BİZ SUSALIM KUR’ANI KERİM VE BEDİÜZZAMAN KONUŞSUN
Kızgınlıklarını yutanlara, insanları affdenlere karşı şüphesiz ki Allah büyük ihsan sahibidir. Hiç kuşku yok ki, Mü’minler kardeştir, o halde kardeşlerinizin arasını ıslah ediniz. Sen sana yapılan kötülğü en güzel bir şekilde defetmeye bak. İşte o zaman seninle arasında ihtilaf olan kimse, bir anda senin için yakın bir dost olur. (Kur’anı Kerimden ayetler) Mü'minlerde nifak(ayrılık)ve şikak(bölücülük), kin ve adâvete(düşmanlığa) sebebiyet veren tarafgirlik ve inad ve hased;(kıskanma) hakikatça(Allah Nazarında) ve hikmetçe ve insaniyet-i Kübra(büyük insanlık) olan İslâmiyetçe ve hayat-ı şahsiyece(şahsi hayat) ve hayat-ı içtimaiyece(toplumsal hayat) ve hayat-ı maneviyece(manevi yaşantı açısından) çirkin ve merduddur(reddedilmiştir), muzır(zararlı) ve zulümdür ve hayat-ı beşeriye(insanlık hayatı-toplumsal hayat) için zehirdir. Şu hakikatın gayet çok vücuhundan altı vechini beyan ederiz:
BİRİNCİ VECİH: Hakikat nazarında zulümdür. Ey mü'mine kin ve adâvet(düşmanlık) besleyen insafsız adam! Nasılki sen bir gemide veya bir hanede(evde) bulunsan, seninle beraber dokuz masum(suçsuz) ile bir câni var. O gemiyi gark(batırmak) ve o haneyi ihrak(delmek, tahrip etmek) etmeye çalışan bir adamın, ne derece zulmettiğini bilirsin. Ve zalimliğini, semâvâta(semalara) işittirecek derecede bağıracaksın. Hattâ bir tek masum, dokuz câni olsa; yine o gemi hiç bir kanun-u adâletle batırılmaz. Aynen öyle de: Sen, bir hâne-i Rabbâniye(İlahi bir ev) ve bir sefine-i İlâhiye(ilahi bir gemi) olan bir mü'minin vücudunda îman ve İslâmiyet ve komşuluk gibi dokuz değil, belki yirmi sıfât-ı mâsume(musum sıfat, hal) varken; sana muzır(zarar verdiğini düşündüğün) olan ve hoşuna gitmeyen bir câni sıfatı yüzünden ona kin ve adâvet(düşmanlık)bağlamakla, o hâne-i mâneviye-i vücudun(manevi vücut evinin) mânen gark(batırılmasına) ve ihrakına, tahrib ve batmasına teşebbüs veya arzu etmen, onun gibi şeni'(olabildiğince kötü) ve gaddar bir zulümdür.
İKİNCİ VECİH: Hem hikmet nazarında dahi zulümdür. Zira malûmdur ki: Adâvet(düşmanlık) ve muhabbet(sevgi), nur ve zulmet(aydınlık ve karanlık) gibi zıddırlar. İkisi, mâna-yı hakikîsinde(gerçek anlamında) olarak beraber cem' olamazlar.(Yani bu iki haslet gerçek manada bir kişide aynı zamanda bir ve beraber olmaz) Eğer muhabbet(sevgi), kendi esbabının rüchaniyetine(üstünlülğüne) göre bir kalbde hakikî bulunsa, o vakit adâvet(düşmanlık) mecâzî olur; acımak sûretine(şekline) inkılab eder. Evet mü'min, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle değil, belki lütufla(güzellikle) ıslahına çalışır. Onun için nass-ı hadîs ile: "Üç günden fazla mü'min mü'mine küsüp kat'-ı mükâleme etmeyecek." ( Bir Müminde diğerine karşı) Eğer esbab-ı adâvet(düşmanlık sebepleri) galebe(üstün gelip)çalıp, adâvet hakikatıyla(tam anlamı ile düşmanlık) bir kalbde bulunsa; o vakit muhabbet(sevgi) mecâzî(gerçek olmaz) olur, tasannu'(rol yapmak, riyakaralık) ve temelluk sûretine girer.
Ey insafsız adam! Şimdi bak ki: Mü'min kardeşine kin ve adâvet ne kadar zulümdür. Çünki nasılki sen âdi küçük taşları, Kâ'be'den daha ehemmiyetli ve Cebel-i Uhud'dan daha büyük desen, çirkin bir akılsızlık edersin. Aynen öyle de: Kâ'be hürmetinde olan îman ve Cebel-i Uhud azametinde olan İslâmiyet gibi çok evsaf-ı İslâmiye;(İslami vasıflar) muhabbeti(sevgiyi) ve ittifakı(el ele vermeyi, birlikteliği) istediği halde, mü'mine karşı adâvete(düşmanlığa) sebebiyet veren ve âdi taşlar hükmünde olan bazı kusuratı(ufak tefek hataları), îman ve İslâmiyete tercih etmek, o derece insafsızlık ve akılsızlık ve pek büyük bir zulüm olduğunu aklın varsa anlarsın!.. Evet tevhid-i îmanî,(imanda birlik) elbette tevhid-i kulûbü(kalplerin birliğini) ister. Ve vahdet-i itikad(inançta birlik) dahi, vahdet-i içtimaiyeyi(toplumsal birlikteliği) iktiza eder. Evet inkâr edemezsin ki: Sen bir adamla beraber bir taburda(askeri birlik) bulunmakla, o adama karşı dostane bir rabıta anlarsın; ve bir kumandanın emri altında beraber bulunduğunuzdan arkadaşane bir alâka telakki edersin. Ve bir memlekette beraber bulunmakla uhuvvetkârane(kardeşçe) bir münasebet hissedersin. Halbuki îmanın verdiği nur ve şuur ile ve sana gösterdiği ve bildirdiği esmâ-i İlâhiye(Allah’ın İlahi İsimleri) adedince vahdet alâkaları(birlik, beraberlik ilişkileri) ve ittifak râbıtaları ve uhuvvet münasebetleri var. Meselâ:Her ikinizin Hâlıkınız bir, Mâlikiniz bir, Mabudunuz bir, Râzıkınız bir.. bir bir, bine kadar bir bir. Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir.. bir bir, yüze kadar bir bir. Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir.. ona kadar bir bir. Bu kadar bir birler vahdet(çoklardan teke varmayı) ve tevhîdi(sonuçta Allahın tekliğini), vifak ve ittifakı(birlik ve beraberliği), muhabbet ve uhuvvet(kardteşlik ve sevgiyi)i iktiza ettiği ve kâinatı ve küreleri birbirine bağlayacak manevî zincirler bulundukları halde; şikak ve nifâka(ayrılıkve gayrılığa,bölücülüğe), kin ve adâvete(düşmanlığa) sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip mü'mine karşı hakikî adâvet(gerçek anlamda düşmanlık beslemek) etmek ve kin bağlamak; ne kadar o râbıta-i vahdete(birlik bağlarına) bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete(sevgiyi ortaya çıkaran sebeplere) karşı bir istihfaf(hafife alma, alay etme) ve o münasebât-ı uhuvvete(kardeşlik ilişkilerine) karşı ne derece bir zulüm ve i'tisaf olduğunu; kalbin ölmemiş ise, aklın sönmemiş ise anlarsın! Vesselam.