ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ
Bu yazının yazıldığı saatlerde Abdullah Öcalan’ın Eruh Baskınının 25. yılı münasebeti ile Avukatları aracılığı ile bir açıklama yapması bekleniyordu.
Ama Abdullah Öcalan tarafından kaleme alınan açıklamanın henüz tamamlanmadığı bilgisi geldi.
Öcalan’ın Avukatları Cuma günü sabah saat 09.30 da girdikleri görüşmeden akşam 19.30 ayrılmışlar. Böylece 11 saat süren Avukat görüşmesinin gerçekleştiğini öğrenmiş oluyoruz.
Hiç kuşkusuz bu görüşmede sadece Abdullah Öcalan’ın fikir beyan etmediği, aynı zamanda Kandil’in de bu konuda görüşlerinin ne olduğu Avukatlar tarafından Öcalan’a aktarıldığını zannediyorum. Tabii ki DTP nin de.
Dışarıdan bakıldığında, DTP nin kendi başına inisiyatif alacak, Kürt sorununun çözümünde, Kandil ve İmralı’dan bağımsız bir biçimde hareket edecek kabiliyette olmadığı ortaya çıkıyor.
Silah tutanla "yatanı" (gece gündüz kurşunlara hedef olma tehlikesi içerisinde olmayanları kastediyorum,yoksa kimseyi yatmakla ilzam etmiyorum) kuşkusuz kimse aynı kefeye koyamaz.
Bu iki yerden bağımsız olarak hareket etmeye kalkışan siyasi düşünce ve hareketler hiçbir varlık gösteremedi ve toplum arasında karşılık bulamadı.
Bu reel politik gelişme karşısında Ahmet Türk’ün İmralı dikkate alınmalıdır sözü rasyoneldir.Ancak " her hakkı bilmek hakkındır, fakat her hakkı her yerde ifade etmek hakkın değildir" görüşünce, bu tür bir yaklaşım, ülke "gerçekliğinden" oldukça uzaktır.
Konjonktürel olarak Devletin şu anda Abdullah Öcalan’ı muhattap alıp, masaya oturmasını gerçekten Ahmet Türk bekliyor mu?
Böyle bir şeyin mümkün olacağını düşünüyor mu?
Maksat üzüm yemek ise, Devlet "bağına" girenlere kaşını bile kaldırıp bakmıyor. Avukatlar Türk Adli tarihinde hiç olmayacak kadar uzun saatler boyu onunla görüşüyor, görüşlerini alıp topluma deklare ediyor.
Yani bir anlamda Devlet "tamam kardeşim, barış olsun, biz kan kusar, ancak soranlara kızılcık şerbeti içtik" deriz havasına çoktan bürünmüş durumda.
Devletin bu tavrı, Abdullah Öcalan’nın bir anlamda sürecin içerisinde olduğuna işaret etmiyor mu? İşi daha ileri götürüp, masada onun da yer alması gerektiğini ifade eden düşünceler, ne kadar sağlıklı.
Hani hep "şerefli" bir barıştan söz edildiği bu günlerde Türkiye Cumhuriyeti Devletini "medine fıkaraları" gibi elini açıp, ne verirseniz kabulümdür demesini beklemek gibi bir yanlışa sürüklenmekten ve sonucunun kötüye hamledilmesinden ciddi biçimde endişe ediyorum.
İnsanlar, hadise ve olaylar karşısında "bencillik" yaptıkları sürece küçülür, büyük toplum kesimlerini önceleyen "himmetleri" ile büyür.
Mandela yıllar yılı içeride kalmasını hiç sorun etmemişti.Fikirleri "revaç" bulunca, onu içeride tutmak zaten mümkün olmadı. Arkasından Nobel Barış Ödülü aldı.
Bütün bunları söyler iken , gelişmeleri büyük bir serinkanlılık ile izleyen ve bu tavrı ile "gerçek bir barışı özlediğini" ortaya koyan Türk Kamuoyunun rahatsızlığına sebep olacak girişimlerin tehlikesine vurgu yapmak istiyorum.
Bu günlerde sürekli biçimde Anayasa’da etnik ayrımcılığa vurgu yapan maddelerin DTP tarafından kaldırılması isteniyor.
Bu hususun gerçek manada gerçekleştirilebilmesi için, öyle alel usul şu maddeyi kaldırın, bu maddeyi yok sayın demekle işin bitmediğini, Anayasa’nın bütününü okuyan herkes anlar.
Söz konusu isteğin gerçekleşmesi için büyük çalışmaların yapılması ve bu çalışmalar sonucunda ortaya çıkan değişiklik metninin,367 iyi aşan Milletvekili tarafından kabul edilmesi lazım.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yeniden tanımlanmasını gerektirecek bir çalışmanın bu süreçte yapılması mümkünmüdür?
Yapılacak Anayasa değişikliğinde,367 sayısı bulunabilir mi?
CHP si ve MHP sinin bu türden gelişmelere sıcak bakmadığını hepimiz biliyoruz.
Onlar bırakın TBMM sinde bu yönde yapılacak değişikliklere olumlu bakmayı, İç İşleri Bakanı ile görüşmeyi bile kabul etmediler.
Bu durumda Meclise getirilecek bir Anayasa değişikliğine Ak Parti ve DTP nin bütününün olumlu oy vereceği düşünülse bile (ki Ak Partide de bu yönde olumsuz oy kullanacakların çıkabileceği sır değil) toplam oyları ,yapılacak Anayasa değişikliğinin halkoyuna sunulmasını engellemeye ,yetmiyor.
Bu türden yapılacak Anayasa değişikliklerinin halkoyuna sunulmasının sonuçlarını düşünmek bile istemiyorum.
Anayasa değişiklik kararının(kanununun) halk tarafından rededdilmesi, gerçek bir felaket olur.
O bakımdan CHP ile MHP nin ve özellikle CHP nin bu sürece bir şekilde dahil edilmesinin yolları, hiç bıkıp usanmadan aranmalıdır.
Gerektiğinde Sayın Başbakan’ın her iki Liderden randevü talebinde bulunması, akan kanın durması , ortaya çıkmış olan en önemli barış ortamının en iyi biçimde değerlendirilmesi, böyle bir barış kuşunun elden kaçması halinde, ülkemizin ve insanımızın başına nelerin gelebileceğini, toplumun nasıl provoke edilme tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu anlatması düşünülemez mi?
Kimden ve hangi gerekçe ile gelirse gelsin , bu süreci sabote edeneler, bundan sonra akacak kanın sorumlusu olurlar ve bu vebalden hiçbir şekilde kurtulamazlar.
Demokratik açılım sürecinin "Anayasa değişikliği" gerektirmeyen sonuçlarını görmeden, Anayasada yapılalcak değişiklik işlemleri , Türk Siyasi hayatının evrilmesine, her iki taraftaki milliyetçi damarın sertleşmesine sebep olabilir.
Ve bir daha böyle bir değişiklik önerisini getirecek "hükümeti" bulmak uzun yıllar mümkün olmayabilir.
Kaygımın ana sebebi, Anayasa Mahkemesinin Anayasa değişikliklerini bile esastan inceleme yapma yetkisine sahip olduğuna karar vermesi,
Ve
Anayasa Değişikliğinin halk oyuna sunulması halinde ortaya çıkacak olumsuz sonuç.
Zamanı en iyi biçimde korumak/kullanmak herkesin hakkı.