HER HALUKARDA BÖLÜNMEYECEK(2)
Şimdi hangi Kürd’e rastlasanız söylediği şey şudur. Lütfen herkes empati yapsın, kendilerini bizim yerimize koysun. Bu olan biteni eğer kabulleniyorlar ise, bizim başımıza gelenler için bir şey söylememize gerek yok. Ama değilse "Türkler Bizim Vicdanımız" olsun.
Bu düşüncelere katılmamak mümkün mü?
Türkiye coğrafyası bütünü ile Kürdistan olsa ve Kürdlerin yerinde Türkler yaşasa idi. Kürdler, Türklerin konuşma, okuma, yazma, şarkılarını, türkülerini söyleme hakkında mahrum bıraksaydı ve bu konuyu bir şekilde dile getirenleri onlarca yıl süren hapislere atsaydı, Türklerin sesi nasıl çıkardı.
Yakın bir örneğini Jivkov’un Bulgaristan Devlet Başkanı olduğu dönemde yaşadık.
Bulgaristanda yaşayan 300 bin kadar Türk’ün Türkiye’dekine benzer haklardan mahrum edilmesi ve baskıların dayanılmaz bir hal alması üzerine 20. Yüzyılın son çeyreğinde büyük bir tehcir olayı yaşandı. Bu vatandaşlarımızın çok yaşlılar hariç , nerede ise tamamı Türkiye’ye sürgüne gönderildiler. Trakya’nın tamamında çadır kentler oluşturuldu. Türkiye , Bulgaristan’ın bu tutumuna, kendi iç politikalarındaki benzerlik sebebiyle bir şey söyliyemedi. Gelen soydaşlarımızın hemen tamamı kabul edildi.(Nedense Türkiye dışındaki Türkler soydaş kabul ediliyor, ama Kürtler soydaş olarak görülmüyor)
Sovyetlerin dağılması ve Doğu Blokunun tesirsiz kalması üzerine ,Jivkov ve avanesi iktidarı kaybetti.İşte biz burada yeri göğü biribirine kattık.Gelen her yabancıya çadır kentleri gezdirdik. Orada yaşanan dramı yabancı konukların gözünün içine soktuk. Ve özellikle Avrupa’nın Bulgaristan’a batı bloku içerisinde yer alacağı yolunda vaadlerde bulunması ve bunun için haklar ve özgürlüklerin geliştirilmesinin en önemli kurallardan birisi olduğunun vurgulanması, Bulgarları ikna etti, Türkler evlerine döndüler. Ardından Haklar ve Özgürlükler Partisini kurarak, Bulgar sistemine bütünü ile dahil oldular.
Kürt sözcülerinin, Türkler işte buna bakarak empati yapsınlar, bizim vicdanımız olsunlar düşüncesinin hiçde yabana atılır yanı yoktur.Dün akşam CNN Türk’ün Kervansaray otelinin bahçesinden gerçekleştirdiği yayında katılımcılar bu görüşleri dile getirdiklerinde, gecenin bir yarısında savaş uçaklarının uğultuları konuşmaların bölünmesine sebep oluyordu.
Kürdlerin red ve inkarının kabul edilemez olduğunu fikirleri ile ortaya koyanların çektiği acı , yılları bulan hapis cezaları, Kürd devrimcilere çıkış yolu bırakmadı ve dağa çıkıldı.
Şimdi çoğu Türk’ün mesele terördür, terörün durması lazım, terör durmaz ise hiçbir şey yapılamaz yönündeki düşünceleri dillendirilir iken, dönüp Devlete "Ya Aziz Devletim bu terör niye başladı, Kürdler taleplerini makul ve mantıklı bir çerçevede dile getirmeden,doğrudan doğruya mı teröre baş vurdular" diye sorması da gerekmez mi?
İşte 1991 yılında SHP ile Koalisyon Hükemeti kuran Demirel Diyarbakır’da eski Belediye Binasının Balkonundan "Kürt realitesini tanıyorum"ve Sayın Başbakan R.Tayyip Erdoğan’ın 2005 yılı Ağustos ayında Diyarbakır’da TOKİ evlerinin anahtar teslimi sırasında "bu ülkenin bir Kürt sorunu vardır, Kürd kardeşlerimin sorunu benimde sorunumdur, bu konuda devlet bir yanlışlık yapmış ise, bunu telafi etmesini de bilmelidir" biçimindeki açıklamaları, bu soruyu kendilerine sorduklarını ve olayın sorumlusunun KÜRDLER değil, DEVLET olduğunu kabulün çok önemli iki itiraflarıdır.
Aslında bu itiraf Türk yargısı tarafından doğrudan olmasa da , dolaylı biçimde kabul edilmiş ve her türlü terörden ötürü hayatını kaybedenlerin başvurmaları halinde Devleti tazminat ödemeye mahkum eden kararlar onlarca yıldan beri verilmeye başlanmıştır. Yargı kurumları verdikleri kararlarla"Devlet vatandaşının her türlü yaşam hakkını korumaya, olumsuzlukları gidermeye, vatandaşın elinde olmayan sebeplerle hayatı tehlikeye düşmüş ve bundan zarar görmüş ise,bu zararı maddi ve manevi açıdan telafi etmeye mecburdur" hükmüne varmıştır.
Meclis açılır açılmaz Anayasa değişikliği dışında bir takım yasal düzenlemelerin Meclise geleceği kesin. Burada cesur olmak ve herkesin yüreğine su serpecek adımlar atmak, hükümeti buna teşvik etmek aklı başında bütün Türklerin görevidir.
Türklerin, bu haklar verilir ise, bu gün olmaz ise yarın Türkiye bölünür , topraklarımızı kaybederiz, bin yılı aşkın zamandan beridir koruduğumuz, kolladığımız, uğruna her türlü fedakarlığı yaptığımız topraklarımızın göz göre göre elimizden kayıp gitmesine razı olmayız düşüncesinin anlaşılabilir yanı vardır, fakat gerçekçimidir tartışılmaya muhtaçtır. Şu anda da aynı sorunu can ve kan pahasına yaşıyoruz. Can kaybı olmadan, kan dökülmeden bir de oturup konuşarak anlaşmayı denesek daha mı fazla kaybımız olur? Ya bütün korkularımızın boş olduğunu, eskisinden daha fazla birleşip kaynaştığımızı görür isek, ki Kürdler bunu söylüyor, denemeye değmez mi?
O halde bölünüp parçalanmanın korkusundan kurtulmak isteyen Türklerin , kansız bir denemeye girişmelerinin ne zararı olabilir. Bunun için hükümeti cesaretlendirecek tutum takınmak, bitmeyen korkularla yaşamaktan daha iyi değil mi?