MÜNASEBETLERİ BOZMAK BİLE İŞLERİNE GELİYOR

Kasrı Şirin Antlaşması 1639 yılında imzalandı. Bu antlaşmanın özetini aşağıda bulacaksınız.

Bu antlaşma ile bugünkü İran sınırımız çizildi. O günden bu güne kadar sanırlarda en küçük bir değişiklik olmadı.

Osmanlı-İran Savaşları, İran Şahı I. Abbas'ın ölmesi ve IV. Murad'ın tahta çıkarak yönetimi ele almasıyla Osmanlı Devleti'nin lehine gelişmiştir. Sultan IV. Murad 1635'de Revan (Erivan) ve Bağdat'ı geri aldı. İran'ın barış istemesi üzerine Hulvanrud Irmağı'nın kıyısında bulunan Kasr-ı Şirin'de bir antlaşma imzalandı.

Antlaşma gereğince;

- Bağdat, Bedre, Hassan, Hanıkin, Mendeli, Derne, Dertenk ile Sermenel'e kadar olan alanlar Osmanlılara'a bırakılacaktı.

- Derbe, Azerbaycan ve Revan İran sınırları içinde kaldı.

İran'ın kuzey sınırı, Kars, Ahıska ve Van Osmanlı topraklarında kalacak biçimde belirlendi. Sınırın her iki taafında kalan kalelerin ve istihkamların yıkılması öngörüldü. Antlaşmanın sonuna eklenen bir madde ile İran'da, ilk üç halife (Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman) ile Hz. Muhammed'in eşi Hz. Ayşe'ye hutbelerde "seb ve lanet" edilmemesi koşulu kondu. Bu antlaşma 1722 yılına kadar yürülükte kaldı ve 1723'te başlayan savaş sonrasında 1747'de yeniden yürülüğe konuldu.

Bu antlaşmayı bugün dile getirmemin sebebi, bir süreden beri Türkiye ile İran’ı karşı karşıya getirme mücadelesi verenlerin boşuna gayret etmemeleri gerektiğini ortaya koymak.

400 yıla yakın zamandan beri her iki ülke insanı ve idarecileri biri birlerine düşmanlık yapmak gibi bir hamakatin(ahmaklığın) içerisine girmemişlerdir.

Uzunca sınıra sahip, aynı  zamanda her ikisi de Müslüman olan bu iki ülke, dara düştüklerinde,  yek diğerinden fırsatı ganimet bilen bir düşmanlığına sahne olmamış, biri birlerinin hukukunu korumakta azami dikkat göstermişlerdir.

Mehmet Akif Ersoyun  "kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne bela" dediği,dünyanın en müstebit ülkeleri Osmanlı toprağını paylaşmak için dört bir yandan saldırıya geçtikleri hengamda, İranlılar, Osmanlının zarar görmesine müncer olacak en küçük bir eylemde bulunmamış, Kasrı Şirin Antlaşmasında terk ettiğimiz topraklarımızı geri alalım gayretine girmemişlerdir.

Şahlık döneminde İran ABD nin en yakın müttefiki sayılıyordu. Ne zaman ki, İran İslam Devrimi gerçekleşince, ABD birden bire İran’a düşman oldu. ABD nin İran’a düşmanlık beslemesinin gerçek sebebi, bendesi bulunduğu Şahlık rejiminin yıkılması, onun yerine geçen İran İslam rejiminin petrol gibi en önemli zenginlik kaynaklarını başkalarına peşkeş çekmede eskisi kadar cömert davranmayacaklarının bilinmesi.

ABD, İran devrimi sürecinde şahlık rejiminin arkasında durdu ve kaybetti.
ABD bir anda ortadoğudaki en büyük ve en zengin müttefikini kaybetmenin acısı ile ne yapacağını bilemez hale geldi. İran’a bizzat saldırsa, onun bu eylemi tüm İslam aleminde ve dünya kamuoyunda lanetle karşılanacak, bu müstebidane tutum asla kabul görmeyecekti.

Ama Amerikada numara mı yok.

Hemen Irak rejimini ajite eden söylemler geliştirildi.

Arapların bile Elhelicul Farisi, Fars Halici(Bizim Basra Körfezi dediğimiz) alandaki zengin doğalgaz ve petrol yataklarının aslında Irak’ın olduğunu, ama İranlıların buralara haksız biçimde el koyduğunu, Iraklıların bu alanı şimdi ele geçiremezler ise, bir daha asla buralarda söz sahibi olamayacaklarını Saddama kabul ettirdi.

Düşünün siz, yüz yıllar süren şahlık rejimine son vermişsiniz, yepyeni bir dünya ve düzen kurmanın peşindesiniz, eskilerin yaptıklarının ne kadar yanlış olduğunu, İran halkının nasıl da zulümlerden zulüm beğen cinsinden bir hayat yaşadığını kanıtlamanın peşindesiniz. Ama işe vaziyet etmenizin üzerinden daha bir yıl geçmeden birden kendinizi savaşın içerisinde buluyorsunuz.

Körfezde 10 yıl süren çok kanlı bir savaş yaşandı.

ABD nin onca desteğine rağmen Saddam orduları başarılı olamadı. Hatta birkaç kez ırak orduları teslim bayrağını çekmiş iken, İran orduları Saddam rejiminin elinde bulunmayan savaş uçaklarından atılan silahlarla vuruldu. İranlılar ve tüm dünya bu olup bitenlerin fena halde farkında oldular.

Batı dünyası, ne kadar gayret gösterilir ise gösterilsin artık Irak ordularının İran’a karşı başarılı olamayacağını anlayınca, savaşı sona erdirdiler.

Açıkça söylemek gerekirse ve yapılan anlaşmalara bakılacak olur ise, Irak yenilgiyi kabul etti ve İran’a tazminat ödemeye mahkum oldu.

Buna rağmen İran’a esir düşen Yüzbine yakın Irak’lı asker, İranlılar tarafından "bu işte sizin bir kusurunuz yok, sizi buralara kimin sevk ettiğini gayet iyi biliyoruz, sizler Müslümansınız, kendi kararınızla buralara gelmemiş olduğunuzdan, hepinizi azat ediyoruz, serbest bırakıyoruz" dedi ve Iraklı askerlerin tamamı, herhangi bir karşılık olmadan serbest bırakıldı.

Başta ABD olmak üzere nerede ise tüm batı dünyası, İran’ın en zayıf olduğunu zannettikleri bir süreçte, Irak’ı ona saldırtarak, adeta diz çöktürmek istediler. İran savaşta mağlup olacak, bu mağlubiyet iç kargaşayı beraberinde getirecek, daha işin başında, yani kökleşme imkanı bulamadan, yeni İran rejimi yıkılacak ve bizim Urfa eski tas, eski hamam olacak…

Olmadı işte, İran halkı gerçekten bir destan yazdı, mağlup olmadı, üstelik iman ve inancına dört elle sarıldı.

Şimdiii, sağdan soldan yeni yaveler yuvarlanarak İran’ın Türkiye’ye karşı saldırgan bir tavır içerisine girdiği ve Türkiye’yi tehdit ettiği söyleniyor.

Özellikle ABD dış işleri bakanı Hillary Clinton ikide bir de İranın Türkiye’yi tehdit ettiği açıklamalarına şahit oluyoruz.

Bunun iki amacı olabilir, birincisi Malatya’ya konuçlandırılmaya başlanan Füze Kalkanı projesinde, "bakın İran füzeleri ile başta Türkiye’yi tehdit ediyor, o nedenle bu kalkanların yerleştirilmesi çok önemli diyerek, Türk kamuoyunu teskin etmek(aslında Türkiye’de beklenen infial gerçekleşmedi), ikincisi Türkiyede "vay be İran bize ne husumetler besliyormuş ta haberimiz yokmuş" düşüncesi ile iki halkın biri birine düşmanca hisler beslemesine olanak sağlamak.

Sonuca gelelim İranlıların elinde füzeler var da, İsraillilerin elinde füzeler yok mu? İsrailin elinde bırakın füzeleri Sayın Başbakanın dediği gibi Atom Bombası var.

İşte bu Türkiye’ye konuçlandırılan Füze Kalkanı diyelim ki, İran’ın İsrail’e atacağı füzeleri engelleyecek de, İsrail’in İran’a atacağı füzeleri engellemeyecek ise, Türkiye’nin İran’a karşı durumu ne olur sorusuna hepimizin ciddi biçimde odaklanması lazım.

Türkiye İran’a veya İran Türkiye’ye saldıracak olur ise, batılıların buna bayılacağında şüphe yok.

Aslında ne Türkiye İran’a ve ne de İran Türkiye’ye düşmanlık besleyecek ülkeler değildir.

Fakat her iki ülkenin arasının şekerrenk olması bile batılıların işine geliyor.

Öyle ise daha çok yatırım, daha çok işbirliğine devam etmek her iki ülkenin boynunun borcu olmalı.