DARBE PLANLARI ARASINDA HİZMET

28 Şubat sürecinin en büyük destekçisi konumunda bulunan Emekli Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu, bu süreç gerekirse 1000 yıl devam edecek demişti.

O süreçle birlikte Refah Yol Hükümeti devrilmiş, Erbakan’ın 11 ay gibi bir sürede Başbakanlığı bırakması sağlanmıştı.

Bendeniz o günlerde Erbakan Hocanın bu kararına çok içerlemiş ve yaptığını , yani Hükümeti götürüp Demirel’e teslim etmesine bir türlü anlam verememiştim.

Demirel de zaten " ben kendisine getir, hükümeti bana teslim et, istifa et dememiştim ki, o geldi , ortamın karmaşasından söz etti ve böyle bir ortamda hükümet etmenin imkanı kalmadığından istifa etmeyi uygun bulduğunu, ancak kendi aralarında yaptıkları anlaşma uyarınca ortakları Tansu Hanım’a Başbakanlığın verilmesini istediklerini söyledi" diye şimdi açıklama yapıyor.

Bundan şu sonuç çıkıyor, Erbakan Hoca, ciğeri götürmüş, kediye emanet etmişti. Oysa bir basın toplantısı düzenleyerek "Ey Milletim, bakın ekonomi çok iyi bir düzeye getirildi, herşeyin dünden daha iyi ve daha güzele gittiği  konusunda halkta ümit var, ancak bir kısım güç odakları sırf benim iktidarıma karşı, bu itibarla bir erken seçim kararı aldık" deseydi, ülkemizin bugün yaşadığı problemlere belki daha o sürede bir çare bulmak imkanı olurdu.

Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun gerekirse 1000 yıl sürecek dediği süreci , Ak Parti iktidarlarında, şimdi ETÖ kapsamında yargılanan emekli orgeneraller sürdürmeye çalışmışlar.

Halk olarak bizim bir çok şeyden haberimiz yok, ama, Başbakanlığa bağlı olarak faaliyet gösteren MİT ı , günü gününe olanları takip etmiş ve ETÖ kapsamında raporlar yazmış, ortaya örgüt şemaları çıkarmış.

Bu kapsamda soruşturmalar derinleştikçe , MİT nın hazırlamış olduğu raporda sözü edilen darbe hazılıklarının hız kesmeden devam ettiğini görüyoruz.

ETÖ nün eylemleri toplumun yüreğini ağzına getiren eylemler ile bir bir ortaya çıkmasa ve eylem sanıkları büyük tevafuk eseri yakalanmamış olsalardı, Kıvrıkoğlunun 1000 yıl devam edeceğini söylediği süreç ve bu süreci tetikleyen eylemler devam edecekti. Ama Yüce Allah bu millete bir kez daha acıdı, yapılanları hakkedecek bir tutum içerisinde olmadığına hükmetti ve yardım elini uzattı. Her eylemin sanığı bir bir yakayı ele verdi.

Emniyete kızgınlıkları, en üst seviyedeki emniyet mensuplarına ağız dolusu küfretmeleri ondan. Çünkü onlar kurdukları kumpasa herkesin boyun eğeceğini, 28 Şubat sürecinde olduğu gibi yaptıklarına emniyet mensuplarının göz yumacağına inanıyorlardı.

Hiç kimsenin kuşkusu olmasın işin en önemli eylem ayağı DANIŞTAY saldırısı idi.

Türban davasına bakan Danıştay 2.Dairesinin Başkan ve Üyelerine karşı toplantı halinde bulundukları sırada 28 Mayıs 2006 tarihinde çok planlı, programlı bir saldırı düzenlendi. Bu eylemin aslında 27 Mayıs tarihinde yapılacağının kararlaştırıldığı, ancak Alparslan Arslan’ın bir engelle karşılaştığı ifade edildi. Bu tarih o günlerde hepimizin dikkatinden kaçtı  ama, 27 Mayıs 1960 darbesini çağrıştıran bir tarihin eylem günü olarak seçilmesi ,ETÖ davası sebebiyle, daha şimdi yeni yeni kafalarımıza dank ediyor.

Amaç şuydu.

1-Ülkede şeriat tehlikesi inanılmaz boyutlara ulaşmıştır.

2-Bu olgu düşünce safhasını aşmış, eylem aşamasına gelmiştir.

3-Memleketin en yüksek Mahkemesi Başkanı ve Üyeleri bu yüzden menfur saldırılara maruz kalmıştır.

4-Aklı başında olan herkesin buna bir dur demesinden başka çare yoktur.

5-Bu gidişata dur diyecek olan da , bu ülkede Silahlı Kuvvetlerden başka hangi kuruluştur? Düşünceleri bir anda insanların zihinlerinde şişmek gibi çaktırıldı.İç işleri Bakanlığı önünde düzenlenen  Cenaze törenine katılan Milletvekillerinin ayaklarına tekme atmalar, Türkiye Laiktir , Laik kalacak teraneleri , cami avlusunda Bakan kovalamacalar, heriflerin planlarını nasıl da takır takır işleme koyduklarını açıkça gösteriyor.

İşte tüm bu keşmekeş içerisinde 58 ve 59. hükümetlerin ne kadar zor günler geçirdiğini şimdi hepimiz daha iyi anlıyoruz.

Eminim bir çoğumuzun bilmediği konular, günü gününe  MİT tarafından Sayın Başbakanın önüne getirilip konulmuştur.

O dönem hükümetlerinin tüm bu olup bitenlere aldırış etmeden yoluna devam etmesi, hizmet üretmesi elbette hiç de kolay olmamıştır.

Sayın Başbakan önüne konulan darbe planlarını  dönemin Genelkurmay Başkanı ile paylaşmış ve neler yapılabileceğini kararlaştırmışlardır.

Bu süreçte Hilmi Özkök Paşanın görev başında bulunmasının ne büyük şans olduğu şimdi daha iyi anlaşılıyor.

Ancak dengeler ne kadar hassas ki, Hilmi Özkök Paşa darbe hazırlığı içerisinde bulunan kendi komutanlarını sadece uyarmakla yetinmiş ve kimisinin karı kız ayağını, kimisinin mal mülk meselesini(Özden Örnek örneğinde oluduğu gibi) önlerine koyarak engellemeye çalışmış, başka bir şey yapmamış/yapamamış. O bakımdan Hilmi Özkök Paşa "beni tanık veya sanık olarak çağırsınlar gider ifade veririm" derken, acaba görevimizi neden tam layıkı vechi ile yapamadık,huzursuzluğunu mu yaşıyor? darbe planlayıcılarını görevden uzaklaştırmamak bir görev ihmali olsa da, onların eylemlerine prim vermeme büyük vatanseverliğini gösteren Hilmi Paşanın, Türk Siyasi ve Askeri tarihinde ayrı bir yeri olacaktır.

Hilmi Özkök Paşadan sonra Hükümet-Asker ilişkileri çok muhataralı bir seyir izledi.

Cumhurbaşkanı seçme süreci 27 Nisan bildirisi ile sekteye uğratılmak istendi. Hükümet dik durdu. Hükümet sözcüsü dönemin Adalet Bakanı Cemil Çiçek beyin bu bildiriye cevabı , hem içerik, hem BİR İLK olması bakımından tarihi değere sahip.

Bu cevap üzerine Askerler boş durmadılar. Yaşar Büyükanıt Dolmabahçe Sarayında Başbakan ile bir toplantı düzenledi. Askerin Ak Partiye bölme planını uygulamaya koydu, ama millet bu plana itibar etmedi.

Türkiyede siyaset/hizmet, yangın içerisinden evladınızı kurtarmak kadar zor.