DİYALOĞ KANALLARININ AÇIK TUTULMASININ TÜRKİYEYE NE ZARARI OLUR
877 kilometre sınırımızın olduğu Suriye ile ilişkiler Ak Parti iktidarına kadar zaten yok düzeyindeydi. Ne doğru dürüst ticaretimiz, ne doğru dürüst bir siyasetimiz vardı.
Suriye ile 877 kilometre uzunluğunda olan sınırımız 20 Ekim 1921 tarihinde Fransa ile imzalanan anlaşma ile çizilmişti.
Daha sonra 5 Haziran 1926 tarihinde yeni bir anlaşma yapıldı, ardından 23 Haziran 1939 tarihinde imzalanan anlaşma ile Hatay ili de ülkemiz sınırları dahilinde kalmak üzere belirlenen sınır, o günden bu yana özelliğini koruyor.
Peki hepimizin müştekisi olduğu ülkemizin en uzun kara sınırını oluşturan Suriye sınırına mayınlar ne zaman döşendi biliyor musunuz?
Suriye sınırımıza kara mayınları Türk Silahlı Kuvvetlerinin isteği, Adnan Menderes hükümetinin uygun görmesi ile 1959 yılında döşenmeye başladı.
Mayın döşeme işini Urfa’da bulunan 121.Alay, Kilis’te bulunan 122. Alay ve Antakya’daki 123.Alay gerçekleştirdi.
Bu her üç Alay, Gaziantep’teki 1.Tümene bağlıydılar. Tümen Komutanı Tümgeneral Alaattin Kıral görevi sırasında Suriye ile Türkiye arasında yoğun kaçakçılık işlemlerinin vuku bulduğunu, bunu önlemenin en kestirme yolunun Türkiye tarafına mayın döşenmesi olduğunu düşünmüştü.
Tümgeneral Alaattin Kıral, kaçakçılık işlemleri ile bölge halkının zenginleşmeye başladığını, zenginleşene Kürtlerin zamanla kendi devletlerini isteyeceğini, bunu önlemenin yolunun sınıra mayın döşeyerek Kürtleri kendi yağlarında kavrulmak zorunda bırakmaktan geçtiğini belirtiyordu.
O, bu düşüncelerini Menderes Hükümetine bildirince, konu hükümette görüşüldü ve sınıra mayın döşenmesine Menderes Hükümeti tarafından karar verildi.
Mayın döşeme işini üçer kişilik Astsubaylardan oluşan bir ekip yapıyordu. Bu ekipten birisi mayın sandığını döşenecek yere getiriyor, sandığın kapağı açılıyor, erlerden birisi kalın bir sicim ile mayını bulunduğu yerden el değdirmeden alarak açılan çukura gömüyor ve üstü toprakla örtülüyordu.
Mayınların döşenmesinden sonra sınırda kaçakçılık olayları nerede ise sıfıra müncer oldu, tabii ki bölge ekonomisi de cehennemin dibini boyladı. İnsanlar aç, sefil kaldılar. Kimisi de başka çare yok diyerek kendisini mayın tarlalarına vurup kolundan bacağından, canından oldu.
Tümgeneral Alaattin Kıral bu mayın döşeme kararının mükafatı olarak 1960 ihtilalinden sonra Urfa Valisi yapıldı.
Ak Partinin iktidara gelmesi ile birlikte doğulu Milletvekili arkadaşlar bu konu üzerinde gündemli, gündemsiz çok sık durdular ve sınırın temizlenmesi gerektiğini kendi lisanı halleri ile izah etmeye çalıştılar.
Her ne hikmet ise mayınların temizlenmesi olayına, “zannederim” bürokrasinin uyarıları sonucu, çok rahat karar verilmedi. Ola ki mayınların döşenmesini isteyenler, bu defa ilgililere, mayınların döşenmesindeki gerekçelerin aynı ile vaki olduğunu, mayınların kalkmasının Kürtlerin zenginleşmesinden başka, bir de Suriye ülkesindeki Kürtlerle gelişmesi muhtemel birlikteliğin, zapt edilmez, önü alınmaz bir güç haline geleceği uyarısını yaptılar. Çünkü 877 kilometre uzunluğundaki sınırın iki boyunda insanlar biri birleri ile akraba durumundalar, çizilen sınırlar, çekilen tel örgüler ve döşenen mayınlar bu akrabalığı bir türlü önleyemedi.
Ama çok şükür basiret hakim oldu ve Suriye sınırındaki bütün mayınların kaldırılmasına karar verildi. Zaman zaman bu mayınların temizlenmesi işinin sürdüğünü öğreniyoruz ama, doğrusu bu işin geldiği aşamayı hiçbirimiz bilmiyoruz.
Yerdeki mayınların temizlenmesine karar vermek, zihinlerdeki mayınların da çözülmesi gerektiğini ortaya koydu.
Sayın Başbakanın komşularla sıfır problem ilkesini en iyi biçimde hayata geçirmeye çalışan Dış İşleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu bu alanda yoğun mücadeleler verdi. Suriye ile olan ilişkiler Ak Partinin 2009-2010 yıllarındaki gayretleri ile tarihinde hiç olmadığı kadar başarılı sonuçlara ulaştı ve Suriye ile çat kapı münasebetler tesis edildi.
Suriye Hükümeti ile Türkiye Hükümeti arasında nerede ise ortak Bakanlar kurulu toplantıları yapıldı.
Arap baharı bütün gelişmeleri bir anda allak bullak etti. Bu baharın bir gün Suriye’ye de uğrayacağı kesindi. Zira Fas, Tunus, Libya hele ki Mısır’da söz konusu baharın rüzgarları esecek de, bu rüzgarlar Suriye’ye uğramayacak, bunu düşünmek bile aptallık olurdu.
Türkiye kurduğu yakın ilişki sebebiyle Suriye’deki 42 yıllık Esedler yönetimini usulü dairesinde uyardı.
Sayın Başbakanın yakın ilişkide olduğu kişilerle/bunlar hükümet başkanları da olsa/ sanıyorum çok kimsenin hala anlayamadığı bir diyalog kurma biçimi var. Dokunur, samimane hislerini, duygularını, düşüncelerini köşesiz bir biçimde ortaya koyar ve doğru bildiklerini “FERASETLE” anlatır, vakit kaybetmeden ortaya çıkan sorunların çözülmesini ister.
Onun ortaya çıkan Suriye sorunu ile ilgili yaptığı açıklamalara bakıldığında; Suriye “rejiminin” çok değişik biçimlerde uyarıldığını anlıyoruz.
Ancak gelişmeler, Suriye rejiminin aynı samimiyeti göstermediğini/ve belki de gösteremediğini/, Türkiye-Suriye yakınlaşmasında tüm inisiyatifin Sayın Başbakan R. Tayyip Erdoğan’da olduğunu ortaya koydu.
Suriye’ye Nusayriler hakim. Bu mezhebi iktidar, ülkenin her tarafından kendisini bariz bir şekilde gösteriyor. Özellikle büyük tüccarlar, sanayiciler, iş adamları, bürokratlar ve tabii ki Askerler Nusayrilerden seçilmiş… Yani rejim ülkenin tüm kılcal damarlarına nüfus etmiş durumda.
Türkiye Beşşar Esed’le kurulmuş olan diyaloğ sebebiyle, ondan kısa sürede reformları yap, demokrasiye geç, Arap baharının rüzgarı “sam’a” dönüşmesin dedi. Ama Esed bir başına olmadığından bu talepleri kısa sürede karşılayamadı.
Hani benim bir tezim vardı; Dışişleri Bakanı Ahmet Beyin son Şam ziyaretinin ardından keşke, oradaki insanların hakkı hayatı için, Sayın Başbakanımız, ardından Sayın Cumhurbaşkanımız Şam’ı ziyaret edip ilk ağızdan Beşşar Esed’e “acele etmesi” için uyarılarda bunsalardı, nasıl olurdu?
Amma yapılan açıklamalara baktığımda, artık köprülerin altında çok “seller” akmış geçmiş. Geride çok yoğun biçimde çer çöp bırakmış.
Bu çer çöpün temizliğini şimdi Türkiye’ye havale etmek istiyorlar. Yani özellikle ABD ve batı dünyası, iki İslam Ülkesinin kapışmasını istiyorlar.
Türkiye ile Suriye’nin kapışması, her iki ülke katlanılması güç zararlar meydana getirir. Çünkü herkes gibi hükümetimiz de biliyor ki, bu işe İran karşı, Rusya karşı, Çin karşı. Siz Arap ülkelerinin şu anda takınmış oldukları Suriye muhalifi tavırlara bakmayın, yarın bir müdahale olsun, tüm Arap halkları kendi rejimlerini ve yöneticilerini sokağa çıkamaz hale getirir.
Zar zor rayına girmiş olan ekonomi, bir anda tepe taklak olur. Ekonomik durumları bozulan halk kusuru hükümette arar, ortaya çıkacak tüm sorunların ceremesi Ak Partiye çıkarılır. Bedeli ağır olur.
Suriye halkının toplu katliamlara maruz kalması, yüz binlerin Türkiye’ye sığınma istekleri ve dünya kamuoyunun bu yapılanların asla kabul edilemeyeceği yolundaki kabulü, tabii ki başkadır.
O zaman da Uluslar arası camianın vereceği bir kararda elbette Türkiye “rolünün” gereğini her halü karda yerine getirir. Esed de, ya Saddam’ın veyahut ta Kaddafi’nin akibetine uğrar. Tabii ki Suriye Halkı da çok büyük zayiat vermiş olur.
Bu büyük zayiatın önünü almak için biliyorum artık ne Sayın Başbakanın ve ne de Sayın Cumhurbaşkanının Suriye’ye gitmeleri mümkün değil.
Ama basının haberi olmadan sürekli biçimde telefonla diyaloğ kanallarını açık tutsalar, Suriyeli muhaliflerden de protestolarında silah kullanmamalarını isteseler nasıl olur?
Ben olsam yapar, sonra kendi düşen ağlamaz derdim.