DEMOKLESİN KILICI BİZE BALTA OLMASIN
Anayasanın 76.maddesi ve ona atıfta bulunularak çıkarılmış olan Milletvekili seçimi kanunun 11.maddesinde kimi suçları işleyenler, affa uğramış olsalar bile Milletvekili seçilemezler hükmünü içeriyor.
Ama işte biz biliyoruz ki, bu Mecliste onlarca kişi "memnu hakların iadesi" konusunda almış oldukları kararlar ile TBMM sine girdiler.
Burada işlemiş oldukları kimi suçlar sebebiyle, affa uğramış olsalar bile Milletvekili seçilme ehliyeti olmayanların, memnu haklarının iadesi konusunda Mahkemelerden aldıkları kararla meclise girmeleri, yasaların kendi içindeki çelişkiyi açıkça ortaya koymuyor mu?
Şöyle örnekleyelim.
Adam hırsızlık yapmış, aldığı cezayı çekmiş. Cezasının bitimi tarihinden itibaren 3 sene geçmiş ise, al bir memnu hakların iadesi kararını, gel MECLİSE otur.
Adam katil.
Onlarca kişiyi öldürmüş.
Cezasını çekmiş.
Çektiği cezanın üzerinden 3 sene geçmiş, al bir memnu haklarını iade kararı, gel Meclise kurul.
Sakın benim bu yazmış olduklarımın Hatip Dicle kararını meşrulaştırmaya yönelik bir çaba olduğunu kimse düşünmesin.
Ben burada YSK nın, o bel bağlamış olduğu kanunun ve uygulamasının ne kadar büyük çelişkilerle dolu olduğunu ortaya koymaya çalışıyorum.
Adalet Adalet Adalet başlığı ile geçen hafta yazdığım yazıda YSK nın Hatip Dicle kararını Ak süte katılmış bir baldıran zehri olduğunu söyledim.
Seçimlerin yapılmasına 3 gün kala Hatip Dicle kararını YSK öğrenmişti. Üstelik kurulda Hatip Dicle’nin mahkumiyet kararını onaylayan bir üye de vardı.
YSK Hatip Dicle’nin savunmasını alacağız gerekçesi ile seçimlere girmesine imkan verdi.
Burada hepimiz YSK Hukuk eli ile siyasetin tanzim edilmesine imkan vermedi, böylece bu ülkenin normalleştirilmesinin yolunu açtı düşüncesine kapıldık.
Vay kapılmaz olaydık.
Seçimler yapıldı ve Hatip Dicle Diyarbakır siyasi tarihinin bağımsız bir adaya verilen en yüksek oyunu alarak Milletvekili seçildi.
HATİP DİCLENİN ALMIŞ OLDUĞU 80 BİN DOLAYINDAKİ BAĞIMSIZ OY, TÜRKİYENİN YARISINDAN ÇOK İLİNDE KULLANILAN GEÇERLİ OYDAN DAHA FAZLADIR.
Bu oranda alınmış olan oyu hiçbirimiz yok sayamayız.
Hele bunu aldık, şuraya yazdık, buraya kaydettik gibi bir saçmalığı Demokrasi dünyasına kabul ettiremeyiz.
BÖYLE BİR DURUM CHP NİN 1950 ÖNCESİNDE YAPTIĞI AÇIK OY GİZLİ TASNİF KURALINDAN DAHA TEHLİKELİDİR VE AK PARTİNİN SİYASİ TARİHİNİN HAKKETMEDİĞİ BİR UYGULAMA OLARAK TARİHTEKİ YERİNİ ALMAYA NAMZETTİR.
Seçimlerin sonucunu belirleyen tutanaklar/MAZBATALAR/ ilgililerine verilmiş ve Hatip Dicle Milletvekili seçilmiştir.
Bu aşamadan sonra YSK nın Hatip Dicle’nin Milletvekilliğini düşürme "YETKİSİ/SELAHİYETİ" yoktur. Hatip Dicle’nin Milletvekili seçilme "tutanağını/mazbatasını" vermiş işten elini çekmiştir.(yetki/selahiyet-Vazife/ görev konusunda dünyaya ders veririm Allah’ın izni ile)
Dicle’nin bundan sonra vekilliğinin düşürülmesi veya devamı konusunda karar verme yetkisi artık TBMM sinindir.
Ak Parti 2002 seçimlerinde % 34,5 dolayında oy alınca 363 Milletvekilinin sahibi oldu. Bunun üzerine başta CHP olmak üzere Türkiye üzerinde yoğun baskı gündeme geldi ve seçimlere katılma imkanı verilmeyen Ak Parti Genel Başkanının üstündeki siyasi yasaklar, Anayasa ve yasa değişikliği ile kaldırıldı.
Türkiye rahatladı.
Siirt formülü ile Ak Parti Genel başkanı Sayın R.Tayyip Erdoğan’ın Milletvekili seçilmesini, ardından Başbakanlığını getirdi.
2002 seçimlerinde Ak Parti Diyarbakır’da 63 bin oy almış ve 8 Milletvekili çıkarmıştı. Sayın Başbakana siyaset yolu açılmasında oy kullanan o vekillerin hangisine sorsanız; size söyleyecekleri şey şudur: Hatip Dicle’ye verilen 80 bin oyu Lütfen yok saymayın.
Türkiye biri birine güvenen, inanın insanlar topluluğu bir ülke değil. O nedenle her şeyi sıkı sıkıya kurallara bağlamayı, münasebetlerde bu kuralların işlemesini yaşamsal bir koşul olarak görüyor.
Sıkı kurallar rejimi insanları bunaltıyor. İş yapamaz, fikir üretemez, görüş beyan edemez bir hale getiriyor. Fikri melekelerinin gelişmesine imkan verilmeyen insanlar, sakat ta olsa kendi fikrine sımsıkı sarılıyor, ardından karşılıklı düşmanlıklar oluşuyor.
Hatip Dicle çalmamış, çırpmamış, yalana dolana sapmamış, insanların izzet ve şerefi ile oynamamış, harama hileye bulaşmamış. Peki ne yapmış fikirleri sebebiyle nerede ise ömrünün yarısını cezaevlerinde geçirmiş. Hani bir bilge kişilik dersek yanlış mı olur.
Bu insana halk 80 bin oy vermiş git beni Mecliste temsil et demiş. Gerek halkın ve gerekse Hatip Dicle’nin TBMM sini bu kadar önemsemelerini büyük bir memnuniyet ve şerefle kabul etmemiz gerekir iken, YSK nın bu oyları yok saymasına, ne yapalım elimiz kolumuz bağlı dememeliyiz.
TBMM SİNİN GÜCÜ BİR YSK YA YETMİYOR MU?
YSK TBMM sinin ÇIKARMIŞ OLDUĞU KANUNLARLA GÖREVİNİ YERİNE GETİREN BİR KURUM DEĞİL Mİ?
Şimdi öyle şeyler söyleniyor ki, Ak Partiyi 28 Şubat sürecindeki Refah Partisi konumuna düşürüyor.
Karşımızda durmadan höt/möt diyen bir kuruluş yok ki , elimiz kolumuz bağlı diyelim.
Oya Hanımı çok takdir ediyorum.
Onun acısını gerçekten iliklerimde hissediyorum.
Kendisi o meş’um olay sonrasında hep barıştan söz etti. Kimsenin başına bir daha bu işlerin gelmemesi için mücadelesini sürdüreceğini söyledi.
O mücadelede şimdi O’na daha ağır bir yük yüklemeye hakkımız var mı? Elbette yok,yok, yok.
Ama Meclise girer yemin ederse, o bize çok yükler yüklemiş olur.
Onu onurlandıracak bu ülkede başka bir sürü görev var.
Oluşturulacak Bakan Yardımcılığı görevi uygun görülemez mi?
Bu olmaz ise Sayın Başbakanın Özel Danışmanlığı görevine getirilip sorun çözülemez mi?