KEŞKE ÇIKIŞI BİR BAŞIMIZA SAĞLAYACAK GÜCÜMÜZ OLSA
“Kaybettiğimiz vatandaşlarımız var. Dolayısıyla böyle bir süreçte, hükümetimiz, Genelkurmay Başkanlığı’mız ile devamlı istişare içindeyiz. Ne gerekiyorsa onlar da gördüğünüz gibi anında yapılıyor zaten. Bundan sonra da yapılmaya devam edecek. Suriye’deki bu durumun böyle devam etmesi beklenemez, kesinlikle beklenemez. Dolayısıyla eninde sonunda bir değişiklik, geçiş olacaktır. Ama bütün arzumuz şu: Daha çok kan dökülmeden ve Suriye kendi kendini daha çok harabeye çevirmeden bunun olması ve uluslararası camianın da burada gayet etkin şekilde davranması şarttır diye düşünüyorum.”
Suriye’de gelişmelerin gerçekten bir iç savaşa dönüşeceğini kimse beklemiyordu. Çünkü Suriye her ne kadar bir Arap ülkesi olsa ve onlarca yıldan beri Baas rejiminin katı kuralları ile idare edilse de, ülkenin başında İngiltere’de eğitimini tamamlamış bir doktor vardı ve aklın hakim kılındığı pozitivizmi çağrıştıran pragmatik kuralları anında uygulayabilme istidadına sahip yöneticiler, sallantılı sularda kaptanın tayfalığını bugüne kadar başarı ile yapmışlardı.
Suriye’deki gelişmeler en fazla Mısır örneğinde olduğu gibi sonuçlanır, yöneticiler Hüsnü Mübarek’in düştüğü durumu gördüklerinden, başlarına aynı şeyin gelmemesi için basiretle hareket ederlerdi.
Ama maalesef öyle olmadı, geçen gün yazımda belirttiğim üzere, bir bahar olarak estiği söylenen kasırga tufana dönüştü. 30 binin üzerinde insan hayatını kaybetti ve sayıları 300 bine yaklaşan insan(daha çok kadın, yaşlı, çocuk, ihtiyar) komşu ülkelere göçmek zorunda kaldılar.
Kış ta kapıyı çalmaya başladı. Hem o insanların ve hem de göç ettikleri ülkelerin işleri çok zor. Yağmur, çamur, kar, kış kıyamet iyice bastırdığında, bu konuda daha çok serzeniş ile karşı karşıya kalacağız.
Diğer yandan ülkede iç savaş devam ediyor ve giderek şiddetini artırıyor. Yani, komşu ülkelere Suriye’den daha çok sayıda insanın göç etmesi mukadder hale geliyor. Bu konuda önemli tedbirler alması gereken ülkelerin başında Türkiye. Göç edenlerin sayısı 3-5 yüz bini bulduğunda, elimizi daha fazla taşın altına koymamızın gereği ortaya çıkıyor. Bunun zamanı yok, hemen şimdi bu adımların atılması ve tedbir alınması iktiza ediyor.
Ve bir de bazı yıllar ülkemizde ağır geçen kış şartlarında çadırlarda yaşamak gerçekten büyük ızdırap olacak.
İşte bunları gören insanlardan birisi olarak Sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül, yukarıdaki açıklamada bulunmuş ve açıklamasında bence anahtar cümle olarak söylediği “Suriye’deki durumun bu şekilde devam etmesi beklenemez, kesinlikle beklenemez, dolayısı ile eninde sonunda bir değişiklik, bir geçiş olacaktır. Benim arzum şu: Suriye’de daha çok kan dökülmeden, ülke daha çok harap olmadan bunun olması ve Uluslar arası camianın etkin bir şekilde işe müdahale etmesidir” diyor.
Ama nasıl?
İşte bu konuda Sayın Cumhurbaşkanı bir açıklama yapmıyor. Sadece Hükümet ve askerlerle sürekli kontak halinde olduklarını ve konuyu istişare ettiklerini söylüyor.
Sayın Cumhurbaşkanının bir anlamda Türkiye’nin en önemli meselesi haline gelen bu konuyu elbette Hükümet ve Askerlerle istişare etmesi ve nelerin yapılabileceğini konuşması gayet doğaldır.
Fakat bu işin ihalesi ülkemiz üzerinde kalmamalıdır.
Türkiye Esed’in kayıtsız şartsız gitmesi üzerine planlarını kurmuş ise, işin uzamasından ötürü ceremesini çekmeyi düşünmüş olabilir. Yani BM ler kararı olmadan Libya örneğinde Fransızların yaptığı gibi bir başına Suriye’ye bir harekat başlatabilir. Ardından diğer ülkelerin yardıma koşabileceğini var sayabilir. Diyarbakır’a getirilen 25 Savaş uçağı böyle bir girişimde, hava unsurlarının Suriye mevzilerini dövmesi, ardından sınıra yığılmış olan kara birliklerinin Suriye içlerine girmesi ile neticelenir.
Evet Suriye ile tam bir savaşa tutuşmuş oluruz.
Ben Eğemen Bağış gibi büyüklerimizin dediği gibi 3 günde Suriye’nin üstünden girer, altından çıkarız diyenlerden değilim. Afganistan örneği ortada. ABD ve batılı müttefikleri 10 yılı aşan zamandan beri Afganistan’da olmalarına rağmen, Taliban güçlerine karşı sürekli kayıp veriyor ve Afganistan yönetim biçimi pamuk ipliği ile zabtu rabt altına alınmamış olduğu halde, ABD nin yakın zamanda burayı da terk edeceği konuşuluyor. ABD giderken Hamit Karzai’yi de beraberinde götürecektir, bundan kimsenin kuşkusu olmasın.
Böyle bir ihtimalde onlarca yıl sürecek bir savaşı Türkiye’nin ne kaldırması ve ne de finanse etmesi mümkün değildir.
Sayın Cumhurbaşkanımız ve Sayın Başbakanımız gibi siyasette uzun deneyimler geçiren insanlar, batılıların verdikleri sözlerden ne kadar çark ettiklerini bilirler. Hani adamların verdikleri sözlerden çark etmelerine karşılık olarak verecek bir cevabımız olsa, zaten onların verdiği sözleri kaale bile almayız. Ama kazın ayağı öyle değil. Bir anda sizi ateşe atarlar ve yandım anam biçimindeki canınızın yanmasına dönüp bakmazlar bile.
Olayın çok büyük bir planın parçası olduğunu, yani buzdağının denizde görünen yüzü ile karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Hiç kimse Türkiye’nin Suriye’yi işgal etmesini, bir anda yönetimi al aşağı edip, yerine yenisini kurmasını istemez. Türkiye’ye bu fırsatı vermez. Dimyata pirince gönderir iken, evdeki bulgurdan ederler.
Suriye olayının protestolarla patlak vermeye başladığı günlerde yazdığım yazılarda, aramızdaki 900 kilometre civarındaki sınır sebebiyle, bu olayın başka hiçbir şeye benzemediğini, eninde sonunda Türkiye’yi Suriye ile kapıştırma kararının adım adım yürürlüğe konacağını, esas amacın İsrail’in tam güvenliğini sağlamak, ardından Türkiye’den toprak talep edilebilecek gelişmeleri temin olduğunu(kimilerine belki büyük gelecek laflar ederek) söyledim.
Allah encamımızı hayreylesin. Biz Suriye’deki bütün kardeşlerimizi elbette düşünüyor ve bir an önce onların sulhu salaha daha fazla kan dökülmeden ulaşmalarını temenni ediyoruz. Ama kendi ülkemizin bütünlüğünü ve insanlarının güven içerisinde yaşamalarını daha çok arzu ediyoruz. İkinci dünya harbinde savaşa girmediğimiz halde ülkemiz insanı ekmeğe nerede ise muhtaç hale gelmiş ve biz anne babalarımızın ekmek karnelerini görme bahtsızlığını yaşamış insanlarız.