FRANSA KATİLLERİ BUL ATLARI YILKIYA TERKETME İHALE ÜZERİNDE KALIR.

Şöyle olursa süreç durur,böyle olursa süreç işlemez hale gelir duygu ve düşüncesi her iki tarafta da var. Lafı eveleyip gevelemeye gerek yok, kimse silahların gölgesi ve sürekli takırtıları devam ederken barış görüşmelerine devam edemeyeceğini söylüyor bu cümlelerle. İşte o zaman barışın gelmesini asla istemeyenlerin eline çok önemli bir koz veriliyor. Onlar da bu sürecin inkıtaya uğraması ve hatta eskisinden beter hale gelmesi için ellerinden geleni yapıyorlar. Örgütün eylemleri devam ettikçe Türkiye, Türkiye’nin örgüte karşı operasyonları sürdükçe Örgüt, barışın akamete uğrayacağını şimdiye kadar deklare ettiler. Ve maalesef her atılan önemli adımın hemen sonrasında, kör gözüme şiş kabilinden akıllara ziyan eylemler oldu. Ama biz gerçek bir barıştan yana isek, kim ne yaparsa yapsın, bu sürecin kesintiye uğramasına fırsat verilmeyeceğini peşin peşin ortaya koyabilsek, sanıyorum provokasyonların önünü de kesmiş oluruz. Ve bir de barışın ne şekilde gerçekleşeceğinin, kısa, orta, uzun vadede nelerin yapılacağının kamuoyu tarafından bilinmesinin büyük önemi var. Bunlar bilinir ve ardı arkasına Onurlu bir barış için adımlar atılır ise, hiç kuşkusuz elimiz daha güçlü olur. Şimdi bakıyorum da, dışarıda sadece barış için ve bu amaçla yapılacak müzakereler için sadece ön görüşmelerin yapıldığından söz ediliyor. Mesela Ahmet Türk’ten İmralıyı ziyaretten sonra verdiği televizyon mülakatında, sadece Devlet ile Öcalan arasında bir takım ön görüşmelerin yapıldığı, işin müzakere kısmına henüz geçilmediğini ve yazılı bir metnin de ortaya çıkmadığını öğreniyoruz. Ben halkımızın en küçük sorun alanlarının ortadan kaldırılmasında “karanlık suda balık avlamak veya küreği boşa çekmek veyahut havanda su dövmek” gibi tabirlerle ifade ettiği süreçlerin hiç kimseye bir yarar getirmediğini hep görmüşümdür. Geçen Pazar günü arkadaşlar ile İstanbul Nakkaştepe de bir sabah kalvaaltısında söylediklerimi burada sizinle paylaşmak istiyorum. 1-Madem bir barıştan söz ediliyor, herkes için, karşısındakinin asla oyun yapmadığını düşünecek ortamın oluşturulması, 2-Sorun alanlarının kağıda dökülmesi, 3-Örgütün şu anda yeknesak olmayan parçalı konumu, her birisinin soruna bakışı ve çözümü hususunda bir ittifakı olmayışı bize, öncelikle bunların biri birleri ile görüş teatisinde bulunmalarına imkan verilmesi, aralarındaki ihtilaf alanlarının kesin bir çözüme kavuşturularak, mutabık kalınan metnin Türkiye tarafına iletilmesinin sağlanmasını zorunlu kılıyor. 4-Türkiye’nin iletilen talepler konusunda neleri yapıp yapamayacağının yine yazılı bir metin halinde karşı tarafa iletilmesi, 5-Kısa vadede hemen yapılabilecekler, orta vadede yapılması vaad edilenler ve uzun vadeye vabeste olan sorun alanlarının çözümünün nasıl sağlanacağının kurala bağlanması, ve 6-Gerek örgüt(Silvan olayı gibi) ve gerekse Türkiye derin güçleri tarafından yapılması muhtemel(Roboski hadisesi gibi) hareketlenmelere asla kulak asılmayacağının her iki tarafça topluma deklare edilmesi gereklidir. Yani fikirlerimi bir cümle ile özetlemem gerekiyor ise, bu işte “samimi” olmak şarttır dedim. O gün söylediklerim İmralı ile ilgili görüşmelerin henüz yapıldığının açıklandığı günlerdi. Yani kimse diğerini samimi olmamakla suçlamaya başlamamıştı. Salı gününden itibaren CHP si ve özellikle MHP den, daha sonra da Kandil, BDP ve Avrupa’dan sürece yönelik çok sert eleştiriler ardı arkasına gelmeye başladı. Herkes biri birinin dilini sorunlu bulduğunu ifade etti. Türkiye muhalefeti, kim neyi, nasıl görüşüyor, örgütle bu tür ilişkiler kurmak da neymiş, bu bir ihanettir, ülkenin bölünmesi hususunda hükümet efendilerinin buyruğuna uymuştur sözleri yükselir iken, Örgüt kanadından silahlar nasıl hemen bırakılırmış, henüz ortada müzakerelere başlama bile söz konusu değil, Türkiye içerisindeki örgüt mensuplarının Kandile geçişleri ve burada silahların bırakılması gibi ön koşullar kabul edilemez, bu gel teslim ol mantığı ne kadar doğrudur ve bunu kim kabul eder, hem ne için, eğer biz örgütü yendik, mağlup ettik, o halde mütarekeye gelin deniliyor ise, biz böyle bir işte yokuz, sen zaten yenmiş isen, neyin müzakeresini yapıyorsun, kurallarını dayatırsın olur biter denilmeye başlandı. Ve hemen arkasından Pariste üç Kürt kadınının infazı, sürece bomba gibi düştü. Olayı Türk Gladyosu yaptı ise, bunu MİT teşkilatının saklaması asla mümkün değil ve böyle bir şeye Sayın Başbakanın göz yumması söz konusu bile olamaz. Derin yapının büyük elemanlarının ve ideoloğlarının içeride bulunduğu bir dönemde Türkiye böyle bir şeyi yapmış olamaz. Ak Parti iktidarı ile derin yapılanmalardan nefret edercesine uzaklaşıldığı bir dönemde Türkiye böyle bir eyleme kalkışamaz, bunu kimseye izah edemeyeceğini pek ala bilir. O açıdan Türkiye’nin kendisinden son derece emin olduğunu düşünüyorum. Örgüt içi infazlar elbette mümkün ve PKK örgütünde bu tür işlerin örnekleri çoktur. Haki Karaer, Hikmet Fidan, Alaattin Kopan, Bozan Aslan, Mehmet Karasungur, Kemal Pir, Mahsun Korkmaz, Mazlum Doğan… (tabii bu infazların bir kısmı doğrudan, bir kısmı ise dolaylıdır) PKK nın kuruluşunda görev almış ve bugüne kadar hayatta kalabilmiş, Abdullah Öcalan’a bağlı kalabilmiş Sakine Cansız’ın Avrupanın göbeğinde, Pariste infaz edilmesi, barışı desteklemediği bilinen Bahoz Erdol Kod, Fehman Hüseyin ve ekibinin çok iyi sorgulanması gerektiğini ortaya koyuyor. Bu mesaj doğrudan Öcalan’adır ve barış için yola çıkanların işi hiç de kolay değildir. Ama gerek örgüt ve gerekse Türkiye, yukarıdaki betimlemelerimiz doğrultusunda, sapmalara kulak asmadan, yola devam edebilirlerse, Fehman Hüseyin ekibi kendiliğinden tasfiye olur. Hele bir de Fransa katilleri bulur, yargının önüne çıkarır ise, Atlar yılkıya terk edilmemiş olur. Yoksa ihale üzerinde kalır.