NE OLUR BU DEFA HEVESLERİ KURSAKLARDA BIRAKMAYIN

Ortaya çıkan çelişkiyi bir türlü anlamıyorum. Bir taraftan Abdullah Öcalan ile görüşmeler devam ediyor, hatta kimi "Devlet" görevlileri ondan aldıkları mektubu Kandile taşıyorlar.

Murat Karayılan ve ekibine mektup veriliyor.

Murat Karayılan PKK Parti kongresi üyelerini topluyor, onlarla istişarelerde bulunuyor.

Ve hiç kuşkusuz bu mektup olumlu karşılanmış olacak ki, Aysel Tuğluk’un İmralı’da Abdullah Öcalan ile olan görüşmesi devam ederken, Kandil, çatışmasızlık sürecinin TBMM si genel seçimlerine kadar uzatıldığını açıklıyor.

Bu arada Türkiye dağlarında bulunan örgüt mensuplarının Kandil’e çekileceği haberleri geliyor.

Örgütün kandile çekilme kararı, Abdullah Öcalan’ın "görüşmeler dönemi bitti, sanırım müzakere sürecine geçiliyor, bende bu inanç oluşmaya başladı" görüşünün açıklanmasına denk gelmesi, hiç kuşkusuz atılan adımların önemini ortaya koyuyor.

Gerek Kandil, gerek BDP uzunca süreden beri Abdullah Öcalan ile yapılacak görüşmelerin Kürt sorununun çözümünün en mühim parçası olduğunu hep söyleyip durdular.

Bu görüşlerini açıkladılar diye, birçok BDP li terör örgütüne yardım ve yataklık yaptıkları gerekçesi ile yargılandılar, mahkum oldular ve halen yargılaması devam eden bir sürü davaya muhatap kaldılar.

Ve bu gün dahi birçok siyasi çevre, terör örgütü mensupları ile görüşmeyi en büyük siyasi hata olarak kabul ediyor.

Peki siyaset kurumu istemese Devletin kimi temsilcileri gidip de kendiliklerinden Abdullah Öcalan ile görüşebilirler mi?  Buna imkan var mı?

Öcalan zaten elinizde, sizin mahkumunuz. Ülkenin maruz kaldığı en büyük iç çatışma musibetinin defi için onunla görüşmek elbette Kandil ile görüşmekten daha kolaydı. Ve bu hep yapılıyordu.

Fakat 2006 yılında Diyarbakır Gazeteciler Cemiyeti mensuplarına verdiğim sabah kahvaltısında sorulan bir soru üzerine, "bence Devlet bu sorunun halli için herkes ile görüşmeli, bu Abdullah Öcalan ile de olur, Kandil ile de olur. Ve zaten belki de bu yapılıyordur. Ben bu tür görüşmeleri hiç de garip karşılamıyorum. Bir evladımızın daha kanının akmaması için değil Kandile Fizana bile gidilir" demiştim.

Şimdi bile birçok kişiye bu görüşmeler ile ilgili olarak ne düşündüklerini sorsanız, burunlarından soluduklarını ve size düşmanca bakmaya başladıklarını görürsünüz.

A güzelim, niye öyle bakıyorsun, kusura bakma burnundan solumanın sebebi ne diye sorsan, vereceği en beylik ve dahi "ilmi" cevap( ki onlar hocadır, profesördürler) terör örgütü başı ile ne görüşeceğim, eli kanlı katillerle neyi müzakere edeceğim" olacaktır.

Tamam görüşmeyelim, peki senin çözümün ne?

Eeeee, aaaa, uuuuu, şimdiii, şunu söylemek istiyorum kiiii.

Ne, ne söyle ,hadi durma.

Yok.

Verilecek tek bir cevapları var, o da kan dökmeye devam.

Onları geçelim.

İş döndü dolaştı Devletin kimi temsilcileri Abdullah Öcalan’ı muhatap almaya ve kendisi ile barış sürecini birlikte götürmeye başladılar.

Hatta mektup teatileri yalanlanmadığına göre Kandil ile de görüşmeler sürüyor.

İşte bu.

Şu anda Türkiye bu son savaş tarihinde en sağlıklı sürece girmiş bulunuyor. Atılması gereken adımları konuşmak ve sonuca gitmek.

Murat Karayılan bu süreçte en hayati cümleyi söyledi. "Arkadaş biz Türk Ordusunu yenemiyoruz, ama onlarda bizi yenemiyor".

Yani bundan sonra gencecik insanlarımızın hayatına mal olan silah patlatmalar, kör dövüşünden başka bir anlam taşımaz demeye getirdi.

İşler bu minvalde yürür iken, Diyarbakır’da görülmeye devam eden KCK davası takoz olmaya devam ediyor.

Sanıklar ille de Kürtçe savunma yapacağız diyorlar.

Sanıklar Türkçeyi bilmediklerinden mi, daha önce bu lisanla savunma vermediklerinden mi? böyle davranıyorlar.

Hayır.

Abdullah Öcalan ile, Kandil ile görüşmelerin sürdüğü bu hengamda, KCK sanıklarının ille de Kürtçe savunma yapacağız demeleri, yumuşatılmaya çalışılan ortamı germekten başka bir işe yarıyor mu?

O zaman akla şu soru geliyor. Bu sanıklar Kandilden, Abdullah Öcalan’dan bağımsız olarak mı hareket ediyorlar?

KCK sanıklarına da, BDP ye de sorsanız, Kandilde savaşanlarla ortak yanlarının bulunduğunu, aynı tabana hitap ettiklerini, dağdakilerin yakınlarının kendilerine oy verdiğini, hatta kendi yakınlarının dağda bulunduğunu söylemekten çekinmediklerini ifade edeceklerdir/ifade ediyorlar/

Aslında bu bir organizasyondur.

Hadi bakalım silahları susturduk, bizim en önemli talebimiz olan Kürtçe’nin kamunun her alanında rahatça kullanılmasını sağlayacak isteklere bakışınız ne, bunu dünya aleme göstermek istiyoruz diyorlar.

Mahkemelerde Türkçeyi iyi bilmeyenlere bir tercüman vasıtası ile Kürtçe savunma imkânı vermek yeni bir iş değil. Bu her zaman olmuştur ve gereği de yerine getirilmiştir.

Fakat KCK sanıklarının bu defa yaptıkları farklı. Savcı önünde Türkçe savunma yapıp, Mahkemede Kürtçe savunmaya dönmek ve bundan ne pahasına olursa olsun vazgeçmemek, stratejik bir adımdır.

Bu stratejik adıma karşı, Mahkeme kendi stratejini geliştirmek ister ve geri adım atmaz ise ne olacak?

Görünen o ki, sonuçta Mahkeme, sanıkların savunma yapmaktan çekindiklerini, susma haklarını kullanmak suretiyle, isnatları reddettiklerini tutanaklara geçirecek ve mevcut delillere göre tutukluluk hallerinin devam edip etmeyeceği konusunda karar verecektir.

Ne diyelim doluya koysak almıyor, boşa koysak dolmuyor.

Bir gün barış geliyor diye sevinirken, diğer gün bütün heveslerimiz kursağımızda kalıyor.