gereklilik olarak gören ülkelerin kimler olduğunun “of the record” koşulu ile açılması, zihinlerdeki kirliliği gidermek açısından büyük ehemmiyet taşıyor.
Son bir not, Selahattin bey Pazar günü Fehmi Koru ve arkadaşlarının sunduğu programa katılmış. Pazar gecesi saat 01.00 de sonlanan yolculuğumuz esnasında Selahattin beyin bu programa katılacağımızdan haberim yoktu. Bugün öğreniyorum ki, Selahattin bey Başbakan için sorunun çözümünde “olumlu” şeyler söylemiş.
Sizce bu gelişmede gecenin bir yarısında Selahattin bey ile yapmış olduğumuz “KONUŞMANIN” bir yararı olmamış mı?