ÖĞÜTLEDİK Kİ ELLERİNİ TUTMASINLAR

Bir teslim, tesellüm olayı da böyle geçti.

Örgüt siyasi saiklerle kaçırmış olduğu 8 kamu görevlisini, liderinin talebi üzerine serbest bıraktı.

Örgüt içinin yandığı dönemlerde, yani birçok elemanını hava saldırılarında kaybettiği anlarda, elindeki tutsakları infaz ederek, içlerinde çoğu asker olan kişilerin, bu hava saldırısında öldüklerini söyleyebilir ve bu defteri kapatabilirdi.

Zira örgütün ihanet içerisinde olduğunu kendince tespit ettiği, kendi elamanlarından yüzlercesini infaz ettiği bilinen gerçeklerdendir.

Ama işte onlar da hini hacette lazım olur diye, dış görünüşlerine göre iyice bakıp gözettiği tutsakları bir söz üzerine Türkiye’ye teslim etti.

İsrail 12.Ekim.2011 yılında Filistinlilerin elinde esir bulunan Gilad Şilad isimli askeri teslim alırken, 1000 Filistinli tutukluyu, hükümlüyü serbest bırakmıştı.

Bu teslim anında aklıma şöyle bir şey geldi.

Şayet Örgüt deseydi ki, tamam biz Türkiyeli esirleri ki içlerinde Kürt olanlar da vardı, serbest bırakacağız, ama karşılığında bu kadar KCK tutuklusunun serbest kalmasını istiyoruz, şartımız bu, acaba ne yapacaktık?

Türkiye’nin zihni yapısı aklıma gelince, doğrusu çok korktum ve ürperdim.

Nedir o?

Şu:

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin birlik ve bütünlüğüne halel gelecek hiçbir adımı atamayız, örgütün bu insanlık dışı talebini kabul edemeyiz, elimizdeki insanlar suç işlemiştir. Oysa kaçırılan asker masumdur, o nedenle bu talep kabul edilemez, örgüt hakkettiği cezayı görecektir, falan derdik.

Hayır, Türkiye Cumhuriyeti Devleti asla böyle bir şey söylemezdi, sen bunu uyduruyorsun, Türkiye de aynı şeyi yapar ve tutsak durumundaki çocuklarının evlerine dönmesi için, hiçbir fedakarlıktan çekinmezdi diyenlere, çok basit bir cevabım olacak.

İşte vatandaşlar feryadu figan ile “ kamu görevlilerinin gelmesi için Devlet büyük çaba gösterdi, ama bizim çocuklarımız için gerekli özeni göstermedi, bakın biz korucular olarak zaten safımızı belli etmiş ve Devletin yanında yerimizi almışız, askerler, kaymakam ve polis serbest kalıyor da, daha doğrusu pazarlığa dahil oluyor da, niye korucular ve sivil vatandaşlar için böyle bir çaba gösterilmiyor” diyorlar.

Buyurun cevabını verin

Hz. Mevlana, konuyla ilgili latif, hikmetli ve nükteli bir kıssa anlatır: Çölde kendi halinde, fakir ve mütevekkil bir adam vardır. Hanımı onu Bağdat’taki halifeyi görmesi ve onun ikramlarına nâil olması için teşvikle elindeki bir testi suyu hediye olarak götürmeye ikna eder.

O da hakikaten çölde en değerli hediye olabilecek bir testi temiz yağmur suyu alıp yola çıkar. Yolda her türlü tehlikeden testisini koruyarak Bağdat’a ulaşır. Saray görevlileri kendisini karşılar, saraya alıp büyük iltifatlarda bulunurlar ve “Hünkârımız sizi kabul edecek” derler.

Padişah, Dicle’nin çağlamasına bakmayıp onun hediyesini kabul eder ve sarayda istediği kadar misafiri olarak kalabileceğini söyler. Giderken de testisine altın doldurup eline verir ve şöyle der: “Senin gücün buna yetiyordu, bunu getirdin. Elinde olsaydı kervanlarla gelen elçilerin hediyelerine denk şeylerle gelecektin.”

Dönüşte saray görevlileri onu beldesine daha kısa bir yoldan götürürler ve giderken de Dicle’nin üzerinden geçerler.

Adam bakar kocaman ırmak çağlayıp gidiyor. Suyun kaynağındaki halifeye getirdiği bir testi sudan dolayı biraz utanır ve “Böyle altından ırmaklar akan bir sarayda oturan halifenin benim bir testi suyumu kabul edip bana hediyeler vermesi onun büyüklüğünden; zira bu suyun onun hazinesine hiçbir şey katmayacağı gibi, hazinesindeki sulara ve deryaya nispeten damla mesabesindedir” der.

Günümüz dünyasında Padişah kim, bedevi kim belli değil.

Hikaye bitti, yazı da…