BİR RAMAZAN ANISI

1970 yılında İstanbul Yüksek İslam Enstitüsüne Türkiye 15.cisi olarak girdim. O zaman İstanbul Yüksek İslam Enstitüsüne senede 150 öğrenci alınıyor, bunun ilk 50 kişisi yatılı olma imkanı buluyordu.İstanbul Yüksek İslam Enstitüsünü kazanmak, o dönemin İmam Hatip Okulu öğrencileri için sanki inanılmazı başarmaktı. Çünkü tek gidebileceğimiz yüksek okul burası idi. Düşünün İmam Hatip Mezunları İlahiyat Fakültelerine bile girme imkanına sahip değillerdi.

İstanbul Yüksek İslam Entitüsünün Bağlarbaşı semtindeki ana binası ve yanındaki yurt binası gerçekten harika idi. Üsküdar Bağlarbaşı semtindeki okulumuz ilk yıl benim için sanki cennetten bir köşe oldu. Okulun yanıbaşındaki yurtta yiyor,içiyoruz, iki , bilemedin üç kişilik odalarda kalıyoruz. Yurt binamızdan Kadıköy sahilleri ve Deniz gözüküyor. Bu sahillerde güneş denizden doğar ve batıncaya kadar sanki denizi hiç terketmez. Masmavi deniz, güneşin ışıkları ile akşama kadar oynaşır,olduğundan büyük görünür,güneş batınca , o da , sokağı terkedip evine giden çocuklar gibi kabuğuna çekilir. Biz iftar vaktini bekler iken odamızdaki pencereden bu manzarayı seyretmenin keyfine doyamazdık.

İlk yıl İstanbul’u artık yurt edinmenin verdiği keyifle geçti. Biz bu şehrin bir parçası idik. Sevdalanmıştık doğrusu.

Göz açıp kapayıncaya kadar yaz tatili geçti ve ikinci seneye başlamış olduk. İçimize bir Üniversite daha okuyalım kurdu düştü. Çünkü Elazığ lisesinin fark derslerin vermiş, lise mezunu da olmuştuk. İyi bir yeri kazanmak için kursa gitmek gerekiyor. O zaman Gökşen dersahanesi vardı. Kayıt için 1200 lira lazım. Ama bizde para yok. Kimi arkadaşlarımızın Ramazan İmamlığına gittiklerini biliyorum. Konuyu araştırmak amacı ile sağa sola kafamı vurur iken kendimi birden Edirne’nin Uzunköprü kazasında buldum. Oradaki arkadaşlar bir köye gönderdiler beni. Doğru camiye gittim. Kendimi tanıttım. İnsanlar önce çok memnun oldular. Sonra ikindi namazı kıldırdım. Aşir okudum. Mutlu bir şekilde cami dışına çıktım.Mevsim sonbahar ve hava soğuk. Caminin güneş alan kısmında vatandaşlarla oturuyoruz. İşim iş diye düşünüyorum. Ama biraz sonra insanlar birer birer gitmeye başladılar. Ben bir başıma kaldım. İftara davet eden de yok. Durumu çaktım. Bunlar beni beğenmedi dedim. Çantamı aldım. Ana yola çıktım.Aç sefil vaziyette gelen giden arabaya el kaldırıyorum. Duran yok. En son bir kamyon durdu , aldı beni. Uzunköprüye götürdü. Arkadaşlarla buluştum, beni beğenmediler dedim. Merak etme, bu gece Lisenin yurdunda yer ayarladık, Diyarbakır İmam Hatip’ten bir öğretmenimiz(solcu idi) şimdi orada görev yapıyor dediler. Doğrusu hocamızı görünce çok mutlu oldum. Beni çok iyi karşıladı.Sağcı olduğumdan utandım.

Sonraki gün SIĞIRCILI köyüne gönderdiler beni. Pısırıklığımı üzerimden atıp, gayet atak bir şekilde mihraba geçtim, minbere çıktım. Oooo , sanki 40 yıllık hoca olmuştum. Yalnız bir korkum vardı. Yarabbi diyordum, inşallah cenaze falan olmaz. Yoksa ben nasıl yıkarım, nasıl kefenlerim. Ödüm kopuyordu.

Ama bunun bir boş korku olduğunu düşünerek kafamı salim tutmaya, işimi yapmaya başladım. Kur’anı kerim okuyorum, vaaz ediyorum, teravih namazı kıldırıyorum. Ama yemeklerini hiç yiyemiyorum. Önemli değil, sınırlı bir zaman değil mi, gelip geçer diye avutuyorum kendimi.

Köyün gençleri arkadaşlık yapıyor. Çok hoş bir genç var, Ramazan’ın 8.günü yanıma geldi. Hocam,Hatim hazırlıyormusun dedi.Kur’an okuyorum işte dedim. Yok öyle değil , burada Ramazan ayının 10 undan sonra insanlar kendi geçmişleri için hatim alırlar ve her hatim başına 50 lira verirler dedi. Yok ya dedim, içimden, vallahi iyi para. Başladım Hatim hazırlamaya. İla Maşallah gece gündüz demeden Kur’an okuyorum. Ve iki günden daha az bir zamanda hatimler inmeye başladı. İsteyen 50 lirasını veriyor , hatmini alıyor. Akşam da duasını yapıyorum. Kimileri 60 lira verince onun ölüsüne daha fazla dua ediyorum. 10 lira az paramı? O Ramazan tam 15,5 defa hatim indirdim. Hatimlerden 800 liraya yakın para kazandım. 800 lirada hocalıktın. Ettimi 1600 lira. Üniversiteye giriş kurs parası çıktı, 400 lira da harçlığı.
Bana hatim hazırlıyormusun diye sorarak uyaran Sığırcılı genci çok sevmiştim. Ama onun da bir sorunu vardı. Babası hasta idi.
Ramazan’ın 26 sı falandı. Sabah erkenden caminin yan tarafındaki odamın kapısı çalındı. Sabah namazını kıldırdıktan sonra yeni uykuya dalmıştım. Birden korku ile uyandım ve o geni karşımda gördüm. Korkum ikiye katlandı. Ne oldu dedim. Babam dedi. Ölmedi değil mi dedim. Öldü dedi. Biribirimize sarıldık , ağlaştık. O babasına, ben kendi halime. Hocam üzülme, Allah’ın takdiri dedi. Ben adamı görmemiştim, ama, nasıl üzülmeyeyim, öyle güzel bir insan, bu güzel ayda vefat etti, şimdi hepimiz ağlamalıyız dedim. Oysa benim , bu adamı nasıl yıkıyacağım, nasıl kefenleyeceğim diye ödüm kopuyor ve halime gerçekten ağlıyordum.

Cenaze evine gittik. Gün görmüş geçirmiş bir köylü, hocam çok üzüntülüsün, merak etme, cenazeyi yıkamak için, yakın köyden bir hoca var, onu çağırdık, hiç sana bu işi yaptırırmıyız dedi. Ben yok canım, yapardık, falan dedim. Ama definden sonra duasını ben yapacağım, talkinini ben vereceğim dedim. Tamam , anlaştık dediler. Defin işinden sonra çok sağlam bir talkin verdim adama. Köylüler definden sonra, biz şimdiye kadar böyle dua görmedik dediler.
Neyse Ramazan bitti.
Keyifle İstanbul’a döndüm. Kursa yazıldım. Bir hafta gittim. Ama gece olduğu için dayanamadım. 1200 lira paramın 200 yüzünü kurs kesti, bin lirasını geri verdi. Oturdum, Üniversiteye kendim hazırlandım.

Nasıl hazırlanmışsam, İstanbul Teknik Üniversitesinde girdiğim imtihan, benim için bir saatte bitti. Geri kalan zamanda da Diyarbakır’lı bir arkadaşıma(İsim vermiyeyim) yardımla geçirdim. İkimiz de o sene İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazandık.

20 yaşımda iki Üniversiteyi birlikte okumanın belasını başıma sardım. Artık penceremden de olsa Kadıköy sahiline ve denize bakacak vaktim de, mecalim de kalmadı.

Ramazanlar gelip geçiyor, Allah nasip ederse bu sene 46 .senemi tutacağım. İki de yarım senem var.
Ama Sığırcılıda tuttuğum orucu özlüyormuyum. Evet, hem de çok. Her gece rüyada boğazı yüzerek geçmek sonra nasip olmadı.