SAVAŞIN KAZANANI BARIŞIN KAYBEDENİ OLMAZ
Binlerce ceza davasına girdim. Her defasında taraflara barış çağrısı yapardım. Daha doğrusu müvekkillerime, fırsat olursa da karşı tarafa.
Bu davranışı vicdanı sorumluluğumun bir gereği olarak yerine getirirdim.
Ama arada ölüm varsa, insanlar benim barış çağrılarımı çok yanlış anlar, ya Avukat bey sana mı düştü bizim barışımız, biz acımız ile debelenip durur iken, sen kalkmışsın barıştan söz ediyorsun, böyle bir şey olabilir mi, sen kendi işini yap derlerdi, ipler çoğu zaman kopardı.
Bunun üzerine ben “peki ne olacak, iş nereye varacak, hiç mi bir çıkış kapısı yok, bakın örfümüzü biliyorum, adetlerimizin bizi nereye götürdüğünün de farkındayım. Başınıza gelen olaya katlanmak pek kolay değil, intikam peşinde koşacaksınız, siz onlardan birisini vuracaksınız, onlar sizden birisini veya birilerini. Bu kör dövüşü böyle devam edecek, maddi ve manevi anlamda katlanılması güç zararlara uğrayacaksınız ve gerçekten arada masum onlarca insan hayatını kaybedecek, değer mi, herkese her şeyin cezasını vermek bize mi düştü, hiç Hakkın hakkı yok mu” gibi şeyler söylerdim. Cemaat ne söylerse söylesin imam bildiğini okurdu.
Ben söylediklerimin tesirini 10 sene sonra görürdüm. En küçük bir kıvılcım ile başlayan olaylar yıllar yılı sürer, arada insanlar maalesef ölür, taraflar maddi ve manevi anlamda katlanılması imkansız zarara uğrar ve en sonunda birisi gelse de, ya siz ne yapıyorsunuz, ciğer parelerinizi kaybettiniz, doymadınız mı demesini isteyecek hale gelirlerdi. Yani barışı dört gözle beklerlerdi.
Hiç kuşkum yok, İslam dünyasına batı alemi bir kene gibi yapışmış, onları sabah akşam alt üst edip duruyor.
Bu heriflere söyleyecek bir sözüm yok.
Onlar cibilliyetlerinin gereğini yerine getiriyorlar.
Benim kahrım kendimize.
Neden aklımızı başımıza toplamadığımıza.
Çünkü biliyorum ki, başımıza gelen kötülükler kendi ellerimizin yaptıklarındandır. Biz bir kötülük istemez isek, asla Cenabı Allah(c.c) yaratmaz. Biri birimizi korur kollar isek güçlü oluruz. Dışarıdan gelen salvoları rahat atlatırız. Hatta onların yaptıklarını burunlarından getiririz.
İşte İsrail hadisesi. Onun ülkemize, bölgemize ve insanımıza yaptıkları karşısında ülke olarak diklenmedik, ama dik durduk.
Orta doğuda tam bir barışı sağlamanın arifesinde idik.
Suriye ile İsrail arasında barış görüşmelerinin büyük kısmının Türkiye’de yapılmasında aracılık yapıyorduk. İşler tam rayına girdi, barış artık engellenemez noktaya geldi dediğimiz anda, İsrailliler birden bire gittiler Gazze’ye saldırdılar. Ardından Mavi Marmara gemisinde 10 insanımızı katlettiler.
Türkiye diplomatik tedbirlere başvurdu ve üç önemli karar aldı.
İsrail, Mavi Marmara’da öldürdüğü insanlarımız için bizden özür dileyecek, şehitlerimizin ailelerine tazminat ödeyecek ve Gazze Şeridine uyguladığı ambargodan vazgeçecek.
Şimdiye kadar bu üç konu hakkında İsrail tarafı hiçbir adım atmadı. Ama Türkiye ile barışı nasıl sağlarız diye çöplüklerinde eşelenip duruyorlar.
Bu konuya aslında bir başka yazıda değinmek istiyordum, ama yeri geldi yazıldı. Onunla ilgili bir son cümle. Gün geçmiyor ki, İsrail tarafından bir yönetici çıkıp da Türkiye ile barışa nasıl hasret kaldıklarını açıklamamış olsunlar.
Esas konu dışarıdan gelen ve bizi biri birimize düşüren hilelerin ne olduğunu anlamak ve kendi aramızdaki sorunları en güzel biçimde barış ile gidermek.
Türkiye kendi yaptıklarından ötürü zayıf düştüğü anda batılı emperyal güçler bizi biri birimize düşürdü. 30 yıldan beri savaşıp duruyoruz.
Ama inşallah 30 yıllık iç savaşının sonuna gelmek üzereyiz.
Evet benim gibi yüzlerce insan gerçek bir barıştan her zaman söz ettiler ve yapılması gerekenleri bir bir ortaya koydular.
İnsanlar arasında ilk düşmanlıkların başladığı zamanlarda söylediklerimizi, ülkemizin içerisine düştüğü/düşürüldüğü o büyük bunalım günlerinde de ifade ettik, yine görevimizi layıkı vechi ile yerine getirmeye çalıştık. Bizden ne götürür diye de hiçbir kaygı içerisine girmedik.
Söylediğimiz şey şuydu. Ülke bütünlüğünü tehlikeye düşürmeyecek şekilde herkese hakkı ne ise verilsin. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bir Kürdistan kurma mecburiyeti yoktur, fakat böyle bir ülke kurmaya ehil insanlarının gasp edilen hakları ne ise iade edilsin. Kimlikleri tanınsın, lisanları öğretilsin. Gereğinde insanlara Türkçe’nin yanında bu lisanla da eğitim verilsin. Bu da yetmez dinimizin dili olan Arapça ülkenin tamamında insanlarımıza öğretilsin. Üsat Bediüzzaman da böyle söylemiyor mu idi? Arapça vacip, Türkçe lazım, Kürtçe caiz olmalıdır demişti de, kimse ne dediğini bir türlü anlayamamıştı.
Bu ve buna benzer kaynaklardan beslenen bizler de “tamam arkadaş, ülke bütünlüğünü koruma açısından gerekenleri yap, tedbirlerini al, ama kendi insanının kaybedilen hakkını hukukunu tanı ki, onlarda sana muhabbet dolu bir dost olsunlar” dedik.
2004 yılında eski 647 sayılı Ceza kanununda “işledikleri suçları sebebiyle tecziyelerine karar verilen ve bu kararları kesinleşen kişilerin hangi koşullarda, hangi cezaevlerinde ve hangi sürelerle kalacakları kesin hükme bağlanmıştır, bunun haricindeki uygulamalar kendi koyduğumuz kurallara aykırı davranmamıza sebebiyet verir ve hukuka aykırı olur, sorun yaratır” demiştik de, Günaydın gazetesi manşet atmış, Sayın Torun al Apoyu evine götür demiş ve bizim siyaset cenahımızın katmanlarında büyük kırılmaları beraberinde getirmişti.
Peki ne oldu?
Selim Akıl sahiplerinin söyledikleri şeylerin bir kısmı yapıldı, ama arada binlerce insanımızı kaybettik, evlere şivan, kalplere hüzün düştü.
Yapılmayanlar karşılığında neler oluyor peki? Neler olacak, ölümler, suikastler devam ediyor.
Hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Allah (c.c) ın bahşettiği hakların gerçek sahibi olduklarını düşünüp, yanlış yapanlar, gün gelecek bu hakları ilgililerine vermek zorunda kalacaklar. Çıkışı yok.
PKK örgütüne kandan besleniyor tabirini çok kullanıyoruz. Böyle söylemekle onları en iyi şekilde tarif ettiğimizi düşünüyoruz. Doğrudur, akan kan onu ayakta tutuyor belki.
Peki bizim akıttıklarımız boyacı atığı, sallahana suyu mu?
Hem hakkı sümenaltı edip, hukukun yaşamasına engel olan kim, hiç düşündük mü? Malum deyimi ile empati yaptık mı?
TEBRİK: Ak Parti Diyarbakır İl Başkanlığına atanan Av.Aydın Altaç beyi kutlar, bu zahmetli işte başarılar dilerim. C.T.